İlişkideki Bir Varlık Olarak İnsani Özne...
Filozof, bundan böyle özneye, ilişkideki bir varlık olarak özen göstermelidir. Felsefe, ilişkisel kimliğimizin gelişimini insan oluşumuzun belirleyici bir aşaması olarak ele almak zorundadır. Bu, insanlığın özellikle cinsel aidiyetleri bakımından, diğer alemlere kıyasla başka türden ilişkili varlıklardan oluştuğunu bilmemiz gerektiğini işaret eder. İnsanlık; hayvan, bitki veya mineral gibi diğer alemlere karşı kendi farklılığını nöronların sayısına dayanan nicel bir ayrım aracılığıyla ortaya koyan bir grup birey olarak tanımlanamaz. Daha doğrusu insanlık; yemek, barınak, cinsellik, üreme, liderlik veya hizmet ve her türlü zihinsel iştah gibi zorunlulukları ya da ihtiyaçlarıyla birbirinden farklılaştırılamayan insanların statülerinin nasıl aşılacağıyla yüzleşmelidir. İnsanlığımıza ulaşmanın yolu mukayeseli bir yol değildir. Dahası, diğer türler üzerindeki üstünlüğümüz, kendi başıboşluğumuz üzerinde çok fazla durmamıza yol açıyor da olabilir. Belki insanlığı diğer alemlerden kısmen ayıran yanılabilmesi veya hiçbir yere gitmeyen bir yol tutturabilmesi, hatta kendi ölümüne önayak olabilmesi kabiliyetidir. Bu insanoğlunun basitçe zorunluluklara itaat etmeyip, özgürlük payının keyfini çıkarmasından kaynaklanır. Bu payı, insanlar ve maddi-manevi üretimlerinin büyümesi için bir kapasite olarak kullanmak, bu tarzda bir insanlığa erişmek için yeterli değildir. Bu durumda, sadece başıboş, tehlikeli, çılgın canlı varlıklara dönüşme veya kendi icatlarımıza, özellikle teknik olanlarına, tabi olma riskini alırız.
Dolayısıyla kültürümüzün insanlığın hizmetinde mi kalacağıyla ya da bunun yerine bizi gittikçe küçülen, daha ufak, daha ölü parçalara ayırarak, insanlığın yok edilmesine mi katkı sağlayacağıyla ilgilenmeliyiz. Böyle bir kültür, demek ki, bazen gözlerimizi etkiler bazen kulaklarımızı, bazen kelimeler ve bazen de imajlar üzerinden konuşur ama asla bizi bütün algılarımızla bir araya getirmez ve asla bir başkasına veya kendi bütünlüğümüze gerçekten yaklaşmamıza izin vermez. Bu süreç etkileyici bir formla, tezahürle ya da söylemle sonuçlansa bile, bir tür yansızlıkla, nihilizmle son bulur... (Sf.29-30)