Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Psikolojinin Objektif Olmadığını Kanıtlayan Deney: Rosenhan Deneyi
Rosenhan Deneyi Neyi İspatladı? Bu deney, psikoloji/psikiyatrinin nasıl bir disiplin olduğunu gösteren çok önemli bir araştırmadır. Psikoloji tarihinin en çarpıcı deneylerinden biri olan ve psikiyatri câmiâsını tarumar eden bu deney, 1969-1972 yılları arasında David Rosenhan adındaki Amerikalı bir psikiyatrist tarafından yapılmıştır. Rosenhan; bu deneyi, şu soruyu cevaplamak için yapıyor; “Bir kişinin akıl sağlığının yerinde olup olmadığı ve akıl sağlığının derecesi kesin olarak anlaşılabilir mi?” Rosenhan, psikiyatrinin ve psikiyatri uzmanlarının düşüncelerinin objektif kriterlere dayanmadığını düşündüğü için kendisi bu konuda bir hayli kötümserdir; ama onun bu hipotezini bir deneyle kanıtlamaya ihtiyacı vardır. Deneyi bu amaçla yapıyor ve sonunda da tezini itiraz edilemeyecek bir şekilde kanıtlıyor. Yani kendisi de bir psikiyatrist olan Rosenhan, psikiyatrinin objektif kriterlere dayanmadığını ve hatta psikiyatrik tanılama sistemine güvenilemeyeceğini ispatlıyor. Rosenhan, bu deney için kendisi ile birlikte üç psikolog, bir psikiyatr, bir öğrenci, bir pedagog, bir ev kadını ve bir ressamdan oluşan sekiz kişilik bir grup oluşturuyor. Gruptakilerin her biri ayrı ayrı gaipten sesler işittiklerini söyleyerek bir psikiyatri kliniğe müracaat ediyorlar. Aslında bu 8 kişinin hiçbir rahatsızlığı yok; gaipten sesler işitiyor değiller. Yani sahte hasta numarası yapıyorlar. Buna rağmen hepsi müracaat ettiği psikiyatri kliniğe kabul ediliyor ve hepsi yatırılıyor. Kliniğe kabul edildikten hemen sonra ise deneyin ikinci aşamasına geçiliyor ve gruptakilerin hepsi [anlaştıkları şekilde] herhangi bir rahatsızlıklarının kalmadığını söyleyerek normal davranıyorlar; ama hiçbir klinik yönetimi ve doktorlar onların bu ifadelerini kabul etmiyorlar. Onlar da ısrarlı bir şekilde iyi olduklarını söylemeye devam ediyorlar; ama en erken taburcu olan sahte hasta bile klinikte yedi gün kalmak zorunda kalıyor. Klinikten çıkan her bir katılımcı, farklı bir isimle ve aynı iddia ile başka bir kliniğe başvuruyor. Grup üyeleri bu şekilde her seferinde çeşitli sesler duyduklarını iddia ederek toplamda 12 farklı psikiyatri kliniğine müracaat ediyorlar. Hastanelerin ve doktorların kalitesinin deney üzerinde etkili olmadığını göstermek için farklı türde kliniklere başvuruluyor. Müracaat edilen hastaneler içinde özel hastane, kırsal kesimlerdeki devlet hastaneleri ve büyük şehirlerdeki üniversite hastaneleri bulunuyor. Hastaneler gibi yalancı hastalar da yaş, eğitim ve meslek grubu açısından farklı gruplardan seçiliyor. Tanınma veya araştırılma riskine karşı da takma isimler kullanıyorlar. Gaipten sesler duyduklarını söyleyerek farklı psikiyatri kliniklerine başvuran bu 8 hastanın hepsi, kafalarında “boş”, “boşluk” ve “nafile” gibi sözcüklerin tekrarlandığını iddia ediyor. Tabi bu sözcükler varoluşsal bir krizin sinyallerini verdikleri için Rosenhan ve ekibi