Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şeyh Sait’in Sorgusu…
ŞEYH SAİT EFENDİ ve onunla birlikte yargılanacak sanıklar 81 kişiydi. Sanıklara ayrılan yer genişletildi. Savcı ve üyeler bu büyük davayı görmeye hazırdılar. 26 Mayıs Salı günü duruşma başlayacaktı. Salon ve localar erkenden dinleyicilerle doldu. Dinleyiciler arasında çarşafsız, kimi başörtülü, kimi sıkmabaşlı hanımlar da vardı. Şeyh Sait Efendi'ye mahkeme başkanı, üyeler ve savcı sorular yönelttiler. Yanıtlar aldılar. Bu büyük isyanın başkomutanı konuştukça küçülüyordu. Bu isyana Allah'ın takdiri ile karıştığını söylüyor, her şeyi kadere bağlıyordu. Kürtçülük, ayrılık gibi amacı olmadığını ısrarla belirtmekteydi. Bunu ileri sürmekle idamdan kurtulacağını düşündüğü anlaşılıyordu. Sorgulama özetle şöyle geçti: "..Niçin ayaklandınız Sait Efendi?" "Dini hükümler tatbik edilmez oldu.Ondan." "Buna nasıl hükmettin? Herkes ibadetinde serbest değil mi?" "Serbest." "Camiler açık değil mi?" “Açık" "Beş vakit ezan okunmuyor mu?" "Okunuyor." "Namaz kılmak, Kuran okumak yasak mı?" "Hayır." “Öyleyse?" "Ne bileyim, halifelik kaldırıldı, medreseler kapatıldı. Gazetelerde türlü türlü yazılar çıkıyordu. Ahlak bozulmuş, kadın açılmış. Bir milletvekilinin Meclis'te yaptığı konuşmayı okuduk. O da söylüyordu. Bunlara üzülüyorduk." "Senden başka din alimi yok mu memlekette?" "Çok var." "Öyleyse sen niye öne düştün?" “Aklımızın kıtlığından." "Müslümanın Müslümanı öldürmesi günah değil midir?" "Günahtır." "Sizin kadar, bizim kadar imanlı askerlere niye ateş ettiniz öyleyse?" Şeyh Sait Efendi önüne baktı. "Bacanağına göre, 'bir Türkü öldürmek yetmiş gâvuru öldürmekten daha üstündür' demişsin. Bunun dinle ilgisi ne? Şeyh Sait Efendi yine önüne baktı. "Düşman Müslümanların ocaklarını söndürürken, niye yardıma koşmadın da şimdi silaha sarıldın?" "O zaman perişandık. Muhacirdik." "Şeyh Şerif Efendi'ye yazdığın mektupta bak ne diyorsun: 'Kimsenin hayat ve malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra, başkalarının hayat ve malından bize ne fayda? Nefis başkalarından önce gelir. Bu ne demek Şeyh Efendi?" Şeyh Sait Efendi bu kör bencilliği açıklayacak bir yanıt bulamadı. Gittikçe battığının farkındaydı. Sustu. "Diyarbakır'ı ele geçirmeyi niye o kadar istedin?" "Takdir-i ilahi bizi bu yana getirdi." "Diyarbakır'ı alınca ne yapacaktın?" "Din meselesini hükümete yazacak, şeriat isteyecektim." "Hükümet müracaatınızı kabul etmeseydi ne yapacaktınız?" "O zaman günah boynumuzdan kalkardı. Evimize gider otururduk." "Sen isyan edip de yağmalayarak, yıkarak, kan dökerek Diyarbakır'a yürürken hükümet bir şey yapmadan, senin müracaatını mı bekleyecekti? Üzerine asker yollamayacak mıydı? Diyarbakır'ı sana teslim mi edecekti? Bunu düşünmediniz mi? Bu cüreti size veren ne idi?" Şeyh Sait, "Bu kadar askeri süratle sevkedeceklerini zannetmiyorduk" dedi. "Sonra mi anladınız?" Şeyh Efendi uzun bir sessizlikten sonra "Şimdi anladım" dedi. "Bu işin yürümeyeceği besbelli iken boş yere binlerce insanın kanına girdiniz." "Pişmanım." "Bu kadar kan döktükten sonra pişmanlık olur mu?" "Bilmem. O kadar düşünmedim." Şeyh Sait Efendi, Savcı Süreyya Bey ile duruşma dışı konuşurken şöyle diyecekti: "Ben devletten adalet istemiyorum. Merhamet, atıfet ve af istiyorum. Adalet tatbik edilirse benim halim nice olur?" Halinin nice olacağını iyi biliyordu. Sorgulamalar sürdü…
Sayfa 155Kitabı okudu
·
120 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.