Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Sezai Karakoç ile Ruhun Dirilişi
Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Onu anmak duygusuyla dolup taşıyor ve sadece buna dayanarak sarılıyorum kaleme. Bu, bir incelemeden çok yâd ediş olacak acizane. Onu, en çok da onun cümleleriyle anmak istiyorum. Bu yüzden yine eserine sarılıyorum. Biliyorum ki biz cümlelerini her okuduğumuzda, o orada ferahlayacak. Biliyorum ki onun birbirinden kıymetli eserleri, hayırla doldurduğu amel defterini hep açık tutacak. Biliyorum ki onun hiç umudunu kesmediği Diriliş Nesli, kendisini unutmamak için uğraşacak. Birkaç yıl önce okuduğum bu kitabını, ve inşallah diğer kitaplarını da, tekrar okumaya niyetlendim. Hem her okuduğumda ona ecrinin ulaşacağını umduğumdan, hem her defasında daha fazlasını öğrenecek bulunduğumdan, hem de sözlerini, özlediği ölüme kavuştuğunu bilerek değerlendirmek istediğimden. Niyet ettik, umuyorum ki niyetimiz hakikat olsun. Anlayış gücümüz, anladığımızı yaşayışımız, halimizle anlatışımız ziyade olsun. Ve umuyorum ki bunlar olurken, Rabbimiz bizim çok sevdiğimiz o ‘diriliş eri’ni de mükafatlandırsın. Haberi gördüğümde, ağır bir yükü sırtlanmışçasına, koşa koşa paylaşmak istedim önüme çıkan ilk kişiyle. Kıymet verdiğim biri muhatabımdı tam da o an. Gözlerim yaşlı, boğazım düğümlü, mahzun yüreğime şifa ararken, ona duyurdum havadisi. Benden önce öğrenmiş zaten, üzgün olduğunu söyledi o da. Birkaç kelam ettikten sonra bir yerde, belki alelade edilmiş bir sözdü ama bana göre tüm zarafeti ve metanetiyle, “Hayat bu!” dedi. Hayat bu… Buydu hayat, evet. Burada bunlar oluyordu. Sonsuz mutluluk, huzur ve birlikteliğin yeri burası değildi. Ayrılık hakikati bu dünyanın değişmez yazgısıydı. Değil mi ki geçici bir eğlenceden ibaretti dünya ve sonunda herkes gidecekti. Burası ayrılıkların, imtihanların, acıların dünyası olarak kalacaktı. Ahireti kazanmak için tek fırsat oluşundan başka kıymeti yoktu bu dünya hayatının. Muhterem Karakoç’un da dediği gibi “Ahiret dünyayla kazanılır”dı, başka da yolu yoktu. Hayat da buydu işte, anlamı sadece bu olabilirdi. Peki ölüm neydi? Asıl memleketimize gidişten başka neydi öyleyse ölüm? Dirilişimizdi, tesellimizdi, yeniden doğuştu ve bu kez hakikate doğuştu. Bize dirilişi en çok hatırlatan isim de oydu işte. Ne mutlu ona ki Sezai Karakoç demek, diriliş demek oldu. Ne mutlu ki böyle ulvî tabirlerle birlikte anılacak bir hayat yaşadı. Oturup “Ne olacak bu gençliğin hali?” diye yakınanların aksine o, dimdik ayakta kalıyor ve inandığı gençliğe bu zor meseleyi anlatmak için uğraşıyordu. Dirilişi bilen, dirilişi hisseden, özümseyen, haykırandı. Bıkmadan usanmadan, dirileceğimizi duyurandı. Anlaşılmamayı umursamadan, gafilane daldığımız dünyadan bizi umutla çekip çıkarmaya çalışandı. Dirilişe en çok inananlardandı belki de. Eserlerinde evirip çevirdiği hep dirilişti. Diriliş bizim gerçeğimizdi, o da bize bu gerçeği öğretendi. Bizi bu gerçekle büyütendi. Rabbimiz merhametiyle karşılasın, rızasıyla mükafatlandırsın inşallah onu. Düşünüyorum şimdi, ölümün taze hissiyatı henüz hakimiyetini sürdürürken içimde, ne kadar inanıyoruz dirilişe diyorum. Ne kadar tanıyoruz ölümü, düşünüyorum. Nefes nefes yaklaşırken ona, neden hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyoruz? Bir emaneti, sahibini uzun süre görmeyince sahiplendiğimiz gibi, galiba bu yaşamın ve içindeki her şeyin de sahibiyiz sanıyoruz zamanla. Oysa dirilişe inananın dünyayla bunca işi ne? Ölümle dirileceğimizi kabul ettikten sonra, dünya için böyle koşturmak niye? Biz, ölüm sonmuş da o zamana kadar ne yaparsak kârmış, gönlümüzce yaşamalıymışız gibi davranıyoruz. Dirilişi bilenin, ölümün son değil başlangıç olduğunu kabul edenin, sonsuz hayat için koşturması gerekmez mi oysa? Efendimiz Aleyhisselam, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmaya çağırırken; bizler yarını gözardı ediyor ve bugünü hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığımızdan dirilişi unutuyoruz. Düşünüyorum, çok düşünüyorum ama Allah’ım, gaflet yüklüyüz bunu da biliyorum. Unutuveriyoruz yine. Bize ölümü, hakikati, dirilişi unutturma. Sezai Karakoç gibi, burayı sürgün bilip aklı fikri orada olanlardan eyle. Bu dünyada sevdiğimiz her şeyi, ahiretimizi kazanmaya vesile eyle. Ahireti kazandırmayacak tek şeyi bile sevdirme bize. İyi bir diriliş için iyi bir ölüm, iyi bir ölüm için iyi bir yaşam nasip et. Ve biz dirilişi her hatırladığımızda, bize bunu öğretmek için çırpınan üstadımıza da rahmet eyle, onu orada hoşnut eyle Allah’ım! Öyle çok sözü, öyle manidar uyarıları var ki gönlüme dokunan. Her paragrafını yazsam yeridir. Bir kısmını, belki yine uzun olacak ama, sırf okuduğumuzda onu şu anki yerinde sevindireceğini umduğumdan, eklemek istiyorum buraya. Borcumuz çok ona. Ama kaleminden çıkan tek satırı okuyuşumuzla bile mükafat bulacağı bir dinimiz de var şükür. Ah, bir de üzerine düşündük mü o satırların, umulur ki Yaradan sonsuz ikramını esirgemeyecek kendisinden. Burada sebep olduğu her hareket, orada o dipdiri ruhunu şen edecek, şad edecek. Bu niyetle, yazının sonunda, bu eserinden alıntılara yer vereceğim, uzun olacak, haklarınızı helal edin lütfen. Satırlarını sıkıca bastırdığımızda gönlümüze, anlarız zaten, ait değildi buralara. Her sözünün ardından istemsizce ‘ne mutlu’ dökülüyor dilimden. Nasıl da hakiki, nasıl da insan ömrünü fanilikten üstün kılmaya yetecek bir anlayış öyle.. Ona ait cümleleri her okuduğumda, zaten memleketine gitti diyorum içimden. O, hasretini çektiği yere gitti. Şükür ki kavuştu Yaradanına. Aşk taşıyor bütün cümlelerinden. Ne mutlu! Yazdığını yaşamış resmen, yaşamayı başarmış, ne mutlu! Dirilişe inandığı gibi, ölümden sonrası için ve o sadelikle.. Dünyaya kapılmadan, ahireti umarak.. Ne mutlu! Bu ne mübarek, ne engin, ne zengin bir hayat. Dirilişi de yaşayışı gibi mübarek olur inşallah. Biz sadece onsuz bir dünyada kalışımıza üzülebiliriz. Yoksa biliriz, ölecek olmak tesellisiyle dayanıyordu zaten bu sürgüne, en güzel muradına erdi şimdi o. Üzerimizde hakkı, inancımızın serpilip gelişmesinde emeği, fikrî birikimimizde tesiri hayli fazla Karakoç’un. O Hakk aşığına, diriliş sevdalısına, ahiret müştâkına; bütün sevenleri ve yetiştirdiği nesiller adına, hürmet ve muhabbetle dualar gönderiyorum. En Sevgilimiz, onun en Sevgilisi, razı olsun kendisinden. Bizlere de öyle sevda yüklü bir gönül, hasretle beklenmiş bir kavuşma lutfetsin. Bu vesileyle bir de, hem onun için hem de ebedi