Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İSLAMCI GENÇLİĞİN EL KİTABI: Kadir Mısıroğlu -Müellif:Hayat,Allah'ın,kullarına âhireti kazanmak için bahşettiği bir mühlettir.Dünyevi nimetler,bu gâyenin gerçekleşmesi için birer vesile ve vâsıtadan ibârettir.Hiçbir vâsıtayı gâye mevkiine yükseltmeden yaşamaya çalış. -Müellif:Hayatta şu üç seçimi dikkatli yapmalısın.Bunlar;iş,eş ve dost seçimidir.Bu seçimlerde hatâ edersen,hem dünyâ ve hem de âhirette muhâtaralara mâruz kalırsın. -Müellif:Zamânı,sağlığını ve paranı doğru bir sûrette ve iktisatlı kullanmaya alış. -Müellif:Her ânın icâbı ve imkânları başka başkadır.Mühim olan,bunları değerlendirmesini bilmek,maslahata göre hareket edebilmektir.Bunun içinse,geçmişte yaşanılmış hâdiseler ve onların muhtevâsındaki "ibret dersleri"birer meş'ale gibidirler. -Müellif:Bir görüş,eğer muayyen vasıfları hâizse,bir tek inanan ve tatbik edeni olmadan bile dünyâ görüşü sayılabilir.Bu "muayyen vasıflar"fizik ve metafizik âleme müteallik olup,insan müfekkiresi için vârid'i hâtır olan bütün sualleri cevablandırabilmek ve bu iki âlemin vâkıalarını tezadsız bir izah tarzı ile değerlendirebilmek imkânını sağlayan,bir takım umdelere sâhib olmaktır.Ancak bu temel umdelerin kullanılması suretiyledir ki,mükevvenâtın tezadsız bir izâhına ulaşılabilir. -Müellif:İslam Dünyâ Görüşü,nâmütenâhi derin ve geniştir.Zira o,insan da dâhil olmak üzere varlıkların zâhir ve bâtın bütün hususiyetlerine mütedair,Allah indindeki vukûfa istinâden vaz' edilmiş bir kâideler mecmuâsıdır. -Müellif:Devlet,İslâm'ın getirdiği hakikatler manzumesini gâlib ve hâkim kılmak için teessüs ve taazzuv etmiş bir vâsıtadan başka bir şey değildir.Yâni devletin temeli,İslam mefkuresidir. -Müellif:Gerçekten İslam,insanı her zaman ve mekânda sâhib olageldiği asli ve tabii,ruhi ve bedeni meyillerle tanır ve ona göre yönlendirir.Onun mütehavvil ırki ve kültürel hususiyetlerine tâli bir ehemmiyet atfeder. -Müellif:İslam,emir ve yasaklarında gerek insan,eşyâ ve hâdiselerin tabiatlarına âid gerçekleri ve gerekse koyduğu sistemin temâdi ve terakki tâlihini artıracak metod icâblarını son derece ince/hassas fıtrat ve tabiat kânunlarının icâblarına göre tâyin ve tesis etmiştir.Hiç bir zaman şe'niyetin icâblarına sırt dönerek nazâriye ve hayâllerden hareket etmemiştir. -Müellif:Bu husus,İslâm'ın her zaman ve mekânın hususiyetleri muvâcehesinde tatbik kâbiliyetini hâiz olması gibi hayâti netice sağlamıştır.Realitenin en akıl ve hayâle gelmez girinti çıkıntıları ve muhtemel tezâhürleri dikkate alınmak suretiyle, insan için her ahvâl ve şerait içinde dâhi mükemmel ve tatbik kâbiliyeti olan bir hareket,düstur ve ölçü verebilmek endişesi,İslam'da ictihâda büyük bir ehemmiyet verilmesini intâc eylemiştir. -Müellif:Zirâ gençlik,istikbâl demektir.Bu yüzden gençliğe mâlolmayan veyâ gençliği teşekkül ettirilemeyen dâvâlar,yakın bir gelecekte ortadan kalkmaya mahkumdurlar. -Müellif:Kendi kendine eşyâ ve hâdisatın tahlili suretiyle hidâyete ermek,nâdir fıtratlara mahsustur.Sâir insanlar,mutlakâ hârici himmet ve alâka ile doğru yolu tutarlar. -Müellif:Bir