Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

HAYATIN DÜŞLERE BORCU VARDIR
Söyle ulan ne b.. k yedin sen diye gırtlağıma çöktü. Sadece bildiri dağıttğımı söyledim. Akşamleyin hakkımdaki "sürgün" kararını açıkladı babam. Bu bildiriyi dağıttığım unutuluncaya kadar Diyarbakır'a bir saat uzaklıkta dedemin kaldığı köye gönderecekti beni. Ne kadar diretsem nafileydi. Sonraki gün Diyarbakır'ın Ergani ilçesinden babasının kaldığı köye gidecek bir traktör römorkuna bindirdi beni. Başları çefili, sarıklı kadınlı erkekli yolcular arasında sarsılarak, üşüyerek iki saat kadar süren bir yolculuktan sonra dedemin kaldığı viran köye geldik. Elektriği suyu, yolu olmayan dağ başını duman almış o viran köyde granit gibi sert hayatlar arasında iki hafta kadar geçirmiş, çok da sıkılmıştım. Kaçabilmek için çare arıyordum. Derken, oraya gelen bir yakınım atına binip, ilçeye daha yakın yolu olan, yine yakın akrabalarımızın bulunduğu bir başka köye geldim.Hiç değilse düzgün bir kahve vardı.Düzgün diyorsam, köy koşullarında ahırdan bozma, duvarları kerpiç daracık bir yerdi işte. Erkekler evde oturmayıp, sabah namazına kalktıktan sonra işe gider gibi hızlı adımlarla kahveye gidiyorlardı. Ben de bıyıkları terlemiş, on yedi yaşında bir delikanlı olduğum için, evinde kaldığım yakınlarım beni de yanlarına katarak kahveye götürüp getirmeye başladılar. Kahve kabir azabı gibi bir yer. Kağıt, okey oynayan beş on kişi, bir de kahvenin bir kenarında ak saçları, gri şalvarıyla kürsüleri bitiştirip, adeta evindeymiş gibi uyuyan Kirve Saim. Kirve Saim arada bir uyanıyor, bir çay içiyor, etrafı süzüyor, sonra yeniden sırtını dönüp tekrar uyuyordu. Sonraki günlerde kahvehaneye her gidişimde onu çoğu zaman orada uyuyor bulmam şaşırtıyor beni. Bir keresinde sormuştum, Seni evde hiç uyumuyorlar mı Saim amca? diye. O da şakayla karışık, Yok vallah uyutmıyerlar yaw Yılmaz'ım, gibi şeyler söylemişti. Sonraki günler bir yolunu bulup o köyden kaçmıştım. O köye dair en çok da o kahvede kürsüleri birleştirip uyuyan ak saçlı Saim amca ve onun sakin, sevecen, keyifli bir adam olduğu kalmıştı aklımda. Maceralarla, fırtınalarla, uzun yolculuklarla, kimi zaman aşk acısıyla, kimi zaman ölümle burun buruna geldiğim, kimi zaman hapishanelerde yattığım, kimi zaman dünyayı dolaştığım ve geride bir sürü acı ve tanıklıkla geçtiğim kasisli yollarda kendimce anılar, izler bıraktığım upuzun yıllar geçti aradan. O tali yoldan geçerken, birden 29 yıl önce babamın beni gönderdiği, hani kahvesinde çok sıkıldığım o köyün tabelasını gördüm ; köyün adının yanında "10 km" yazıyordu. Onca yıl sonra anılarımın bir köşesinde küçük bir kırıntı olarak kalakalmış o köyün tabelasıyla aniden burun buruna gelince doğrusu şaşırdım ve köye yöneldik. O köyden uzun yıllar yerleşik akrabalarımın hemen hepsi korucu olmaları yönünde baskılar, ekonomik koşullar gibi nedenlerle doksanlardan itibaren göç etmişlerdi. Köyde akrabalarımdan kimse kalmadığını biliyordum. Köyde 7-8 kız çocuğu gördüm. Siz, bu köyde doğmuş bir yazar adı duydunuz mu çocuklar? Diye sordum gülümseyerek. Kızlar hemen atıldılar : Bu köyde doğmuş iki yazar var. Bir tane değil ki, diyerek. Kimmiş onlar, diye sorduğumda verdikleri yanıtla afalladım : Ziya Gökalp ve Yılmaz Odabaşı Yapmayın yahu, Ziya Gökalp burada mı doğmuş? Evet, dediler. İstifimi bozmayıp, İşte o Yılmaz Odabaşı benim, dedim. Onların şaşkınlığı sürerken vedalaşıp yola devam ettim. 