Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

160 syf.
·
Puan vermedi
“Atina Tuzun Var mı?”, Hagop Demirciyan’ın, yaşamından kesitlerle kurguladığı 23 öyküden oluşan öykü kitabıdır. Demirciyan, Birinci Cihan Harbine –ekmekçi olarak da olsa- katılmış ve savaştan sağ salim çıkmış ve fakat köyünde bıraktığı dedesi, annesi, karısı ve dört çocuğundan bir daha haber alamamış bir Ermeni’dir. Bu yönüyle, yani kayıpları bakımından büyük dünya savaşının nice mağdurlarındandır ve hikâyelerinin tamamında bu suskun ve ağır kederin izleri vardır: tıpkı kitap kapağındaki yaşlı ve yorgun gözlerinden daha ilk bakışta okuyabileceğimiz gibi. Kitaptaki 23 öykünün tamamı, edebiyatı ve dili iyi bilen bir yazarın, çok da edebi olmayan ürünleridir. Öykülerde anlatım, kurgu ve içerik bakımından öykü-roman okurunu heyecanlandıracak, içine çekecek bir şey yoktur. Öte taraftan kitap, yazıya dökülmüş bir müze ve antropologlar için bol bol inceleme nesnesi sunan bir veri bankası gibidir. Öyle ki bundan birkaç asır sonra kitap, bas bayağı belge niteliği kazanacak nitelikte detaylarla donatılmıştır. Kitap, karısının gündelik hayatını genelleyerek aktardığı öyküyle başlar. Tastamam bir Anadolu gelini olan karısının gündelik hayatının akışını, geniş zaman ve sonsuza uzanan sarı, ıssız bir dinginlikle ve muhtemelen kaybedip kendisinden bir daha haber alamamış olmanın uzun uzun yaşanıp sinmiş hüznüyle aktarır. Anne, baba, dede, nine ve çocuklardan oluşan ve kitabın sonuna kadar bize eşlik edecek büyük ailenin teşkilat şeması ve gündelik işleyişi ana hatlarıyla verilir: İşlerin neredeyse tamamını yüklenmiş ve tek hür alanı türdeşleriyle karşılaşıp sosyalleştiği çeşme başı olan bir Anadolu gelini, kreş, yemek ve benzeri geri hizmet vazifesini yüklenmiş bir nine, arada derede bir koca, silik çocuklar ve evin huzurunu bozan ama yine de itibarı zirvede bir Anadolu dedesi… “Nimet” kavramının kutsallığının neredeyse tamamen o yörenin Müslüman ahalisinde algılandığı gibi algılanması kayda değerdir. Bu kavram, bu yüce mertebesini muhtemelen kıtlık ve yoklukla yoğrulmuş Anadolu insanının ortak savunma refleksine borçlu olsa gerektir. Orta ve alt tüm dindarlarda olduğu gibi din, Demirciyan’ın Ermenilerin ’de de yaşamı ve evreni bir öğrenme ve kavrayıştan ziyade, kendisine karşı bir teselli ve açıklama rolünü üstlenmiştir. Kıtlık korkusunu dindirmek ve tehdidini bertaraf etmenin naif yolu, “nimetin” meşru dairesinde kati surette her hangi bir cinsel eylemde bulunmamaktır. Kim bilir hangi kıtlık dönemi hangi “azgın” kuşağın arsızlıkları neticesinde vuku bulmuştur! Bu topraklarda nimetle şaka olmaz! Artı huzurunda terbiyesizlik de yapılmaz! Yoksa “nimet” alır başını gider… Bu kitapta ve daha önce incelediğimiz benzeri kitaplarda, dini ve milliyetleri farklı olan Türk, Kürt ve Ermenilerin arasındaki tespit ettiğimiz bu doğrultuda ki benzerlikler, yazılı kültürden uzak ve göreceli olarak cahil olan halk kitlelerindeki toplumsal ve kültürel hayatı en fazla etkileyen unsurun coğrafya olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Ve fakat bu gerçek buna tabi olanlardan ziyade, zaman ve mekân olarak onlardan çok çok uzakta ve daha ziyade yazılı kültüre tabi olan bizler için aşinadır. “Anaa gâvurlar da adammış” diyen Türk gelin de olduğu gibi, dönemin ve yörenin insanları için, tabi olup benimsedikleri pek çok kültürel ve toplumsal olgu, pek çok şeyde olduğu gibi kendisini dinle refere etmektedir. Mutfakta sevişmeyen Türkler de, Ermeniler de, Kürtler de bu dikkatlerinin kaynağını her biri kendi dininde bulmakta ve Tanrılarını kızdırıp aş-ekmekten olmamak için, tarla ve ekinden, tarım teknikleri veya ticari reçetelerle ilgilenmekten ziyade bu kural üzerinde durmaktadırlar. Demirciyan’ın öykülerinde durmuş bir zaman vardır. Dünya dönmüyor gibidir. Fakat Elazığ’ın bitki örtüsünden tutun, genel coğrafi özelliklerine, ahalinin kullandığı gündelik eşyalardan, mutfak kültürüne her nevi detay –durmuş zamanın da avantajıyla- uzun uzun kaydedilmiştir. Bilhassa kültürel detayların, çok vakti olan bir yazar tarafından bu titizlik ve detayla kaydedilmiş olması önemlidir. Zira bu detaylarda, harbin getirdiği şartlar içerisinde birbirine ötekileşmiş Türkler ve Ermenilerin neleri ne oranda paylaştığının izlerini sürmek mümkündür. Bu ortak paydaları tespit edip kök-sebep analizleri ile neden sonuç ilişkisi tesis etmek, Anadolu coğrafyası ve Anadolu kültürü üzerine muteber bilgiler elde etmeyi mümkün kılar. Tarih olayları ve daha ziyade egemenlerin iktisadi köşe kapmaca oyunlarını kaydede dursun. İyi ki edebiyat var ve insani duygu ve durumları tarihe not düşüyor. Bu gün bunaltıcı da olsa bir edebiyat ürünü sayesinde yüzyıl öncesinin Elazığ Ermeni ahalisinin ne yiyip içtiğinden, ne düşünüp konuştuğuna kadar pek çok şeyi öğrenebiliyoruz.
Atina, Tuzun Var Mı?
Atina, Tuzun Var Mı?Hagop Mıntzuri · Aras Yayınları · 20009 okunma
·
132 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.