mevzuda ihtiyaçlar had safhaya ulaşır da,bunlar gerçek vâsıtalar ile karşılanamaz ise -tabii bir surette- ikâme kânunları cereyan etmeye başlar.Bu keyfiyet yalnız beşeri ve mânevi sahada değil;maddi ve iktisâdi meseleler hakkında bile vâkidir. -Müellif:Her insan,hayâtını ister istemez kendi mizâcına göre yaşar.Terbiye,fıtratta mevcud olmayan bir hususu ihdâs edemediği gibi,mevcut olanı da büsbütün ortadan kaldırmaya muktedir değildir.Böyle söylemekle, bâzı menfilikleri asgariye indirmekten,müsbet hususları da geliştirmekten ibâret bir fayda sağlayan terbiyenin rolünü inkâr ediyor değiliz. -Müellif:Mekke devrinde,yeni hükümlere nâmütenahi derecede uzak ve hatta ters bir hayat süren insanlara,birdenbire onların kabullenmeleri güç gelecek ameli prensibler vaz' olunmamıştır.Mekke,İslâm'ın mücerred itikâdi emir ve nehiylerinin tebliği ile geçmiş "hilmiyet safhası"dır.Medine'de ise,şartlar değişmiş,İslam kuvvetlendikçe ve muhâtablar rûhen bu yeni dine inhimâk ettikçe,içtimâi ve fiili ahkâm ayetleri nâzil olmaya başlamıştır.Bu durum tâbir câizse ilâhi menşe'li olan dinde bile "sosyal siyâset"in icâblarına uyulmuş olduğunu göstermektedir. -Müellif:Mevcudât gibi,vukuât ve şuunât yâni oluşlar,hâdiseler ve keyfiyetler de,Allah'ın sıfatlarının tecellilerinin eseridir.Bu tecelliler,iki grupta toplanır ki, bunlardan biri "celâli" yani şiddete,kahra ve menfiye diğeri ise "cemâli" yani lütufa ve müsbete mütedâir olanları câmi'dir.Âdetullah iktizâsı olarak,bu âlemde bâzen celâli bâzen de cemâli tecelliler hâkim ve gâlib olur. -Müellif:Her meslek,müntesiblerinin zekâ,mahâret,icâd ve ihtira kâbiliyetlerinin birbirlerine eklene eklene ilerlemesi suretiyle kemâle ulaşır.Bu bakımdan seleflerin tecrübe ve tatbikatları halefleri yâni sonradan gelenler için zengin bir ibret,ders ve ikâz hazinesidir.O derecede ki,hiç kimse kendisini bu hazineden müstağni addedemez.Addetse,ilim ve sanatlardaki terakki vücud bulmazdı. -Müellif:Her hareketin muvaffâkiyet veyâ âdem-i muvaffâkiyetinde en büyük pay,liderindir. -Müellif:Her fiil ve hareket,nihâyet bir fikir ve düşüncenin eseridir.Bu bakımdan tefekkür,teâddiden hem evvel hem de ona fâiktir.Bu yüzdendir ki ferdi ve içtimâi hareketlerin yürüyüşüne müessir olmak ve onlara belli bir muhteva kazandırmak isteyenler evvelemirde bunu temin edecek sistemli bir tefekküre muhtaçtırlar.Hayatta bir kimsenin,hem fikir ve hem de hareket vâdisinin ikisinde birden hatırı sayılır bir seviyeyi hâiz bulunmasına nâdir rastlanır.(düşünce adamı hareket adamı)Diğer taraftan her hareket adamının belli ölçüde bir fikir adamı olmak mecburiyeti de aşikârdır. -Müellif:Aziz dâvâmızın en ehemmiyetli varlığı gençliğimizdir.En güç meselemiz de, gençlerimizi karşı karşıya bulunduğu târihi vazifeyi lâyıkıyla ifâ edebilecek bir dirâyet ve liyâkatle techiz edebilmektir.Her İslamcı genç ise,memur bulunduğu vazife dolayısıyla "vasıflı" hem de "üstün vasıflı" olmaya mecburdur. -Müellif:Bir muhitte ilmin vücud bulabilmesi iki şarta bağlıdır.Bunlar "an'ane/gelenek) ile "sükunet ve istikrar"dır. -Müellif:Gençliğin ilim ve fikirden