Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Aralık Ayı Öykü Etkinliği
#146342180 Yaratık Gecenin ilerleyen vakitlerinden biriydi, tepesindeki ay olağanca parlaklığı ile kocaman bir deliği, bir geçişi andırıyordu sanki; gökyüzünün en uzak yerine, tam tepesine konuşlanmıştı. Ulaşılması çok zor olmasına karşın fırtınalı, azgın dalgaların arasında kalmış küçük bir sandaldaki umutsuz balıkçının, kıyıya ulaşmak için can havliyle aradığı bir deniz feneri gibi parlıyor ve kendine çağırıyordu sanki. Evden ayrıldığı günü, bu bilinmez dünyaya attığı ilk adımı anımsamaya çalıştı bir an düşüncelerinden sıyrılıp. Ama bir türlü hatırlayamıyordu. Bir an için hatırlasa, aklından bir geçirebilse o anı, içine sıkışıp kaldığı o bedenden, kafasının içinde taşıdığı o koca kokuşmuş çöplükten tiksinip bir an bile o adımı neden attığını düşünmeden yaşamına son verecekti sanki. Ama bir türlü hatırlayamıyordu o günü, o ayrılık anını. Attığı her adımda biraz daha ağırlaşan heybesi, canına tak etmişti. Attığı her adımda ayağını bastığı yollardaki taşları bir bir çantasına koyuyordu sanki gizli bir güç. O ilk anı, o ayrılık gününü hatırlayamamanın acısıyla, sırtında durmadan ağırlaşan yüküne söylenip duruyordu. Bu düşüncelere o kadar dalmış olacak ki, bir süredir yardım istercesine acıyla bakan gözleriyle zorlukla adımlarını izleyip, takip etmeye çalışan o küçük biçimsiz yaratığı fark edememişti. Bir an yanındaki o canlılığı hissedince irkildi ve ne olduğunu anlamaya çalıştı bu küçük biçimsiz şeyin. O kadar şekilsiz ve anlamsız bir yaratıktı ki ne zamandır yürüdüğünü bile hatırlamadığı bu yolda ona benzer bir şeyle hiç karşılaşmamıştı sanki. O an bir ürperti ve tiksinti ile uzaklaşmak istedi ama başarısız oldu. Attığı her adımda o da hızlanıyor ve peşini bırakmıyordu. Neydi bu biçimsiz yaratık, bu karartı? Kaçarak uzaklaşamayacağını anlayınca korkutup kaçırmak istercesine anlamsız ve saçma hareketler yapmaya başladı. Tepesindeki ayın o aydınlatan ışığının da etkisiyle kendisinden de canlı bir varlıkçasına onu tekrar ediyor ve yaptığı hareketlerden daha da korkunç bir hal alıyordu bu yaratık. Bunu fark ettiği anda öyle bir korkup kendini geri attı ki önüdeki ufakça taşa takılıp az daha tepetaklak düşecekti. Anlamdıramadığı yaratığın o korkutucu hareketleri ve düşme korkusunun etkisiyle bir süre kendine gelemedi, öyleki sırtında taşıdığı o yükün ağırlığı bu düşme anında dengesini sağlamak için attığı fazladan 3, 5 adımın altında kalan taşların da, o gizli gücün etkisiyle fazladan birer yük olarak heybesibe eklendiğini fark edemedi bile. Bir süre sessizce ve arkasına dahi dönmeden yoluna devam etti. O yaratığı fark ettiği ve korkutmaya çalıştığı o andan itibaren attığı her adım daha da bir ağır geliyordu. Sanki o yaratığın adımlarının altında kalan taşları da sırtına yük ediyordu. Artan ağırlığa ve arkasındaki o korkunç yaratığın varlık hissine daha fazla dayanamayıp tekrardan yüzleşmek istedi o şeyle. Ne yapacağına dair en ufak fikri dahi yoktu ama bir kez daha korkutup daha da korkunç bir