Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

224 syf.
8/10 puan verdi
Gerek bizim toplumumuzda gerekse başka toplumların kültürlerinde “anne ve babaya daima saygı duyulması” gerektiği inancı vardır. Bu kişiler bizi dünyaya getirmişlerdir ve onlara karşı en ufak bir saygısızlığımız bizi “kötü çocuk” durumuna getirebilir. Şahsi yorumum bu saygısızlığın “bağlam”a göre değiştiğidir; çocukluğunda ebeveynleri tarafından fiziksel ve duygusal olarak suistimal edilmiş, cinsel istismara maruz kalmış, gerekli ilgi ve sevgiden yoksun bırakılmış çocukların yetişkinlik yaşamlarına geldiklerinde anne-babalarını yok sayıp, “saygısızlık” kisvesi adı altında davranışlarda bulunması bu bireyi gerçekten saygısız yapar mı? Veya anne-babasını sevemediği için merhametsiz mi olur? Kitap tam olarak bu soruya yanıt arıyor diyebiliriz aslında. “Zoraki “sevginin” çok büyük bir zarar verebileceği gerçeğinin genel olarak farkına varılması şarttır. Çocuklukların da sevilen insanlar, bunun karşılığında anne babalarını seveceklerdir, onlara anne babalarını sevmelerini söyleyen bir emre gerek yoktur. Bir emre itaat, asla bir sevgi doğuramaz.” Kitabın 62. sayfasından alıntıladığım bu paragrafa göre Hristiyanlığın dördüncü emri “anne ve babaya hürmeti” zorunlu kılar. Açıkça beyan edilen bu emire yazar sayfalar boyunca eleştiride bulunur ki haksız olduğunu söylemek zor. Miller çocukluğunda işlevsiz bir anne babanın yetiştirilmesine maruz kalmış (bunu kitapta dile getiriyor). Başlarda onlara duyduğu bu öfke nedeniyle bu kitabı yazmış olabileceğini düşünmüş olsam da anne ve babası tarafından her türlü kötü muameleye maruz kalmış bir çocuğun neden bir yaşamı boyunca ebeveynlerini zoraki sevmesi gerekir ki? Bu çocuğa onu vermedi veremediler ki çocuk şimdi bu sevgiyi ifade edebilsin… Yazara göre çocukluğunda ebeveynleri tarafından kötü muameleye maruz kalmış kişilerin (bu muamelelerin uzunca bir listesini siz zihninizde yapabilirsiniz) hala anne ve babalarına saygı ve sevgi duyduğu, yetişkin yaşama girseler dahi bir onay ve onların sevgilerini kazanmak istedikleri görülür. Böylesine bir sevgi asla doyurulmayacak ve bir hayal kırıklığı olarak kalacaktır. Bütün bu yaşananları ise “beden” kaydedecek ve değişim hastalıklarda kendisini gösterecektir; ülser, nörodermatit, baş ağrıları, rahim tümörü vs… Ne zaman anne ve babamıza (yıkıcı) bağlılığımızı fark eder ve bunun yalnızca değerler ve ahlak sisteminin bize dayatmış olduğu bir durumdan kaynaklandığını fark edersek (dördüncü emir kast ediliyor) işte o zaman bedenin rahatlamasına ve iyileşmesine katkıda bulunacağız. Bu yolda “aydınlanmış bir şahitin” bize desteği olursa iyileşme kaçınılmaz olacaktır. Sevgi dolu bir ebeveynin elinde yetişmiş kişilerin bu kitabı okuduğunda yazarı eleştirebileceği kanaatindeyim; çünkü bazı duyguyu yaşamayanlar, yaşayanları kolay kolay anlayamaz veya onların penceresinden bakamazlar. Her ne kadar Miller’in bazı görüşlerine katılmıyor olsam da “saf bir içgörü” ile kitabı okumaya çalıştım. Bir psikolog olarak bana farklı bir bakış açısı kazandırdı ve bu bakış açısını terapilerime yavaş yavaş kanalize etme düşüncesindeyim. “Beden, yaşadığı her şeyin hatırasını tamamıyla bünyesinde saklayan bir organizmadır.” (syf. 124)
Beden Asla Yalan Söylemez
Beden Asla Yalan SöylemezAlice Miller · Okuyan Us Yayınları · 20193,113 okunma
·
116 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.