ziyâde hareket ve heyecana meyilli olan asli tabiatı da,bütün bu âmillere eklenince,ortaya dâvânın geleceği bakımından endişe verici bir "ilme rağbetsizlik" tablosu çıkmaktadır. -Müellif:İslam'da hârici alâkanın "en yakın"dan başlaması,insan fıtratının tabii ve psikolojik bir temâyülünun kollanması ve kaale alınmasından doğan umumi bir kâidedir. -Müellif:Yüklendiği dâvâ ve memur bulunduğu vazifenin icâbı olarak, fevkalâde vasıflı bir adam olmak mecburiyetindeki İslamcı gençler,ufuklarını bu nihâi gâye çapında genişletmedikçe giriştikleri cidâle liyâkat kazanamazlar.Zirâ,asgari ile yetinmek mevki ve mecburiyetinde olan geniş kitlelere,hakkıyla rehberlik edebilmek ancak onlardan çok daha fazlasına sâhib olmakla mümkündür.Tıpkı tatminkâr olabilmek için talebelerinin çok üstünde bir ilmi seviyede olması gereken bir muallim gibi. -Müellif:Her başarı bunu sağlayan âmillerle,onların mukâbilleri olan mâniler arasındaki izâfiyetin eseridir.Meselâ gâlib gelen bir ordu,muvaffâkiyetini zekâ,ilim,insan ve silah gücü v.b itibâriyle sâhib olduğu zâti iktidârın,düşmanına üstün bulunmasına borçludur.Bu bakımdan ferdi veyâ içtimâi bir mücâdelenin neticesini berrak bir surette kestirebilmek için, mevcud şart ve imkânların mütekâbilleri ile birlikte çok iyi bir şekilde mizân edilmesi gerekir.Kat'i ve nihâi kapışmadan evvel yapılması gereken bir muhâsebe,eksiklerin giderilmesi ve neticenin daha fazla garanti altına alınmasını sağlayacak bir şuur ve teyakkuz doğuracağı için son derece ehemmiyetlidir.Bununsa hem kendini ve hem de düşmanı bütün şart ve imkânlarıyla,mükemmel bir surette tanımaya bağlı bulunduğu âşikardır.Aklı olan böyle bir muhâsebeden sonra kapışmayı,kendisi için en müsâid bir zaman ve mekânda başlatır ve hasmını bunu kâbule icbâr edecek şartları bizzat hazırlar.Târih bu lâzimeye riâyet etmiş ve etmemiş bulunan insanların,acı ve tatlı hâtıraları ile doludur. -Müellif:İslâm'ı büyük bir samimiyetle yaşayan ecdâdımız ,O'nun tabii bir semeresi olan büyük bir izzet ve iktidâra nâil olmuştu.Uzun asırlar boyunca devâm eden ve bütün İslam dışı güçlere baş eğdiren bu ihtişam, birtakım karmaşık iç ve dış âmillerin tesiri ile zaâfa inkilâb edince,küfür ve ilhad âlemi Batı'ya karşı ruhlardaki eski "üstünlük duygusu"nun yerini yavaş yavaş kahredici bir "aşağılık duygusu"almaya başlamıştır.Bunun tesiriyle "ıslahat"adı altında açılan tâviz kapılarından atılan her adım,kâmil bir hayat nizâmı olan İslam'dan bir parçayı alıp götürmüş ve bu suretle güyâ bir zaâfı bertaraf için konulan yeni usûl ve esaslar bütün illet ve kusurları kangrenleştirerek onları gitgide âdeta tedâvi kabul etmez bir hâle getirmiştir.Tanzimat ile resmileşip artık önüne geçilemez bir siyâsi cereyan hâlini alan bu tutumla Cumhuriyet'e kadar içten yıpranma ve çürüme tamamlanmış bulunuyordu. -Müellif:Modern psikolojide iddiâ ve bir dereceye kadar da isbât edildiğine nazaran,karı-koca ömürlerinin sonlarında rûhi yapı itibâriyle birbirlerine son derece benzer bir hâle geliyorlarmış. -Müellif:Ancak,müsbet veyâ menfi bütün beşeri temâyüller,her fertte aynı derecede