29 yıl önce önce geldiğimde bana gösterilen doğduğum evi elimle koymuş gibi gibi buldum. Dönüp köyü ilçeye bağlayan yola yöneldiğimde, köyün kahvesinin önünde şalvarları ve kasketleriyle oturdukları kürsülerde güneşlenen yedi sekiz kişi gördüm. Onlara bir selam vermeden geçmek istemedim. Bu köyde kır saçlı, uzun boylu bir Kirve Saim vardı, tanıyan var mıdır? diye sordum. İçeride yatıyorlar, dediler. Yok, dedim : Bu adam 29 yıl önce bu köye geldiğimde o kürsülerin üzerinde uyuyan Kirve Saim olamaz! Köy kahvesine girdiğimde yerimde çakılıp kaldım. Kirve Saim, onca yıla rağmen dökülmemiş ak saçları ve gri şalvarıyla lastik ayakkabıları ayak ucunda, bitişdirdiği kürsülerin üzerinde uyuyordu. Afalladım ; nasıl olur da 29 yıl aynı yerde uyuyor olabilirdi? Onu bir süre şaşkınlıkla inceledim. Görüşmediğimiz yıllarda sadece derin çizgiler oluşmuştu yüzünde. Yüzü, sadece yüzü değişmişti. O zaman kırk küsur yaşlarında olan Kirve Saim, demek artık yetmiş yaşlarında olmalıydı. Onu dürttüm önce bir, sonra iki gözünü açtıktan sonra doğrulup lastik ayakkabılarının üzerine basarak, Buyur Begim, dedi Bey değil, Saim amca. Ben hacı Hüseyin ve hacı Bekir'in torunu Yılmaz dedim : Beni hatırladın mı? Gözleri ışıldayarak baktı yüzüme. Yılmaz sensin hee, senin için Diyarbakır'da hapse girmiş dediler. Demah çıhtın. Yeni mi çıhtın? Coh değişmişsin yaw, dedi Hapse 12 Eylül 'de girdim bir yıl sonra 1981' de çıkmıştım dedim. Yok yaw, o ka mı olmış? Dedi gülümseyerek. Uyanmaya çalışır gibi gözlerini oluşturduktan sonra iki çay istedi.Çaylar gelmeden dışarı çıkıp eşime biraz daha beklemesi gerektiğini söyleyip yanına döndüm. Yahu Saim amca, sen 29 yıl bu kahvede böyle uyudun mu? Gerçekten bunca yılı böyle mi geçirdin sen? diye sorup, nasıl bir yanıt vereceğini merakla beklerken, o ise hiç umursamadan " ya ne yapacahtık" deyip konuyu kapattı. Saim amca, bunca yıl gerçekten hep burada yattın mı sen? Yüzüme dik dik baktı ; sanki yapacağı çok şey varmış da, onu hiçbirini yapmamış olmakla itham ediyormuşum gibi biraz alınarak çıkıştı : Yaw Allah Allah yatmadıh da ne yapaydıh? Senede dört ay ekinimi ekerem, başka bir iş güç yoh, e yattıh işte! Diyarbakır'a filan da merak edip hiç gitmedin mi? Yoh yaw kalabalıh, gürültü, zırılti, neye gidecağım Diyarbekire. Sonra oradan ayrılıp bağıra çağıra konuşmaya başladım : Mozambik, Vietnam, Sovyetlerin Afganistan’ı işgali, Berlin duvarının yıkılması, Çernobilin patlaması, ırakın Kuveyti işgali, Diyarbakır Askeri Cezaevi, olağan üstü hal, faili meçhul cinayetler, gazeteci cinayetleri, insan hakları ihlalleri, düşünce suçları, bilgisayara format atılması, Windows 2000, Web sitemin hacklenmesi, Facebook, aşklar, düşler, okunacaklar, yazılacaklar biz bunca yıl bütün bunlarla boğuşurken, adam hepsinden bi haber yaşamış, yahu adam yatmış oradaaa dedim. Bunca yıl sonra yine uyur bulduğum adamın, bu dünyada hiç böyle sorunları olmamış. Oysa ben ne kadar yorgunum. Dedim 1979 'da bu köye geldiğimde, ben de birkaç kürsü çekip yanına yaysaymışım ya. Biz neden kendimizi her şeyden bu kadar sorumlu hissettik ki? Hangimizin hayatı daha doğru yaşanmıştı gerçekten? Bizimki doğruysa, neyi kurtardık biiiz?
Sayfa 68 - Nemesis Kitap 1.baskı
·
310 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.