Gönderi

"Dua eden müezzinin yanında yerleştirip diz çökmüş mezara bakıyordum. Karşıdan vuran ikindi gu neşi el değiştiren küreklerin üstünde parlıyordu, olünecek hava değildi, çok güzeldi hava. Orada beni seven dürüst bir insan yatıyordu. Mezar toprakla doldukça hayattaki son des teğim olan o insanı da yitirdiğimi anladım. 'Ne olurdu Tanrım,' dedim. 'Ne olurdu dedem elli sene daha yaşasaydı. Şu kaç milyon yıllık dünyada, elli sene daha yaşasa eline mi yapışırdı benim güzel dedem? Elli sene çok mu? Yirmi beş se ne o zaman. O da mı çok? Ne cimri bir Tanrı'ymışsın. Azicik adaletin kaldıysa, dünyaya o büyük merhametin yeniden hâkim olmasını istiyorsan dedemi on beş sene daha yaşatırsın. Hadi on olsun! Beş olsun! O da mi çok? Duyamıyorum seni Tanrım. Ha! Ne dedin? Duyamıyorum. Bir sene de mi ol maz? Bir ay da mı olmaz? Bir hafta? Bir gün? Bir akşam? Bir kadeh rakı daha içsin bari! Bir hoşça kalın desin, gözüm arkada kalmayacak desin. Ona da mı hayır!' Hala özlüyorum dedemi, yağmurlara bakıp özlüyorum. Kimsenin kullanmadığı telefon kulübelerine, unutulmuş yan yollara, kurmalı kol saatlerine, tüplü televizyonlara, dandik antenlere, o an tenlerin yükselticilerine, VHS kasetlere, isporta gözlüklere, ilk cep telefonlarına, geçmişten kalan ne varsa, en saçma sa pan şeyler bile olsa onlara bakıp özlüyorum dedemi. Dedemi özlediğimde de sadece onu değil, hatta ondan da çok o andaki ruh halimi özlüyorum. Dedemle birlikteykenki kendimi özlüyorum. "
Sayfa 221Kitabı okudu
39 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.