derin,şümullü ve kuvvetli değildir.Bâzılarında zayıf bir surette seyrederler.Bu takdirde onlar arasındaki çatışmanın neticeleri de,şahsiyet üzerinde derin iz ve tesirler husûle getirmez.Böyleleri bir tuğla harmanından tam mânâsıyla yanmadan çıkan ham toprak gibidirler.Mukâvemetleri mahduddur. -Müellif:Bir cemiyetteki"dâvâ adamı"sıfatıyla yâd edilebilecek kırattaki insanlar,tabiattaki asil mâdenler gibidirler.Onlara,nâdiren rastlanır.Böyle olduğu halde,cemiyetin asıl yükünü büyük ölçüde bu şahsiyetler taşırlar. Kalabalıkla beraber olmanın rahatlığına alışmış bulunanlar,bu gibi kimseleri ve onların dâvâ ve dünyâlarını takdirden âcizdirler.Sâdece âciz değil,onları ekseriya haksız birtakım değerlendirmelerle rencide etmekten de geri kalmazlar.Ancak giriştikleri işin güçlüğünü müdrik ve içlerindeki zapt edilmez arzuların ulvi emrinde bu güçlüklerle cidâle mecbur bulunduğunu bilen idealistler,bu yanlış değerlendirmelere metelik bile vermezler.Bu bir lâkaydilik değil dâvâ adamı olmanın tabii bir neticesidir.Böyle olmakla berâber onlar da nihâyet insandırlar.Zaman zaman şikâyet sesini yükseltirler.Gördükleri nankörlüklerden bizâr olurlar.Fakat bu hâl bir dâvâ adamında son derece kısa sürer.Derhal toparlanarak içindeki asli cevherin emrettiği istikâmette didinmesine devâm eder.Bu yüzdendir ki bir dâvâ adamı için mesleğinde tekâüd olup bir kenara çekilmek yoktur.O,yaşadığı müddetçe devâm eden bir kavganın cengâveridir.İçindeki tükenmez vecdin,âzâd kabul etmez bir kölesi gibidir. -Müellif:Nâmütenahi sürprizler ve mânialarla dolu olan hayat ve tabiat,bu vasıfları hâiz bulunmayanları yollarda bıraka bıraka ilerler.İnsanın içinde ki ulvi iştihâların emrine ne ölçüde tâbi bulunabildiği hususunu tâyine medâr olan bu imtihan,gerçek idealist ve dâvâ adamlarını ayıklayarak gitgide zirveleştirir.Böyle bir imtihânın haddesinden geçmemiş olanları acele ile hükme bağlayarak,onlara dâvâ adamı vasfını kondurmamalıdır.Zirâ bu gibi hayâl ve arzularla inşâ edilmiş şahsiyetlerin melhuz ve muhtemel dar geçitlerde gösterecekleri zaaflar,onların bulundukları cebheye pek pahalıya mâlolur.Telâfisi imkânsız bu gibi zararlara mâruz kalmamak için,kimin ne derecede rûhi ve ahlâki selâbete mâlik bulunduğunu hâdiseler içinde müşâhade eyledikten sonra hükme varmalıdır.Gençlik,böyle bir teşhis ve karar için ömrün en isâbetsiz bir mevsimidir.İnsanların çoğunda bu devrede idealizm ve ulvi hisler gâlib görünür.Fakat bunların çoğu gece karanlığında yanıp sönen Mayıs böceklerinin pırıltılarına benzerler.Son derece aldatıcıdırlar.Talebeliklerinde büyük bir ümid vaad eden nice kâbiliyetler görmüşüzdür ki,az sonra atıldıkları hayat mücâdelesinde mecruh ve bitab düşerek bir kenara itilmişlerdir.Bugünkü nesiller gerçek bir dâvâ adamı ve idealist için tesbit ettiğimiz bu gerçekleri dikkatlerinden asla uzak tutmamalıdırlar.Zirâ binbir müessirin kendilerini korku ve menfaat yönüne doğru ittiği bir cemiyet içinde,son derece ağır târihi bir vazifeye memur bulunmaktadırlar.Kaderin tâyin eylediği bu memuriyetin gerektiği şekilde ifâsı için,ham hayâller ve ölçüsüz iddialardan