Dikkat!! Spoiler içerir!!O meşhur cümlesi ile zihnimize kazınan Martin Eden : “seni kitap okuyan adamlarla tanıştıracağım. Hayatı ancak okuyan adamlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer.”
Öyle bir kitap ki neresinden başlasam önce nereye değinsem bilemiyorum. Zihnimde kelimeler uçuşuyor, yetişemiyorum.
Öncelikle yazarın hem kendine benzer hem de bir o kadar kendi düşüncesine aykırı bir karakter yaratmasıyla beni inanılmaz içine çekti kitap. Sanırım sırayla tüm kitaplarını okumaya başlayacağım.
Kısaca olay öyküsüne değineyim:
Alt tabaka diye nitelendirilen sınıfa mensup denizci Martin Eden; kavgacı, yobaz, kötü alışkanlıkları olan, sıradan bir adamken burjuva sınıfından bir kıza aşık olur. Hayatta hiçbir amacı olmayan Martin’in artık bir hedefi vardır: sevdiği kızın da kendisine aşık olup onunla evlenmek. Ancak aralarında büyük bir sınıfsal fark vardır ki Martin bu açığı kapatmak için gece gündüz okur, araştırır ve kendi içinde bir keşif yolculuğuna çıkar. Artık öğrenmek ve yazmak onun için ardı arkası gelmez bir zevktir.
Artık iki hedefi vardır: İlki uğruna her şeyi yaptığı kızla evlenmek; ikincisi tanınan, ünlü bir yazar olmak.
Ancak sevdiği kız,ailesi, çevresi kısacası hiç kimse onun bir yazar olabileceğine inanmaz. Bu yüzden sevdiği kız dahil onun bir işte çalışması gerektiğini söyler. Ve Martyn burjuva sınıfınındir ettiği çalışma fikrini reddederken sırf bu yüzden aşık olduğu kızda onu reddeder.
Ve sonunda beklenen an gelir, Martin ünlü olur. yazmak için aç kaldığı, süründüğü günler geride kalır. Onu beğenmeyen burjuva sınıfı önünde saygıyla eğilir ancak Martin’in artık hayatta bir amacı kalmamıştır. Ünlü olmuş doymuş ama uğruna yazdığı aşk kaybetmiştir. Artık kitaplardan, felsefeden kendini soyutlar.
Artık yaşamayı arzu etmeyen Martin’in hayatı sona erme yoluna girer. Kendini denize atar ve boğular ölür.
Okurken sürekli düşündüm, çevremi analiz ettim. Ve farkettim ki hepimiz aslında burjuvayız. Sabit bir iş istiyoruz, belli rahatlıkla bir hayat istiyoruz, hayalimizdeki eşi, çocuğu istiyoruz.
Kalıplaşmış yargılarımız, nesillere aktardığımız önyargılar, hayata dair belli standartlarımız var ki bunların dışına çıkamıyoruz.
Saplandığımız fikirlerin esiri olmuşuz. En kötüsüde böyle olmayanları kendimizden saymayıp dışlıyoruz. Ve sırf bu lanet olası sınıf ayrımından dolayı çoğumuzun Martin Eden olmaya cesaret yok. Kabuğumuzu kırıp hayallerimizin peşinden gidemiyoruz. Eğer gidebilen de varsa asla durmasın hiç arkasına bakmasın.
Şunuda eklemek istiyorum ki Martin Eden bize insanın kişiliğini özetlemiştir: Birey kendini yaşadığı çevreden ne kadar soyutlasa da aslında her zaman geldiği yere aittir. Kabuğumuzu ne kadar değiştirsek de içimiz hep aynı kalır.