aleme uğurladığımız tüm yakınlarımız için Fatiha’nızı rica ediyorum. Allah bizleri o diriliş günü buluştursun, bunu niyaz ediyorum. Diriliş Nesli için umutla koşturan Karakoç’a ve diğer tüm büyüklerimize layık olmak duasıyla, dirilişi unutmayan nesiller olabilmek ve yetiştirebilmek umuduyla... Sonuna kadar sabredip okuyarak onu sevindirecek olanlara şimdiden müteşekkirim. Mahşerde Havz-ı Kevser’de buluşmak nasip olsun sevenlerine.. Ruhun Dirilişi adlı eserinden, şimdi hasretini çektiği yere kavuştuğunu düşünerek okuduğumda gönlüme dokunan bazı satırlar; “Her şey Allah'la diridir. İnsan, Allah'a inancını yitirmişse, ölüdür. Ruhu boğulmuştur, koğulmuştur onun. Onu diriltecek olan Allah inancıdır. Allah'ın her zamanda ve her yerde var ve hazır olduğuna inanmak.. Akıldan geçen düşünceyi, uzanan eli, kımıldayan kafayı, atan nabzı O'nun bildiğini, gördüğünü bilmek. Allah'ın buyruğu dışında kımıldanmanın imkansızlığını kavramak. Allah aşkı dışında bütün aşkların, Allah'ın varlığı dışında bütün varlıkların, Allah'ın buyruğu dışında bütün buyrukların yok olmaya, bozulmaya, değişmeğe, çürümeğe, ölmeğe mahkum olduğunu kayıtsız ve şartsız bilmekten gelen yüce inanç. Ona ortak koşmamanın fecri. Ruhun önüne dikilen putları kırma seheri. İnsanın ve eşyanın ancak Allah'la var olabileceğinin şuuruna erme yüceliği… Allah'la insan arasında, inanç, en çabuk ulaştırıcı ve erdiricidir. Kur'an bu inanca götüren, Peygamber de Kur'an'a götürendir. İnsan, yükseldikçe Allah'a gidecektir. Allah'tan mahrum oldukça, ruhu kuruyacak, kaditleşecek, çirozlaşacaktır. Allah'a inandıkça, O'nun var olduğunu kavradıkça, bahara ermiş ağaçlar gibi yeniden uyanacak, ölüyken dirilecektir. Ölü toprakların yağmurla dirilişi gibi, ölü arzın baharda uyanıp kabarışı ve yeşilliklerle donanması gibi, ölü insan ruhu da Allah'a inanmakla dirilecektir. Allah'ın diriliğiyle yaşayan insan ne mutludur! Bir faninin Baki olan Allah'a susaması ne kutlu bir alınyazısıdır!” (Syf: 46, 47) “Şu dünya hayatında sahip olup olabileceğimiz en büyük müjde, Allah'ın varlığıdır. İnsanların birbirlerine taşıyabilecekleri en büyük müjde budur. Hatta denebilir ki, tek müjde budur. Çünkü öbür bütün müjdeler bu müjdeye bağlı. Ben bir insana bir konuda, diyelim ki, maddi bir konuda bir müjde götürürsem, o müjdenin bir anlam ifade etmesi için, gerçekleşmesi; gerçekleşmesi için de ilahi takdire doğru gelmesi gerekir. Bu da Allah'ın varlığı ile olan bir şey. Işığın karanlıkları delip gelmesi, hareket etmemiz, besinimizi bulmamız, besinin hayat sürdüren bir öz taşıması, düşüncelerimiz, yaşantılarımız hep o kaderden, Allah'ın bağışından gelmekte. Allah'ın varlığı müjdesini taşımak, varoluşumuzun anlamını taşımak demektir. Niçin yaratıldığımızın anlamına ancak o ışık tutacaktır. Allah'ın varlığının müjdesini taşımak, insanlara barışın müjdesini taşımak demektir. Çünkü hepimizin üstünde mutlak kudret sahibi olan Allah'ın buyrukları içinde, barış ve sulh içinde yaşamak, O'na inanmanın en tabii sonucudur. Allah'a inanmanın müjdesini taşımak, bu dünyanın dar ufuklarında boğulan insanlara başka dünyaların da varlığını müjdelemek demektir. Evet, bu dünyada hakkı verilmeyen, öteki dünyada hakkını alacaktır. Bu dünyada zulme uğrayan, öteki