sakınarak sabırla çalışmalıdırlar.Zirâ kimin ruhunda ne kadar cevher bulunduğunu ortaya çıkaracak olan dar geçitlerle karşılaşılması, gecikmeyecektir.Bunu böyle bilerek o dar geçitlerden dökülmeden düşüp kalktıkça,azmi ve iştihâsı biraz daha kabarmış ve takviye olmuş bir surette ilerlemeye bakmalıdır.Bu takdirde gerçeği,kuru iddialar yerine parlak fiili mukâvemetler haykıracaktır. -Müellif:Târih,bir "ibretler meşheri"(sergisi)dir.Bu yüzdendir ki,içinde yaşanılan hâdiselerin doğru olarak kavranıp değerlendirilmeleri kadar,istenilen istikâmete tevcihleri de büyük ölçüde târih ilminin yardımlarına ihtiyaç gösterir.Çünkü, bugünkü hâdiseler,dünkülerin meyvesi,yarınkilerin ise,tohumudur. -Müellif:Ancak,geçmiş vâkıalar hakkındaki kıymet hükümleri,dâima onları tahlil eden şahısların benimsedikleri dünyâ görüşlerine göre farklılık arz eder.Zirâ herkes,vukuâtı inancının temel umdelerini mi'yar olarak kullanmak suretiyle ele aldığından,varılan neticeler birbirlerine aslâ uymaz. -Müellif:Bu açıdan bakıldığında târihi hâdiselerin de günümüz hâdiseleri gibi kâh sırf maddi kâh da sırf mânevi müessirlerle ortaya çıktığı ve bunlar üzerinde bâzen de bu her iki müessirin birden rol oynadığı anlaşılır. -Müellif:Kur'ân-ı Kerim'in bile terviç ve tatbik ettiği şu metoddan,yâni hâlin değerlendirilişi ile istikbâlin istikâmetlendirilişinde,târihin binbir ibret levhası sunan perspektifini kullanmaktan bugün ki İslamcı Gençlik de aslâ müstağni kalamaz.Hangi prensibler ve onlara dayanan davranışların huzur,saâdet,izzet ve muvaffâkiyet sağladığını hangilerinin ise hüsran ve izmihlâle sebeb olduğunu tesbit etmek gereklidir. -Müellif:Bu âlemde asıl olan huzur,sükun ve muvâzenedir.Bunun belli başlı âmillerinden biri de i'tidaldir.Allah,her çeşit maddi ve mânevi iştihâ ve temâyülü belli bir noktada doyma ve tatmin olma hissi veyâhud da onların mukâbil ve muârızlarının hârekat ve hususiyetleri ile tahdid etmiş ve muâvezelendirmiştir.Şu durum varlıkları i'tidâle icbâr eden tabii müessirleri ifâde eder.Gerçekten tabiat şart ve kânunlarında âşikar bir surette görülen bu keyfiyet,ilâhi ve fiili olan nizâmın temel karakterlerinden biridir.Mevsimlerin birbirini tâkib etmesi,her kemâlin bir zevâle mahkûm bulunması,her kuvvet ve tahrib güç ve vâsıtasının daha üstün bir başka hasmın tehdidi altında bulunması v.b -Müellif:Bunun neticesi ise kendimizden olanların bir kusurunu bin meziyeti,düşmanın bir meziyetini de bin ayıbı örtecek bir surette telâkki etmek gibi bir yanlışa varmaktadır. -Müellif:Üstelik her hizmet ehlinde belli bir hatâ payı bulunabileceği gerçeği yanında,kudret ve kâbiliyetlerin de hilkaten muhtelif olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır.Buna göre,her bir hizmet ve faâliyetin dâima daha iyisinin yapılabileceği muhakkaktır.Ancak bir şeyin en mükemmelini gerçekleştirmek,onu düşünmek ve arzu etmek kadar kolay değildir.Bu her şeyden önce imkânlara bağlıdır.Bizim, muhatablarımızdan onların kudret ve kâbiliyetlerinden fazlasını istememiz,bunu göremeyince de tenkit ve hattâ çoğu kere tahkirlere yönelmemiz elbette ki hak ve