tarafından özellikle seçiliyor. İlginç olan şu ki, bütün klinikler bu 8 kişilik grubun tamamına yani sahte hastaların hepsine psikiyatrik hasta tanısı koyuyorlar. Gruptan 7 kişiye şizofreni, 1 kişiye manik-depresif psikoz tanısı konarak tümü hastaneye yatırılıyor; ve bu sahte hastalar ortalama 19 gün olmak üzere 7 ile 52 gün arasında hastanede kalıyorlar. Klinik yönetimleri ve psikiyatristler, hastaneye yattıktan sonra artık ses duymadıklarını söyleyen ve tamamen “normal” davranan bu kişilerin hasta olmadıklarına bir türlü inanmıyorlar. Hatta klinikte yatan 115 gerçek psikiyatrik hastanın 35'i günlük olarak not tutmaya başlayan ve gözlemlerini yazan bu-sahte-hastalara “sen deli değilsin, sen gazeteci veya profesörsün” diyerek yaygara koparıyor. Yani onların gerçek hasta olmadıklarını anlıyorlar. Ama klinikteki psikiyatristler ve personel bunu anlayamıyorlar. Üstelik hasta gözlem kayıtları incelenince de anlaşılıyor ki ilgili sağlık personelleri bu (sahte) hastalar için şunları yazmışlar: “Hastanın sürekli bir şeyler yazıyor olması, rahatsızlığının bir çeşit dışa vurumu olmalıdır, hatta bu durum sık sık şizofreniyle ilişkilendirilen kompülsif davranışlarla bile karıştırılabilir." Netice itibari ile Rosenhan yaptığı bu deneyin sonuçlarını Science dergisinde “Delillik mekânlarında akıllı olmak” başlığı ile yayınlıyor ve diyor ki; Psikiyatri kliniklerinde, akıl sağlığı yerinde olanla olmayanı ayıramadığımız apaçık ortadadır. Hiçbir hastane, yalancı hastaların katılımıyla gerçekleşen bu deney boyunca her şeyin bir rol olduğunu asla fark etmedi. Hiçbir raporda bu hususta bir şüphe dahi yer almıyor. Aksine, kanıtlar gösteriyor ki katılımcılar bir kez şizofreni teşhisi konduktan sonra hep bu şekilde anılmış, bu şekilde etiketlenmiştir . Taburcu edilen hastalar için de semptomlarında geçici bir iyileşme olduğu' iddia edilmiş, onların akıllı oldukları kesinlikle fark edilmemiştir, hatta onlara göre hiçbir zaman da akıllı olmamışlardır. Bu sahte hastaların hastaneden “gerileme dönemindeki şizofreni” teşhisi ile taburcu edilmiş olmaları bile Rosenhan’a göre hastalıklarının psikiyatristler tarafından iyileştirilebilir görülmediğini gösteriyor. Çünkü gerileme durumunda şizofreniye sahip olmak, aklı başında olduğunuz anlamına gelmiyor. Nitekim kimse iyileşmiş bir kanser veya verem hastasını kusurlu olarak görmüyor; ama psikiyatri kliniğine “çeşitli sesler duyma” şikayeti ile tek bir defa gelen bir hasta bile hayatı boyunca üzerine yapışacak bir etikete sahip oluyor. Rosenhan'ın bu yayını, psikiyatri câmiâsında doğal olarak büyük bir depreme neden oluyor. Ülke genelindeki psikiyatri klinik şefleri deneye itiraz ediyorlar. Deneyin sonuçları, Rosenhan da dâhil ülke genelindeki bir çok psikoloji/psikiyatri şefi tarafından yine aynı dergide tartışılıyor. Tabi bunların önemli bir bölümü sonucu kabullenmek istemiyor. Bir bölümü bu deneyin psikiyatriye karşı güven sarsıcı olduğunu ve bunun da hastaları olumsuz etkileyeceğini söylüyor; ama psikiyatrik tanıların, diğer