hal almasını göze alamayacak kadar aklı başına gelmişti. Bir an için sırtında taşıdığı taş dolu heybe aklına geldi, zaten yanında verebilecek başka da bir şeyi yoktu. Heybesinden bir taş çıkarıp olacaklardan korkarak ve merakla, yavaşca uzattı elindeki taşı. Karşısındaki yaratığında aynı şekilde elini uzattığını anımsadı ve yeterince yaklaşınca taşı elinden bıraktı. Hayal ettiği kadar korkunç bir durumla karşılaşmadı hatta aklının yavaş yavaş başına gelmesiyle o yaratıktaki eski korkunç halin de bir nebze azaldığını fark etti. Ve tekrardan elini heybesine uzatıp bir taş seçti rastgele, yine usulca elini uzattı ve bıraktı taşı o karanlık ele doğru. Ve bir tane daha, bir daha, bir kez daha... Bir kaç kez tekrarladı bu olayı ve bir süre sonra hem yaratığın gittikçe belli bir şekle büründüğünü hem de sırtındaki heybede adamakıllı bir hafiflik hissetmeye başladığını fark etti. O zaman yavaş yavaş kavradı durumu. Verdiği her taşta hem yükünden kurtuluyor hem de o yaratığı daha biçimli bir hale sokuyordu. Bir süre boyunca bu davranışına devam etti ve o an yaratığın git gide kendine benzediğini anımsadı. Kafasını kaldırıp tüm ışıltısıyla parıldayıp duran o aya, kıyıdaki fenere gözünü dikti, sanki daha bir yakınlaşmıştı o koca, beyaz delik, o fırtınalı denizdeki kıyı. Gülümseyerek tekrar o yerdeki yaratığa baktı. İşte o zaman fark etmişti o yaratığın aslında kendi gölgesi olduğunu ve o an anladı; ne zaman çıktığını hatırlamadan, nereye gittiğini bilmeden yürüdüğü bu anlamsız yolda o gölgeye nasıl davranırsa misliyle karşılık bulacağını. İbrahim Sami TEKİN 01.12.2021
··
617 görüntüleme
İclâl okurunun profil resmi
öğle arasında siteye öylesine bir göz gezdirirken denk geldim hikayenize. Başladığım gibi de kelimeler, cümleler derken sonunda buldum kendimi. Elinize sağlık. Kısa fakat oldukça etkileyici bir hikaye olmuş okurken keyif aldım. Sonunda aklımda kalan soru da: "yüklerimiz mi bizi bir yaratığa çeviriyor, yoksa gölgemize yabancılaşmak mı?" oldu....
İbrahim Sami TEKIN okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim. Böyle etki edip, beğenilmesine çok sevindim. Aslında biraz daha farklı söylediğiniz iki şeyden de. Yürüdüğü yolu hayat, yola çıkma sebebini hatırlayamayıșını yaşamı seçemeyișimizdeki çaresizliğimiz, attığı her adımı hayatta geçirilen birer zaman dilimi, taşlar yaşadığımız, öğrendiğimiz iyisiyle kötüsüyle birer tecrübe, gölge de bizim kendimize olan saygı ve sevgimiz ile hayata karşı verdiğimiz tepki sonrası dünyanın, yaşamın üzerinde bıraktığımız etki, o korkutma ya da kendinden, yaşadıklarından verilen şeye göre bıraktığımız iz yaptığımız seçim. Yani ahlak kavramı biraz da kendimize olan saygımıza, davranışımızın dönüp dolaşıp bizi bir şekilde etkileyișine vurgu yapmak istedim. Yani yaratıkta, melekte içimizde bir yerde mevcut, biz hangisini istersek onu çıkarıyoruz ortaya. O da bir şekilde dönüp dolaşıp bizi etkiliyor fazlasıyla. Hangisi çıkarmamız gerekiyor peki, hangisi doğru? Asıl meselede bu ya...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.