insaf ölçülerine sığmaz.Bugün İslamcı cebhede dönüp dolaşan tenkid ve târizlerin ekseriyetle,üzerine parmak bastığımız şu inceliklere dikkat etmemekten doğduğu ve gitgide derinleşen bir dedikodu gayyası hâlinde amellerin feyz ve bereketleriyle, hizmet ehlinin şevkini azaltıp hattâ tükettiği muhakkaktır.Gerçekten gıybet ve dedikodu,bir toplulukta huzur ve sükunu selb ederek, çalışma şevkini kıran en menfi müessirlerden biridir. -Müellif:Müminin ferâseti,helal rızık ve takvânın bereket ve eseridir.Bu iki müessire bağlı olarak,ferâsetlerde zaâfa uğramakta,görüş hatâları çoğalmaktadır.Görüş hatâları çoğaldıkça da fitneye daha fazla meyl edilmektedir. -Müellif:Gerçekten her gıybetin altında bir hased veyâhud da tenkid edilenden daha ilerisi ve doğrusunun görülebildiği iddiası yatmaktadır.İşte,gıybetin insanların çoğuna zevk ve nefsâni tatminkârlık sağlayan ciheti burasıdır. -Müellif:Her yaş belli bir hâlet-i ruhiyeyi gerektirir.Bilhassa gençlik nâdir fıtratlar dışında iddiâ,ihtiras ve hududsuz emellerin tuğyân hâlinde bulunduğu bir dönemdir.Bu bakımdan gıybet gibi,altında nefsin iddiacılığı saklanan bir günahı işlemeye meyil bu çağda oldukça fazladır.Ancak,bizim yaşlılarımız da gençlerimiz kadar bu hastalığa tutulmuş gözükmektedirler.Onlar da şan,şöhret ve itibâr bakımından kendilerinden geri kaldıkları kimseleri çekiştirmekten,güyâ onların anlayışsızlık ve beceriksizliklerini ifâde eylemekten maalesef büyük bir haz ve nefsâni tatminkârlık duymaktadırlar.Şu durumda,İslamcı gençliğin göstermesi gereken dirâyet ve liyâkatlerden biri ve belki de en ehemmiyetlisi, dedikodu gayyasına düşmeden dâvâ adamlığı yolundaki çalışmalarına azim,sebat ve nihâyi bir gayretle devâm etmesidir. -Müellif:Hak bir dâvânın fârik sıfatlarından biri de,o dâvâya gönül verenlerin,seleflerini yâni aynı yolda daha önce hizmeti sebkât etmiş olanları,te'yid ve tahsin etmeleridir.Bunun en güzel bir surette müşâhade edildiği saha,enbiyâ târihidir.Gerçekten her peygamber, kendinden evvel gelmiş olan enbiyâyı takdir,tahsin ve te'yid eylemiş ancak onların tahrifâta uğrayan dâvâlarını yeniden doğrultmaya ve aslına ircâ eylemeye memur bulunduğunu söylemiştir.Şu keyfiyetin sebeblerinden biri,enbiyânın temsil eylediği dâvânın menşeinin hep aynı olması bir diğeri de peygamberlere âid mâsumiyet sıfatı dolayısıyla,araya benlik ve nefsâniyetin girememesidir.Bunun aksine filozoflarsa,dâima kendinden evvelkileri mutlak bir butlan ile ithâm etmiş,onları red ve cerh suretiyle kendilerine bir varlık sebebi te'sis etmeye çalışmışlardır.Kararlarını peşinen verip,en doğru ve en güzelin,kendilerinin söyleyeceği olduğu iddiasıyla yola çıkarlar. -Müellif:İslam'da,hayâti bütün faâliyetler kâidelere rabtolunduğuna ve bu kâideler içinde kalmak mecburi olduğuna göre,İslamcı gençlik bütün ef'âl ve harekâtını meşru yâni şer'i kılmak için,evvelemirde bunları öğrenmeye ve bir kontrol keyfiyetini gerçekleştirmeye mecburdur.Hâl böyleyken,zamânımızda bâzı curetkârlar,ecdâdın asırlarca evvel bütün incelikleriyle tâyin ve tesbit eylediği hayâti faâliyetlere âid İslâmi gerçeklerden