Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

132 syf.
·
Puan vermedi
“Ödlekler cesurdur” diyerek yaşama tutkuyla bağlı olmanın özrünü dileyen William Saroyan, hayata tam bir yazar gibi başlamış, yazar gibi yaşamış ve yazar gibi bitirmiş bir yazardır. Üç yaşındayken verildiği yetimhanede, annesine ve ailesine yeniden kavuşacağı güne kadar geçirmiş olduğu beş yıl, yaşama hiçbir kutsiyet atfetmeden bağlanmasının ve sevmesinin kaynağı olsa gerektir. Bitlis’ten Amerika’ya göç etmiş bir Ermeni ailesinin, Amerika’da dünyaya gelen üyesi olan Saroyan, “Ödlekler Cesurdur”u öz yaşam öyküsünün genel hatları üzerine kurgulamıştır. Fresno’da ki göçmen hayatını ortak paydaları sayabileceğimiz on dört farklı öyküde, kimlik, göç, savaş, vatan, gurbet, din ve her nevi kutsallık, hayata tutkuyla bağlı bir ödleğin kayıtsız, tutkusuz ve cesur mizahıyla hicvedilmiştir. Tasarlanmış fakat tamamlamak için bizzat yazarının erindiği büyük bir aile romanının, sırf bu tasarı zayi olmasın diye özetlenerek öyküleştirilmesi olan “Ödlekler Cesurdur” bu yönüyle “Yitik evin varislerini” ve yazarın çağdaşı olan John Steinbeck’in “Cennet Çayırları”nı anımsatmaktadır. Özetlenmiş bir edebi eserin yeniden özetini yapmanın güçlüğünü akılda tutarak devam etmek gerekirse öykü; rasyonel temellerden uzak bir kutsallığın insan hayatını ne denli zorlaştırdığına dair silik/ödlek göndermelerin, gönderilmesine imkân kılacak bir kurguyla kaleme alınmıştır. Hikâye kişileri, yine Steinbeck’in ve Totovents’in bahsi geçen kitaplarında olduğu gibi karikatürize edilerek anlatılmıştır. Bu karikatürizasyonda çizgilerin belirleyicisi, ödlekliği cesaret temelinde meşrulaştıran kutsal bir dünyanın gereksizliği ve insan hayatına yaptığının zulüm olduğu önermesidir. “Yitik Evin Varisleri”ndeki Anadolululuk burada da tüm somut delilleriyle karşımıza çıkmaktadır. Saroyan ailesinin Amerika’da göçmen olarak verdikleri varlık, kimlik ve aidiyet mücadeleleri, 1960’lardan sonra Almanya’ya işçi olarak giden Anadolu insanlarınınkine benzerlik arz etmektedir. Aradaki 70-80 yıllık zaman ve milli farklılıklara rağmen karşımıza çıkan bu benzerlik, her şeyden önce Anadolu coğrafyasının kültürler üzerindeki egemen gücüne işaret etmektedir. Fresno’da Ermenilerin memleket özlemlerini giderdikleri Arax kahvehanesi, bu gün bile büyük şehirlerimizde örneklerine rastlayabileceğimiz nitelikte bir getto sosyalleşme mekânıdır. Arax kahvehanesi, Anadolu’dan göçmüş Ermenilerin benzerlerini bularak acı ve hasretlerini giderdikleri sığınaklarıdır. Diğer taraftan göç edilmiş toprağın ancak kendisine defnedilen ilk mevtadan sonra Vatan bellenmesi, ürkütücü şehirde tren yolculuğuna çıkacak genç üyeye, ailenin güngörmüş yaşlı üyesi tarafından yolculuk esnasında karşılaşacağı olası tehlikeler ve bunları bertaraf etme yollarının nasihat edilmesi ve nasihati alanın önerileri test edip boşa çıkardıktan sonra hemen bahse konu sosyal sürece dahil olup, kısa sürede maniplasyona başlayacak derecedeki esnekliği, şehre uyum aşamasında ailenin gelecek nesillerine yüklenen misyon vb. tastamam Anadolu taşralılığının yansımalarıdır. Bilhassa hatip kuzen Dikran’a, aile büyüklerinin, Anadolu insanının kendisini ayakta tutan sözlü kültürünü yok sayan bir kompleksle yazılı/batılı kültüre karşı beslediği hayranlık yine tastamam Anadolu menşelidir. Tüm hikâye, büyüdüğünde yazar olacak haylaz bir çocuk tarafından, kutsal bir dünyanın kayıtsız bir eda ile aşağılanmasıyla anlatılmıştır. Birbirinden bağımsız hikâyelerin hemen hepsinde her nevi kutsiyet cesur bir