Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

400 syf.
10/10 puan verdi
Upton Sinclair
Upton Sinclair
"Onları görünce belki de gülümsersiniz; ama bütün hikayeyi bilseniz gü­lümsemezdiniz." Gözlerini bu müthiş evrene açarak yaşama telaşından vazgeçmeyen romanın tüm kahramanları ve temsil ettikleri emekçilerin hiç yaşayamadıkları hayatın anısına şimdi bu şarkıyı dinliyorum Yıllar oldu oralardan çıkamıyorsun Bağlanmış elin ayağın kaçamıyorsun Bir kuş oldun gökyüzünde, uçamadın sen Nehir oldun ırmak oldun, taşamadın sen Çocuk oldun sokaklarda, oynamadın sen Doğdun da büyüdün ama yaşamadın sen youtu.be/PGJQ4htXop4 https://1000kitap.com/yazar/ahmet-kaya Dilerim sizler de birgün bu aileyle tanışma imkanı bulursunuz. Yazar Upton Sinclair 1906' da yayımlanan Şikago Mezbahaları ve diğer kitaplarında büyük ölçüde yirminci yüzyıl başlarındaki toplumsal ve ekonomik koşulları, yoksul kesimin ve ezilenlerin verdikleri mücadeleleri konu almıştır.Bu kitap okuduğum ikinci kitabı.Burada anlatılan, vatanında yada köyünde durağan bir hayat sürerken hemşehrilerinin yaşadığı yerlere gidip onlar gibi iyi yaşama arzusuyla yola çıkan birçok umutlu insanın başından geçenlerdir.Sanayiyle birlikte işçi sınıfının emeğiyle kazanan patronların aç gözlülüğü ve işçileri paçavra gibi kullanıp atması üzerine işçi haklarının dillendirildiğini görüyoruz.Kadın ,erkek ,çocuk binlercesi hava aydınlanmadan yola çıkarak emekleriyle hayata tutunmaya çalışırken toplumun en temel ihtiyaçlarını karşılar.Fakat ne yaman çelişkidir ki gecenin karanlığına kadar çalışmalarına rağmen sadece hayatta kalacak kadar imkanlara sahip olurlar. Birgün bütün yaşadıklarının nedenini anlayacak olan dostumuz, sevimli bebeği , narin karısı yıllarca didinen diğer akrabalarının anısıyla yaşayıp acısını bastırmayı başarabilecek mi ? Anlamak onu mutlu kılacak mı hayatı yaşadıklarına değdi mi? Kader miydi yaşadıkları yoksa O , "Tanrının beynini yaratırken çokça malzeme kullanmasından dolayı bacaklarına yetmeyen Küçük dev" adamın söylediklerinin payı var mıydı? Çok çok uzun bir bölüm ailenin yaşadıklarını anlatıyor ki bence aynı hayatı yaşamış ,yaşayan milyonlarca insan var yeryüzünde. Onlara bunları reva gören sadece bir avuç insan. Arada sayısal farkı görüp neden şartların eşitlenmediğini düşünen fikir adamlarının tartışmalarını son bölüme almış.Tartışma ,siyaset falan filan uzayıp gidiyor.Ilgimi çekti derseniz neyi tartıştıklarına bakalım "Devlet mi? Devletin amacı mülkiyet haklarına muhafızlık etmek, statükonun ve modern sahteciliğin sürekliliğini sağlamaktı. Evlilik mi? Evlilik ve fuhuş bir madalyonun iki yüzü, yırtıcı insanın cinsel hazzı sömürme biçimiydi. Aralarında sadece sınıf farkı vardı. Parası olan bir kadın kendi şartlarını kabul ettirebilirdi: Eşitlik, evlilik sözleşmesi, çocuklarının meşruiyeti, yani mülkiyet hakları. Parası yoksa, proleter sınıftansa, var olabilmek için kendini satardı. Bir de Şeytan'ın ölümcül silahı olan Din konusu vardı. Devlet maaşlı kölenin bedenine zulmederken, Din zihnini ele geçirir ve gelişim ırmağını kaynağından zehirlerdi. İşçi sınıfı gelecek umudunu korumaya çalışırken, bir yandan cepleri boşaltılırdı; tutumlu olmayı, tevazuyu, itaati kısacası kapitalizmin bütün sözde erdemlerini öğrenerek büyümelerini sağlardı. uzun tartışmaların ardından, ortaya özenle seçilmiş sözcüklerle formüle edilen iki önerme çıktı: İlk olarak, bir sosyalist yaşam için gerekli olan şeyleri üreten araçların ortak sahipliğine ve demokratik yönetimine inanırdı; ikinci olaraksa, sosyalistler bunun başarılması için ücretli çalışanların sınıf bilinciyle siyasi olarak örgütlenmeleri gerektiğine inanırlardı. Herkesin emeği oranında kazandığı ve tüketimi oranında borçlandığı basit bir sistem kurulacaktı; ardın dan üretim süreçleri, değiştokuş ve tüketim otomatik bir şekilde sürüp gidecekti