habersiz olarak bâzı meseleleri kulaktan dolma,kısır bilgi,eksik tecrübe ve nefse tâbi yanıltıcı akıllarıyla halletmeye kalkışarak,ortaya çoğu kere maslahatla çatışan birtakım görüşler koymaktadırlar. -Müellif:Kütübhânesiz münevver olmaz.Kitablar,insan hayaâtnı seviyelendiren en ehemmiyetli müessirlerdir. -Müellif:İslâm'ın en temel ve yüksek mevkiini teşkil eden Hilâfet,târihte ilk defâ Osmanlı tatbikâtı ile gerektiği ölçüde beynelmilel bir tesir ve nüfus vâsıtası hâline gelebilmiştir.Gerçekten,Hilâfet'in Osmanoğulları'ndan evvelki târihi,birkaç kere fetret denilen inkitaa uğraması veyâhud da birden fazla halifenin mevcud olması gibi garâbetlere mâruz kalınmış ve bâzen de Abbâsiler'in son devirlerinde olduğu gibi,halifenin emir ve irâdesi oturduğu şehrin hududları dışında geçmez olmuştur.Bu durum,Hilâfet'in Osmanoğulları'na intikâli ile değişmiş ve bu büyük müessese gereken şümul ve istikrâra kavuşmuştur. -Müellif:Zira,her oluş bir hayâlle başlar.Fiili harekete ise tasavvur ve tahayyülden sonra sıra gelir.Bütün bedii ve sınâi eserlerin menşei ve başlangıcı,basit bir hayâldir. -Müellif:Aklın,irâdeye tutukluk irâdeden hesâbiliği yerine,gönül ve muhayyilenin sürükleyip götüren akıcılığına istinâd etmek,kitle psikolojisi açısından son derece ehemmiyetlidir.Bu yüzden milletleri idâre edenler,onları belli bir gâyeye yöneltmek için muhayyilenin bu hârukulâde etkileyici kudretini asla ihmâl etmezler. -Müellif:Unutmamak gerekir ki,fertlerin maksad ve gâyesi kadere tevâfuk etmedikçe gerçekleşmez.Kader ise, Allah'ın tâyin ettigi bir mecrâdan akıp gider. -Müellif:İnsanların içinde doğup yaşadıkları fiziki ve coğrâfi şartlar,onların duygu ve düşünceleriyle, karakterleri üzerinde son derece ehemmiyetli bir te'sir icrâ eder.Batı ve doğu dünyâları ve bu iki ayrı âleme mensub insanlar arasındaki zıtlıkların temel sebeblerinden biri de,tabiat şartlarıdır.Bu sebebledir ki,güneşe açık yıldızlı gökyüzüne hasret olan batı insanı,içine dönük,egoist ve aşırı akılcıdır. -Müellif:İnsan fıtratındaki en köklü hususiyetlerden biri de,taklid meylidir.Çocuklukta konuşma ve yürüme gibi birçok meleke,taklid sâyesinde öğrenilir ve bu temâyül ömrün sonuna kadar devâm eder.Ancak bir şahsiyet kazanmak ve bunun neticesi olarak birtakım prensibler edinmek sâyesindedir ki,insan içinde yaşadığı cemiyetin tesirleri karşısında rüzgar önündeki bir kuru yaprak gibi gayri irâdi bir surette,sağa sola sürüklenmekten kurtulabilir.O takdirde, tercihe medâr olan kabullendiği prensiblere göre bâzı telkinlere karşı mukâvemet sâhibi olabilir ve birçok hareket ve düşünceyi şahsi irâdesinin hâkimiyeti ile gerçekleştirebilir.Lâkin büyük kitleler umumi tesire açık olmak yönünden,dâima bir zaaf ile mâlul olagelmiştir.Bu da şahsiyetli olmanın güçlüğünden doğan,tabii bir neticedir.İnsanlar bedenen,belli bir yaşta kendiliğinden buluğa ererlerse de,onların nev'i- şahsına münhasır bir şahsiyet ve karakter sâhibi olmaları demek olan ruhi buluğları ya hiç gerçekleşmez veyâhud da,geç ve zayıf bir surette gerçekleşebilir.
·
929 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.