Belleğin flaş ışığında, nerdeyse gözleri kamaştıran aydınlıkta
bir resim parlayıverdi: Daniel Laurençon,
kendi yaşlarında bir yeniyetmeyle IV. Henri Lisesi’nin avlusunda
tartışarak dolaşıyordu. Oydu, Elie Silberberg’di tabii.
İkisi 1967’de Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık sınıfındaki
karşılaşmalarından bu yana sık sık tartışırlardı.
“İç savaş kavramı halka malolmuş bir düşüncedir” diye
cevap verdi Rosenthal. “Bunun patentini almak gerekmez.”
Okulun açıldığı ilk günlerdi, belki de tam açılış günü.
Elie Silberberg, Paris’in güneyindeki bir liseden geliyordu.
Daniel Laurençon ise tüm öğrenimini IV. Henri Lisesi’nde
yapmıştı. Bu ilk teneffüsün güneşinde sırtını bir duvara yaslamış,
çevrenin gürültü patırtısına aldırış etmeden kitap okuyordu.
Elie, kalbi güm güm atarak kitabın başlığını
okumayı sonunda başarmıştı: Fesat.
Bunun üzerine, rolünü iyi bilen, onunla tamamen
özdeşleşen bir aktörün kendine güvenen sesiyle Nizan’ın
romanının ilk cümlesini ezbere söyledi. Gözde kitaplarından biriydi bu.
“Uzun lafın kısası, bu derginin adı İç Savaş olmalı diyorum ben...”
Daniel Laurençon gözlerini kaldırmıştı.
Şaşırmıştı ilkin, ardından da gülümsemeye koyulmuştu.
“Neden olmasın” dedi, romandaki Laforgue’nin metnini tekrarlayarak.
“Hiç de fena değil, isim olarak üstelik bizim söylemek istediklerimize
de denk düşüyor. Ama bu adı kullanma hakkını daha önce
başkalarının almadığından emin misin?”
Daha sonra açık, hatta sert ve tiz bir sesle romandaki şu cümleyi
birlikte söylemişlerdi: “İç savaş kavramı halka mal olmuş bir düşüncedir.
Bunun patentini almak gerekmez!”
Birbirinin suç ortağı olarak gülmüşlerdi.
1967 yılının eylül ayıydı.
Tanışmaları işte böyle, Paul Nizan’ın Fesat adlı kitabı sayesinde,
Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık sınıfına başladıkları
ilk günün güneşi altında olmuştu.