Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kanımdan bir fare atlıyor görüyor musun cici günlüğüm, yakala ve tarif et bana! Sen ne güzel şeysin, senin adını koyamıyorum, sen ne güzel şeysin. Bugün yanaklarına uzandım, görmedin, şöylesine bir şeyler anlatıyordun, dönüyordun, ellerin dönüyordu başının üstünde, bir şeyler yaratıyordun, farkında değildin gözlerinin, bin yıldan bu yana bir kez kapandı sanki dudakların, bir daha bin yıl nasıl beklenir? Sen görmedin, baktım, ağladım, ne olursun aniden başını çevirme, beni lastik çocuklarla didişirken gorürsün, sakın ha utandırma beni, tapınırken görülmek utandırır yanaklarımı, utanıyorum sana uzanan gözlerimden, nasıl söyleyebilirim, bu bir sonsuzluk düşüdür, senin adını koyamam korkarım Sokrat benim adıma yeminini bozacak, korkarım o tepedeki Manastır'da peşine düştüğüm kız benim için kafasını duvarlara vuracak, korkarım bütün tılsımım bozulacak ve beni buraya getiren sırları öğrenecek, korkarım senin adın var ve ben beceremiyorum. Bu kadarını verdi Tanrı, fazlasını söyleye... Şemsettinli mısralar bulup dizlerime kapanmalıyım, ben mi eteklerine sarılmalıyım, ben mi pembeye uzanan boşluksuz bir uçurumun kenarına sığınır gibi girmeliyim yanaklarına. Çin resimlerinde gezinen hafif, okşayan, okşanan tüyleri olan o yerlere, sürünmek yasa mı, yasak mı, dokunmasam, dokunmanın adı olmasa olur mu, böyle gizli gizli seyretmek yetecek mi, böyle uzaktan uzağa, ne ayıp şeymiş senin şeylerin, senin şeylerin beynimde gezinirse ayıp olur mu düşlerime, yanlışlıkla, yanlış anlama, mantıksal bir yanlış anlamayla mağlup olursam diyorum, matematik geldi ve sen yok oldun, uyumun, ahengin, armoninin bütün kuşlarını icad ettiler ve sen yok oldun, bizim yok olmamız, bu uyumun, işte şu aristokratik filozofların beğenisi olmasın, yeniden bir şekil olsun, yani şekilsiz, yani sen ne afrodit ol, ne leyla, ne de bin yıldan beri terkedilmiş bir antik kent ol, ne de bu gece gömleğini çıkarsın deniz, düğmelerini çözüver, ben görmesem de bu sahil senin koynun biliyorum, kaburgalarına gireyim, dokunamam, ayıptır söyleyemem, geceleri alıp götürürler lastik çocuklar döver beni, ne çirkin düşler yaratılmıştır dinleme hiçbirini, çirkinim, bu yüzden mi her şeye muktedir tanrılar beni bu hale koydu oysa biraz da yanlışları olmalı, birazcık da çirkin olmalı, biraz serseri olsak ne çıkar neden güzel şeylerin tümünü Tanrılara veriyorsun, her şey neden onun, bana hiç yok mu, ben senin mi, tanrılarının mı, yanaklarının mı peşinden koşacağım. Şu tepeden Boztepe'den bakıyorum, kaburgalarımdan bir taş daha söküyorum, minik kayanın üstünden fırlatıyorum mavinin boşluğuna, uçsuz bucaksız bir sessizlik, yani ıslığı ıssızlığın, düşüyor taş ve hafiften birkaç daire geliyor gibi oluyor, işte hep böyle oluyor, ama olmuyor, kaç kez ölçtük, sanki bir bok varmış gibi boyunu posunu bu koca atlasın, dik açılarını topladık olmadı, buharlı gemiler yaptık olmadı, hiçbiri yanaklarına kadar uzanamadı, hatırlıyorum, bunda binbeşyüz yıl evvel bir Ceneviz gemisi gelmişti sahile, belki de zenci bir kölesi vardı, güverteden, şimdi olduğum şu tepeye bakınıyordu, bir imkânsız iklimden kapkara düşler getirmişti saçlarına, yanaklarına uzanacak, uzandığı karlar kurtulacak, sarıldığı kadar yaşayacak bir kız vardı, olmadı, bir taş attı martıların peşine, belki de o köle benim, devam ediyoruz, inadım var kopmayacağız, bu bir sonsuzluk bekleyişi, bakalım