ödlek ağzıyla hicvedilmiştir. Kutsallığı; savaşın, kavganın ve her türlü huzur bozan ayrışmanın meşruiyet kazandığı zemin olarak sunan yazar çözüm önerme zahmetine girmiş değildir. Bilhassa İtalyan’ları ele aldığı bölümde, bir milletin kendisinden nefret edildiğine inandığında nasıl militarize olduğuna dikkat çekmiştir. İkinci Dünya savaşının iki ünlü diktatörü Hitler ve Mussolini’nin yeşerdiği bataklık tam olarak budur: Ulusal olarak “dış mihraklar” paranoyasına kapılan İtalyanlar ve Almanlar bu paranoyayı maniple edecek yetenekteki diktatörleri sayesinde ve onların kazandırdığı ivme ile tarihteki utanç verici yerlerini almışlardır. Anlatımda zengin ve aşina olduğumuz bir mizah vardır. Mizahı bize aşina kılan, muhtemelen amca, dayı, teyze, kuzen, büyükanne, dede vb.’den müteşekkil geniş aile yapısının, şehirde de muhafazası ve bununla birlikte her bir mensubun kendi bireysel kentlileşme macerası üzerine inşası ve bu süreçten beslenmesi olsa gerektir. Bilhassa romantik ve aydın Kaspar’ın, ilişkisinin müzelik metalarından saydığı imzalı Kreutzer Sonat’ın, hızla yedi çocuğun üretildiği evliliğinin bir aşamasında kavga anında silah olarak kafasına fırlatılması, Anadolu kadınlarının şehre, -entelektüel anlamda-erkeklerine nazaran daha geç entegre olmasının yine bizlere aşina trajikomik bir örneğidir. Yabancı başlıklı öykü, eseri göçmen edebiyatı kervanına katan, alt-üst kimlik ve aidiyet meselelerinin masaya yatırıldığı ve buna mukabil Anadoluvari bir esneklikle, sarımsaklı Ermeni yemeklerinin itibarının korunduğu bölümdür. Zanaatkâr bir millet olan Ermenilerin bu hasletlerine Çoban kızı öyküsü bir nebze ışık tutmaktadır. Bu öyküde zanaat Ermenilere, kadınları tarafından nasihat edilmektedir. Türk anneleri nasıl ki erkek çocuklarına bu hayatta mutlu ve ayakta kalabilmek adına yiğitlik, mertlik, dürüstlük ve namusu salık vermekteyse bu öyküde ki Ermeni büyükanne de torununa hayatta mutlu ve ayakta kalabilmek için bir zanaat edinmeyi tavsiye etmektedir. Çabucak bir genellemeyle bir toplumun yaşlı kadınlarının, torunlarının kulaklarına fısıldadıkları şeyin, o toplumun atadan neyi getirdiği ve evlada neyi aktardığını göstermektedir. Tarih boyunca savaşarak ve seyahat ederek evrilmiş Türkler varlık ve beka için şüphesiz ki cesarete ve militer bir örgütlenmeye ihtiyaç duya gelmiştir. Halk söylenceleri de şüphesiz ki bu ihtiyaç nazarında kurgulanıp nesilden nesile aktarılmıştır. Buna mukabil Ermeniler tarih boyunca varlılarını egemen güçlerin teveccühünde bulmakla sanat ve zanaata yönlenmişlerdir. Bu doğrultuda edindikleri toplumsal tecrübe ise nesiller arası bağdaştırıcı ve aktarıcı yaşlı kadınlar vasıtasıyla, Çoban kızı öyküsünde olduğu gibi yetişen yeni kuşağa aktarılmaktadır. Bilhassa ataerkil toplumlarda, tüm o erkek egemen görüntünün altında heybetli bir kadın kudreti yatmaktadır. Bu gibi toplumlarda erkeklerin ne zaman ve ne şekilde ölmesi gerektiğinden tutun hangi sanat ve zanaatla uğraşması gerektiğine kadar karar verici otorite kadınlardır. Ödleklik, bu kitapta, vatanından savaşmadan ayrılan bir göçmen için, yazarının da pek tabii bir şekilde ispat ettiği gibi cesurca ya da daha doğru bir ifadeyle rasyonel sayılabilir. Fakat kozmopolitanlaşmamış ve toprağının altı kendisi için savaşarak ölmüşlerle dolu olanlar için bu öyküde meşruiyetle kutsanan ödleklik tartışma kabul etmez bir açıklıkla düpedüz ödlekliktir.
Ödlekler Cesurdur
Ödlekler CesurdurWilliam Saroyan · Aras Yayıncılık · 2018278 okunma
·
212 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.