Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

733 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
13 günde okudu
Bir Gül Bir Güldür
Gülün Adı, Umberto Eco'dan okuduğum ilk kitap. Aslında yaptığım çok da doğru olmadıpını düşünüyorum. Eco'nun kitabının pek çok katmanı var ve bu katmanların çözümlenmesi onun yollarını bilmekle mümkün olabilir. Zaten özelliklerini bilmediğim bir dinden, alakam olmayan bir coğrafyadan ve hakkındaki bilgimin çok kısıtlı olduğu bir tarihte geçen bir kitap. Eco'ya başlama kitabı olduğundan emin değilim, en azından kitaba başlamadan önce, Eco'nın başka kitaplar üzerine yaptığı çalışmalara bakmak, ona ilham olan kitapların en azından konularını öğrenmek daha yararlı olabilirdi. 'kitaplar, kitapları anlatır.' Kitapta anlatılan kitapları bilmemek yarısı duyulan bir sohbeti takip etmek gibi hissettirebiliyor. Kitabın çevirisinin pek sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Bazı yerlerde cümle düşüklükleri, bazı yerlerde ise çevrilmemiş bölümler vardı. Ancak kitabın aslı çoğumuzun en azından bir düzeyde bildiği İngilizce değil, daha az bilinen İtalyanca olunca, ayrıca bu kalın kitabı kişinin ana dilinde okuması bile hayli zorken, orijinali okuyup çeviriyle kıyaslamak mümkün olmuyor. Muhtemelen İtalyanca latince ye daha yakın bir dil olduğu için çevrilmeyen yerler dahi az çok anlaşılabiliyordu. Ancak Türk okur için bu latince tabirleri anlamak pek mümkün olmuyor. Kitabın içerisinde gizlenen bir felsefi alt metin olduğunu düşünüyorum. Ve bunun tamamlanması için kurgunun daha iyi gerçekleştirilebilecekken biraz feda edildiğine inanıyorum. Kitap çok incelikli araştırmaların sonucunda ve düşünerek yazılmıştı, ancak bunlar, beklenen 'dedektiflik hikayesiyle' birleşmiyordu. Bu bölümü neden okudum, kitap bu konuya nasıl bağladı, ben arada uyudum mu () diye sorguladığınız olabiliyor. Yazar, kitabın ilk yüz sayfasının çıkarılması ya da daha kolay okunur hale getirilmesi istendiğinde, bu bölümü okumayı bir dağa tırmanmaya benzetiyor, zirveye ulaşmanız için zorlu bir tırmabış yapmanız gerekir, kitabımın içine girebilmeniz için o 100 sayfayı bir şekilde geçmeniz gerekir, diyor. Ancak ben yaygın kanının aksine kitabın girişini yavaş veya zorlu bulmadım. Sherlockvari çıkarımlar zaten ilk 100 sayfada başlamış oluyor ve sorgucu rahip William'ın çıkarımları ve açıklamaları beni kitabın içerisine hemen çekti. Kitaplar kitapları anlatır, kitaplar aralarında konuşur. Ben bu kitabı konuşurken hangi kitapları hatırladım? 480. Sayfada William'ın ağzıdnan şunları duyuyoruz "Yoksulluk, bir saraya sahip olup olmamakta değil, daha çok dünyasal sprunlarda yargı yetkisini elde tutmak ya da yadsımak". Farklı tarikatların güş yarışları ve paraya bakış açıları hakkındaki tartışmalar için William'ın bu cümleyi kurması, bana Bertrand Russel'ın İktidar kitabını anımsattı. Gücün bir yönü istendiği zaman, bunu insanların nerede kullanacağını sorgulayabiliriz ve bu istek bize anlamsız gelebilir. Oysa önemli olan gücün o anki görünüşü değildir; paranın, yönetme yetisinin, çekilen bit işkence sırasında ağızdan çıkmayan bir sırrın insana hissettirdiği aynı güçtür. Bir şeyi güçle özdeileştirdiğimizde, dışarıdan ne kadar anlamsız gelirse gelsin, onu elimizde biriktirerek kendimize bir kale örmeye çalışırız. Bunun dışında; kitabın bitişinde (! Spoiler) , kitaplığı korumak isteyen, kitapları insanlardan ve insanların onlara vereceği zarardan uzak tutmaya çalışan kişinin, kütüphaneyle birlikte yanması bana Körleşme'yi anımsattı. Hatta bu sırada Aristo'nun efsanevi ikinci kitabını yiyor olması, Körleşme'deki hayali 'kitapları yiyen canavar' karakterini düşündürdü. Kitap, içinde pek çok soru ve biraz cevap barındırıyor. Bilginin kullanım amacı ne olmalıdır? Jorge gibi kitapları saklamalı mıyız yoksa William gibi, herkesin bilgiye erişebilmesi gerektiğini mi düşüneceğiz? Bu kitabı okumanın hemen üzerine çoğunluğun William'ın açısından bakmakta sakınca görmeyeceğini tahmin edebiliyorum, ancak ayom bombasının da kitap okumamış zihinlerden çıkmayacağı bilindiğinde aslında karşı tarafın argümanlarının da tamamen anlamsız olmadığını görmek zor olmamalı. William, Adso'ya "Bizler, devlerin omuzlarına çıkmış cüceleriz, onlardan çok daha küçüğüz, ama onlardan çok daha uzağı görebiliyoruz." diyor. Bilim ve felsefenin kümülatifliğinin günlük hayat diliyle çok güzel bir ifadesini görüyoruz. James Joyce gibi pek çok yazardan esinlendiğini belirten Eco'nun, William'la aynı görüşü paylaştığını, burada William'ın ağzından konuştuğunu düşünüyorum. Kitaplıkta meydana gelen olayların arkasında yatam sebeplerin çözümüne gelince, bence bu kurguyla anlatılmak istenen bir durum var. Yedi ölüm, kıyametin alemetlerinden yedi borazanı andırır şekilde gerçekleşti, ancak bazı ölümlerin birbiriyle ilintisi bile yoktu, bütün katiller yek kişi bile değildi. Brunellus'un bulunmasını sağlayan keakin yargılama yeteneği, daha büyük bir yetenek karşısında yanlış yönlendirilmişti. İnsan, doüuştan kurgulayan bir varlıktır. Ne zaman mantığımızla bir şeyin sebebini buluyoruz, ne zaman kurgumuzun ayakları yere basmıyor? Gerçekleri nasıl ölçebiliriz? Aklımıza ne kadar güvenebiliriz? Bazen, olaylqr sanıldığı kadar karmaşık değildir. Bazen, bir romanın yazılma sebebi, bir roman yazılmak istenmesidir. Bazen kırmızı gül aşk, sarı gül ayrılıktır; bazense bir gül bir güldür, bir gül bir güldür. Kitapta geçen yargılama bölümlerinin de bir alt metni olduğunu düşünüyorum. Yaptığımız kötü şeylerden değil, yapmadığımız iyi şeylerden de yükümlüyüz. Çünkü hayat akışkandır ve boşlukları doldurur. Genellikle de istemediğimiz şekilde. Cinayetleri çözemezsek yanlış kişileri idam sehpasında görürüz. Yapmadığımız şeylerin de bedeli ödeyebiliriz. "Yazar, yazdıktan sonra ölmelidir, metnin gidişini bozmamak için."
Gülün Adı
Gülün AdıUmberto Eco · Can Yayınları · 202012,6bin okunma
·
229 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.