ne çıkacak değil, çıksa da çıkmasa da bekleyeceğiz, hep birlikte nöbetini tutacağız yanaklarının, bir kez kokladım ya seni geçtiğin odadan, bir kez gördüm ya gözlerini, bir kez süründün ya farkında olmadan, biliyorum artık yerini, hiçbir zaman olmasam da, hiç, hiç olsa da, hiç, bir kez gök düştü ya gözlerine, bir kez pencereden giden bulutlara baktık ya birlikte, artık ne Tanrısı canım, güldürme insanı, şurada bir çakıl taşı gibi bin yıl daha bekleriz, aralansın pembe çizgiler, bakın diyeceğim o zaman, şurada kollarımı açıyorum, bütün eksenlerimi tarihime çeviriyorum, kucaklıyorum benimle mimar olmuş, kedi olmuş, ney olmuş, akrep olmuş, bilmem nerde sellere karışıp bilmem nerden sökülmüş bir kütük olmuş ve bir dalgayı taşımış yanaklarına, şeymiş, neymiş, nedir senin adın, ne güzel şeysin sen, bu kadar büyütme canım, uçsuz bucaksız Tanrılar bizi böylesine çaresiz yonttu, şu Aristo canım, öylesine büyük, ulaşılmaz bir tapınak kurdu ki, kiliselerim, gemilerim peşine düşüyor, yine de bulamıyoruz onu, bu kadar değil canım, bir şey varsa o şey senin yanaklarında, bak güzel şey, şimdi ben varım bu hikâyenin içinde, düşün sen de varsın bu masalın sıcak sobası yanan kır evinde, öyleyse okşanır cinsten olmalı, arada bir kavga da olmalı ve bazan bir hışımla bana, “Hey çocuk! ayakkabılarını bağla! Ve yürü der, şöyle yüksek tepelere çık da gel, bak der, bugün fenasın, birkaç ağaca sırtını daya da gel!” Hayır öyle değil, yanlış anlıyorsun, sevmek sevilmek işi değil, söyleyemiyorum, sadece yazıyorum, ben başka bir şey bilmiyorum, yazdıklarımı bir şişeye koyup atmak zorundayım mavilere, kimbilir, deme, kimbilir diye gelmedik mi buralara, boşuna deme boşuna mı üşüştü bütün bu rüzgârlar yanaklarına, bak senin pembelerin var, pembelerden yukarlarda da var 14. asırda da varmış, şimdi gelirsen yanıma bizde de olur, hep oluruz, bu vahşet diyeceksin, bizim olsun, biz de olalım bu hikâyenin bir yerlerinde boş ver vahşet olalım, utandırma beni, lilim geliyor aklıma, barbarım diyorum, keçiyim diyorum, tüylerimi yoluyorsun, elinde örüyorsun, bak kazak oluyorum, bak boynundan geçiyorum, biraz yavaş at o ilmikleri, gözümü çıkartacak o şişler, öylesine aniden çekme yün ipliği, boynumu kopartacaksın, boş ver dinleme beni! Bir kartonu keser gibi kesiver şimdi oracıkta oturduğun sediri, beni yanaklarına götüren sapık düşleri tanıma, nereye gider bu çocuğun bakışları deme, gidiyoruz işte, bu yumağın falını açıyorum, kadife bir coğrafya görüyorum orada, sahillerimiz, beyaz saç diplerinden aşağılara doğru inen yollar orada ve biz hep gidiyoruz, bizi kimse bilmeyecek, biz orada olacağız, sedirin altına kaçtı yumak, çekiver, çekiver başka şeyler okuyorum çizgilerden, dokunacağız diyor bu pembe yumak! Sahi dokunacağız, çıldıracağım dokunmaktan. Bırak artık örgüyü, burda bitsin her şey, yani yanakların diyorum, ilkokul bahçem, binlerce çocuk cıvıl cıvıl koşuyor orada, yani yanakların istemediğim otlar da büyüyor orada, onlar ikimizin toprağı, pembe bir vatan yatıyor orada, gülucüklerle ele geçecek, bütün imparatorların yüzüne tükürecek, şu camı da kapatalım, ışık kırılmasın eteklerinde, topuklarına kadar gelmesin biraz evvel selvilerde oynaşan şu rüzgâr, öklit olmasaydı da olurdu yanakların, sahiden öpülsün ne olur, orada beni durultacak şeyler var yani yanakların diyorum, başka şey bilmiyorum...
·
346 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.