ve biz onları en fazla atan kalbimizin farkında olduğumuz kadar fark edecektik. Sonra da, dediğine göre, toplum kafa dengi insanların oluşturduğu, bağımsız, özerk topluluklara bölünecekti; şu anda kulüplerde, kiiliselerde, siyasi partilerde olduğu gibi. Devrimin ardından insanlığın bütün entelektüel, sanatsal, spiritüel faaliyetleri bu gibi "özgür birlikler" sayesinde sürdürülecekti; romantik roman yazarlarını romatik roman okumayı sevenler, izlenimci ressamları izlenimci resimlere bakmayı sevenler destekleyecekti; aynı şey vaizler, bilim insanları, editörler, oyuncular ve müzisyenler için de geçerli olacaktı. Çalışmak, resim yapmak, dua etmek isteyen biri onu destekleyecek birilerini bulamazsa, gerektiği kadar çalışarak kendi kendini destekleyebilecekti. Şu anda da durum aynıydı ama rekabetçi ücret sistemi insanı yaşamak için sürekli çalışmaya zorlarken, ayrıcalıkların ve sömürünün ortadan kaldırılmasından sonra günde bir saat çalışarak gereken parayı kazanabilecektik. Aynca şu anda sanatı takip eden kitle ticari sa­vaşta kazanmanın bedelini ödeyerek yozlaşmış ve bayağılaşmış bir azınlıktı; bütün insanlık rekabet denen kabustan kurtulduğunda ortaya çıkacak entelektüel ve sanatsal faaliyetlerin nasıl şeyler olacağınıysa şu anda tahayyül bile edemezdik. Derken editör Dr. Schliemann'ın toplumun her bir bireyin bir saatlik çalışmasıyla ayakta kalabileceğini neye dayanarak söylediğini bilmek istedi. "Bilimin şu anki kaynakları bile değerlendirildiğinde," dedi öteki, "toplumsal üretimin nasıl bir kapasiteye ulaşacağını bilebilmenin bir yolu yok; fakat kapitalizmin acımasız barbarlığını kanıksamış zihinlerin makul bulacağı her şeyi kat kat aşacağından emin olabiliriz. Proleter sınıfın dünya çapındaki za­ ferinden sonra tabii ki savaş da akıl almaz bir şey haline gelecek; savaşın insanlığa maliyetini kim bilebilir; yalnızca yok ettiği hayatların ve maddi şeylerin bedeli değil, yalnızca milyonlarca insanı işsiz bırakmanın, savaşlar için ve geçit törenleri için silahlanmanın maliyeti değil, savaş halinin ve savaş dehşetinin toplumun yaşam enerjisinden emişi, savaşla beraber gelen barbarlık ve cehalet, ayyaşlık, fuhuş, suç, endüstriyel iktidarsızlık, ahlaki çöküş de cabası. Toplumda eli iş tutan her bir bireyin çalışma süresinden iki saatin savaş denen o kızıl şeytanı beslemeye gittiğini söylemek abartı mı olur dersiniz?" Sonra rekabet yüzünden israf olan bazı şeyleri ana hatlarıyla anlatmaya girişti Schliemann: Sanayileşmiş savaşın kaybettirdikleri; sürekli bir endişe ve sürtüşme; kötü alışkanlıklar mesela ekonomik mücadelenin ağırlaşması sonucunda son yirmi yılda neredeyse iki katina çıkan alkol tüketimi; toplumdaki aylak ve üretime katılmayan bireyler, uçarı zenginlerle yoksunlaştırılmış fakirler; sistematik baskılama; gösteriş merakı yüzünden israf olanlar, şapkacılarla terziler, kuaförler, dans öğretmenleri, aşçı­ lar ve uşaklar. "Gördüğünüz gibi," dedi, "ticari rekabetin hüküm sürdüğü toplumlarda para zorunlu olarak bir üstünlük göstergesi, müsriflik temel güç kriteridir. Bu yüzden şu anda nüfusunun kabataslak yüzde otuzu işe yaramaz şeyler üreten, yüzde biri de onları yok etmekle meşgul olan bir toplumumuz var. Bu kadarla kalmıyor; asalakların hizmetkarlarıyla muhabbet tellalları da birer asalak, toplumun işe yarar üyeleri şapkacıları, kuyumcuları, uşakları da beslemek zorunda. Bu korkunç hastalığın sadece aylaklarla onların hizmetkarlarını etkilemediğini, zehriyle bütün sosyal yapıya nüfuz ettiğini de unutmayın."
Şikago Mezbahaları
Şikago MezbahalarıUpton Sinclair · Sel Yayıncılık · 2021909 okunma
··
1.749 görüntüleme
Lina okurunun profil resmi
Bu incelemeden sonra kesinlikle okunacaklar arasına girdi .Emeginize sağlık
fiLiz okurunun profil resmi
Teşekkür ederim.Kesinlikle okunmalı.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.