dünyada zalimin nasıl cezalandığını gözleriyle görecektir. Bu dünyada putların boyunduruğunda ezilen halklar, öbür dünyada bu putlaştırılan kişilerin çektiklerini gözleriyle göreceklerdir. Allah'a inanmanın müjdesini taşımak, öyleyse zulme boyun eğmemeğe çağrıdır. Puta tapmaya başkaldırmaya çağrıdır. Allah'a inanmaya çağrı, insan ruhunun ve gönlünün pak ve tertemiz hale gelmesi için bir müjde ve gönül karanlıklarının giderilmesi için bir ışık tutuşturmaya çağrıdır. Allah'a inanmaya ve O'ndan başkasının önünde eğilmemeğe çağrı, insanlık şerefine, insanlık onuruna, insanlık şanına, insanlık haysiyetine bir çağrı ve bir müjdedir. Allah'a tam anlamıyla inanma, O'nun her yerde ve zamanda hazır olduğuna inanma, O'nun her şeyi gördüğüne ve her sözü işittiğine inanma, O'nun bir işi yapma veya bir şeyden kaçınma gücünü bize veren olduğuna inanma ve bu inancın bir insandan başka bir insana taşınması, ulaştırılması; insanı ve insanlığı ayakta tutacak tek ilkedir. Bu ilke, insanlığa göklerin müjdesidir. Bu ilke, insanı hayvandan ayıran ilahi belgedir. Bu ilke, Kur'an'ın ebediyete kadar diri kalacak mesajının birinci temel ilkesidir.... İnsan ruhu, insanlığın ruhu, zaman zaman ölüm şartlarına gelir. Onu ölümden kurtaran, ona yeniden hayat veren, onu dirilten, Allah'ın varlığına inanma müjdesidir. İnsanın dirilişi bir müjdedir. İnsana verilmiş büyük bir müjdedir. Öldükten sonra dirileceğimiz, anlarsak, bizim için ne büyük bir müjdedir. Bu müjde, Allah'a inanma müjdesinin yemişidir. Müslüman olmak bir müjdedir. İnsanın hem kendisine, hem çevresine, hatta hem de eşyaya bir müjdesi. Allah'a inanmanın büyük sevincini yere göğe yazma müjdesidir müslüman olmak.... Ölümden sonra dirilme, bir müjdedir. Diriliş bir müjdedir. Haksızlığa uğrayan için bir müjdedir. Onların hakkı Diriliş Gününde alınıp verilecek ve hak yerini bulacak demektir. Kötülüğü içinden geçiren için de bir müjdedir ölümden sonra dirilme. Böylece bundan vazgeçecektir. Kötülüklerden kaçınacaktır insan. Kader, ağır alın yazıları olanlar için bir teselli kaynağıdır, onlara dayanıklılık ve sabır veren bir kaynaktır. Başa gelenlerin sabırla karşılanması için dayanmak gerektiğini işaretleyen büyük sırdır kader ve Allah'ın yaratıcılık sırrı. Allah'ın yaratıcılık sırrı, mümin için en büyük müjdedir. Allah'ın yaratıcılık özelliği en büyük zırhımız, koruyucumuzdur. Allah'ın yaratıcılık sırrı ve aşk, varoluşun temel müjdesidir. Her şey O'ndan geldi ve O'na gidecek. Bu, müjdedir.... Allah'a inanmanın, peygamberlere bağlanmanın, Kutsal Kitap Kur'an'a sarılmanın, ölümden sonra dirilmeye inanmanın müjdesini bütün dünyaya yaymak ödevi bize düşer. Bu, zaten bizim için de tek kurtuluş yoludur.” (Syf: 102, 103, 104, 105, 107) “Yeryüzündeyiz, evet. Ama, ölümden sonra kalkışa, hesaba, Cennet ve Cehenneme inanmakla, yeryüzünün bir ara uğrayıp sonra sönen bir kabarcığından ibaret olmadığımızı bilmemiz, bize insan olmanın şanını öğretmektedir. Sadece yeryüzünün bir köpüğü değiliz biz. Sadece, yeryüzünde bir sivilce gibi doğan ve batan bir toprak sıkıntısından ibaret değiliz.... Evet, biz arzın bir sivilcesinden ibaret değiliz. Biz, arzın konuğuyuz. İçimizde dönüş arzuları var. Götüreceklerimize göre ağırlanacağımız bir "yuva" var. Bir