tıbbi disiplinlerdeki tanılar gibi biyokimyasal testlerle desteklenemediğini söyleyerek durumu kabullenenler de oluyor. Yani bu deney, her halükarda psikiyatri câmiâsında büyük bir yankı uyandırıyor. Fakat iş burada da bitmiyor. Sonucu kabullenmek istemeyen bir hastane yönetimi, Rosenhan ile iletişime geçerek ona adeta meydan okuyor. Ondan hastanelerine önceden haber vermeksizin yalancı hastalar göndermesini, bunu yapması halinde yalancı hasta ile gerçek hastaları tanıyacaklarını ve böylece deneyin doğru olmadığını göstereceklerini iddia ediyorlar. Bunun üzerine Rosenhan de meydan okumayla karışık bu teklifi kabul ediyor. Rosenhan anlaşma gereği bu hastaneye 3 ay boyunca bazı sahte hastalar gönderecek ve bu hastanedeki psikiyatristler de bu sahte hastaları tespit ederek sonucu kamuoyuna duyuracaklar. Nitekim hastane yönetimi, belirlenen bu 3 aylık sürecin sonunda sonuçlarını ilan ediyor; Buna göre bu 3 aylık dönem içinde psikiyatri kliniklerine 193 hasta müracaat etmiş ve bunların 41'inin yalancı hasta olduğunu tespit etmişlerdir. 42 hastanın da simülasyon yaptığından şüphelenmişlerdir. Yani [hastaneye göre] müracaat eden 193 hastanın 41'i kesin, 42'si ise şüpheli sahte hastadır. Ama sorun şu ki, aslında bu 3 aylık süre içinde Rosenhan tarafından bu hastaneye gönderilen hiçbir hasta olmamıştır. Yani bu büyük psikiyatri kliniği tarafından 41’i sahte, 42'si de şüpheli sahte hasta olarak raporlanan toplam 83 hastanın hepsi aslında gerçek bir pikiyatrik hastadır. Dolayısıyla psikiyatrik tanılama sistemi ile sahte hastalara psikiyatrik hasta tanısı konduğu gibi deneyin ikinci bölümünde de gerçek psikiyatrik hastalara normal tanısı konmuştur. Yani psikiyatrik tanılama sistemi ile sahte hastalar gerçek hastalar olarak, gerçek hastalar da sahte hastalar olarak tanı almıştır. Rosenhan deneyi bu gerçeği, inkâr edilemez bir şekilde ortaya koymuştur. Psikiyatri câmiâsı bu deney sonucunda psikiyatrik tanılama sisteminin yetersiz olduğunu itiraf etmiş ve teslim bayrağını çekmiştir. Araştırmacılar, bu veriler sonucunda hataya bu kadar açık hiçbir tanılama sisteminin güvenilir olamayacağını -haklı olarak- ilan ediyorlar. Rosenhan, ülke genelindeki onlarca psikiyatri kliniğini, binlerce psikiyatristi ve en önemlisi de Amerikan Psikiyatri Derneği'ni [APA] bu deneyi ile çaresiz bırakıyor. APA ve psikiyatri klinikleri –tabir caizse- boylarının ölçülerini/çaresizliklerini görüyorlar; ama ne ilginçtir ki eşcinsellik de APA tarafından kısa adı DSM olan “Ruh Hastalıklarının Tanı ve İstatistik El Kitabı”ndan aynı yıl çıkarılıyor. Daha doğrusu yeri değiştiriliyor. Yani eşcinsellikle ilgili güncel psikiyatrik görüşlerin karara bağlandığı tarih, APA’nın Rosenhan tarafından mat edildiği [psikiyatrik tanılama sistemine güvenilemeyeceğinin itiraf edildiği] bu yıl oluyor[1973]. O halde APA’nın bu kararına ne kadar güvenilebilir? Bu kararlar bilimsel mi, politik mi? Ve bu kararın çelişkileri nelerdir?
Sayfa 403-407
·
126 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.