Döndürücü var, bir "aslına çevirici" var. Ne yana dönersek dönelim, hangi bucağa gidersek gidelim, bizimle olan, bizi gücüyle çeviren, korktuğumuzda andığımız, yüceldiğimizde zikrettiğimiz, inandığımızda önüne kapandığımız, günün beş vaktinde önünde yere kapandığımız, bizi koruyan, bize acıyan, bizi cezalandıran, bizi armağanlara boğan, yaratıcı, öldürücü, değiştirici, çarpıcı, gülü açan, bülbüle o ilahi sesi veren, bulutların binbir biçimiyle göğü zenginleştiren, samanyollarının sahibi, var edici ve yok edici Allah var.” (Syf: 111, 112) “Ölenler, her gün aramızdan geçip gidenler, bize başka bir dünyanın varlığından bu gidişleriyle haber verirler. Fakat biz daldığımız dünya uğraşıları içinde bir an için yine onu unuturuz. Yeni bir ölüm belgesi, tabiattaki doğum ve ölümler, ölüp de dirilmeler, kış, yaz, mevsimlerin ölüş ve dirilişlerle gidiş ve gelişi hep bizi uyarır. Biz unuturuz ama ölüm bizi unutmaz. O bizi her an uyandırmaktadır. Nasıl riyazetle, çile çekerek bir halden daha iyi, daha yüce bir hale geçilirse, ruh, olduğu durumdan daha yükseklere erişirse, ölümle de insandaki fani unsurlar ruhtan koparılmakta, ruh bu kopuştan Allah'ın bileceği belli bir süre sonra tekrar vücuda kavuşmakta ve böylece "ölümden sonra dirilme" insana erişmektedir. Dünyada hep mükemmelleşmeye doğru giderek ölüm denen dar geçidi de tam bir imanla geçen ruh, mükemmellikler dünyasına, yücelikler alemine ulaşmakta; dünyada hep aşağılanan ruh ise aşağılıklar dünyasına.” (Syf: 146, 147) “İlerleyen insan ölüme bakar, hep ölüme bakar. Hayatın her tür ve görünüşünde ölüş ve dirilişlerin birbirini kovalarcasına akışında zihnini ve ruhunu yıkar. Günlük hayat, zihin hayatı, ruh yaşantıları, realiteye estetik uzanışlar ölümle birlikte olursa; daha derin bir kavrayışla evren içinde varlığını duyacaktır ve duyuracaktır insanoğlu. Ölüme bakmak, ölümü yaşamak, realiteyi ölümle analiz etmek, hayatın inkarı demek değil. Tam tersine hayatı iyice anlamak, iyice kavramak için ölümün yardımcı elini reddetmemek bu. Ölümle uğraşan, hayatla uğraşıyor demektir aynı zamanda. Ölümle hayat, fotoğraftaki siyah-beyaz gibidir. Biri olmayınca öbürü de yoktur. Ölümle hayat, ikisi birlikte, varoluşumuzun tümünü meydana getirirler.” (Syf: 152) “Namaz, oruç, Kur'an, oluştaki hikmetleri idrak ediş, hac yolculuğunun ruhani psikolojisi, zekattaki manevi rahmanilik, hep öteki dünyaya bu dünyadan işaret eden ilahi bağışlardır bize. Evet, ölümden sonra bir diriliş vardır ve öldükten sonra dirilenlerin bir toplumu olacaktır. İşte insanlar bu dünyada ister yalnız başlarına yaşasınlar, ister kendilerine elverişli veya elverişsiz bir topluluk içinde bulunsunlar, o dünyada kendilerine uygun bir toplumun içine katılacaklar ve onlarla birlikte layık oldukları hayata yeniden kavuşacaklardır. Evet, ilerde büyük mahşeri insanlık toplumları oluşacaktır. İnsanlığın sonu, daha büyük ve ebedi bir insanlığa dönüşmektir, toza toprağa dönüşmek değil.” (Syf: 173) O gün, o topluluklar arasında; başta Efendimiz Aleyhisselam olmak üzere tüm sevdiklerimizle bir arada olabilmek duasıyla...
Ruhun Dirilişi
Ruhun DirilişiSezai Karakoç · Diriliş Yayınları · 20191,736 okunma
··
1.937 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.