Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

272 syf.
7/10 puan verdi
·
12 günde okudu
Çalışma; politik olayların tarihsel süreç içinde Kürtçe’yi etkilemesine geniş yer vererek Kürt dilinin farklılıkları ve Kürt dilinin kullanılmasındaki engelleri aktarmıştır. fakat bu sadece Türkiye ve İsveç ile sınırlı kalmıştır. Kürdistan'ın diğer parçalarına fazla değinilmemiştir. “Dil Politikalarının Yasal Bileşeni” başlığı altında, Lozan Anlaşması’nın 39. maddesinde dillerin serbest kullanımına vurgu yapıldığı ancak sonradan ‘unutulduğu’ ve 1980’lerin sonuna doğru tekrar gündeme geldiği değerlendirilmiştir. Bu yıllar arasında Kürtçe’nin dolaylı yollarla yasaklandığı, hatta Kürtçe sözcüğü yerine, kanunda “Türk vatandaşlarının günlük hayatlarında kullandıkları değişik diller ve diyalektler” diye bahsedildiği belirtilmiştir. Cumhuriyet dönemi başladıktan sonra Ziya Gökalp ve Munis Tekinalp gibi şahsiyetler Türklüğün dil ile gerçekleşeceğini savunup başka hiçbir dilin konuşulmamasına yönelik ideolojik çalışmalar yürütmüşlerdir. “Türklük, Türk olmak isteyen herkese açıktı ancak Türk dışında başka bir şey olmak için seçenek bulunmaması gibi bir sorun vardı,” cümlesi dönemin gerçeğini gözler önüne sermektedir. Bunun yanı sıra Clémence, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in “Doğu Ocakları” adı altında özellikle Arapça ve Kürtçe’nin kökten kaldırılması için sıkı önlemler alınmasını da gündeme getirdiklerini belirtir. Meselenin siyasi kısmının da ayrıntılı bir şekilde ele alındığı çalışmanın bu bölümünde belki de en çarpıcı nokta, 1928 yılı ve izleyen dönemlerde Türkçe konuşma kampanyalarının yapılıp Yahudiler, Araplar, Boşnaklar, Rumlar ve Ermeniler’in kendi dillerini konuştukları gerekçesiyle vapurlara bindirilmemesidir. Kürt Dili ve Edebiyatı alanındaki gelişmelerin ne zaman ve hangi süreçlerden geçerek geliştiğini anlatan bu çalışmada, yayına başlayan TRT 6 ile ilgili olarak da, Kürtçe yayın süreleri ve TRT 6’nın esas açılma sebebi gözler önüne serilmiştir. Clémence, çalışmanın devamında okullarda Kürtçe konuştuğu için cezalandırılan ve şiddet gören çocukların olduğunu belirterek, savını Bourdieu’nun, “Dile bağlı gelenekler ‘kararname’ ile değiştirilemez” sözüyle destekler. Tabii bu olaylara paralel olarak, “Kürtçe dağların dilidir, Zazalar Türklerin Orta Asya’daki uzak ve ülküsel anayurdu Turan’dan gelir ve Türkçe konuşurlar; Kurmançlar ise bir zamanlar Türktüler” gibi söylemlerin birçok platformda dile getirilmiş olduğuna yer veren Clémence, birçok akademisyenin Kürtçe sözcüğünü dahi kullanmayıp bazılarının Kurmanci ve Zazaki’yi Türk Dilleri sınıflandırması içerisinde Güneydoğu Anadolu Lehçesi olarak göstermesine de değinir. Esasen vurgulanmak istenilen, (durumu Kürtçe’nin yok edilmesi ya da yozlaşmasından ibaret olarak tanımlayarak) Türk olmak açıkça zorunludur ve başka alternatif yoktur söylemidir. Çalışmanın bir başka önemli noktası da, “okul” kavramıdır. Clémence, “Resmi Dilin Meşrulaştırılması ve Zorla Kabul ettirilmesi: Okul” başlığı altında Ernest Gellner’in okul kavramını “milliyetçiliğin kalbi” olarak tanımladığına işaret ederek, çocukların yasaklı dil olan ana dilleri Kürtçe’yi okulda baskı ve şiddetle konuşamaması gerçeğine dikkat çeker. Ayrıca, “Eğer milli eğitim mantığı içinde okul, çocuklara sürekli olarak “ben Türküm” dedirtiyorsa, bu durumda onların ötekiliğine de işaret ediyordur,” diyerek yaşanan paradoksal durumu açığa vurur. Yine 1960 darbesi sonrası açılan YİBO’ların esas misyonunun çocukların Türkçeyi kusursuz konuşmaları olduğu belirtilmiştir. Yani okulların çocukları bakanlığın “arzu edilen tarza” dönüştürmesi amaçlanmıştır. Bir Kürt Dili Yaratmak başlığı altında Kürt dilinin gelişimi sürecini anlatan Clémence, Mithat Bedirhan’ın yönetimindeki Kürtçe-Osmanlıca ilk gazete olan “Kurdistan”dan söz eder. Gazetelerin, Kürtçe uyanışı açısından önemli bir yayın olduğu vurgusu yapılarak okumanın, emeğin, okul ve üniversitelerin açılması gerekliliğinden söz edilir. Clémence, Kürt dilinin de tıpkı Türkçe gibi bir alfabeye ihtiyaç duyduğunun altını çizerek Kurdiye Bitlise’nin yazım ve imla usulü ile ilgili sözlerine yer verir. Ardından “Jin” dergisindeki bir makalede yer alan, lehçe kullanımı çokluğu meselesi de Kürtçe’nin bir başka sorunsalı olarak vurgulanırken müşterek bir Kürtçe yaratılmasından söz edilmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında bir başka boyut da, Hamit Bozarslan’ın “Kürt eliti Kürtçülük üzerine oynuyor çünkü Kürtçülük, oluşturulacak ulusun temelidir. O olmaksızın medeniyete ulaşmak sorunsala dönüşür” sözleriyle açığa çıkar. Clémence’nin üzerinde durduğu bir diğer nokta ise “Hawar” dergisiyle, ulusal kimliğe atfedilen değerlerin etkilenmiş olmasıdır. Hawar dergisinin oluşumu, amacı ve etkisi üzerinde duran Clémence, Kürtçe’nin bu dergiyle su yüzüne çıktığını ifade eder ve Kürt alfabesinin Celadet Bedirxan’ın yıllarca üzerinde çalışıp Hawar’da yayımlanmasına da çalışmasında yer verir; Kürtçe dergilerin tarihsel oluşumunu ve hangi şartlarda ilerleme kaydettiğini açıklar. Dil, temel varoluş nedenlerinden biridir ve Mehmet Uzun’un tabiriyle dil ulusların suretidir. Yasaklı dil, öksüz dil tabirleri “dilinizi koruyun!” (Li zimane xwe xwedi derkevin!) sloganlarına dönüşüyordu. Celadet Bedirxan Ben-Yehuda’nın dil tavsiyelerine kulak verilmesi gerektiğini vurguluyordu. Tabii bunların yanında lehçelerin farklı olması sorun ifade edilmekteydi. Ancak belki de bu bir sorun değil, zenginlikti. Bunu da Clémence, “İlk Marksist Dil Görüşü: Doktor Şivan” başlığı altında Şivan’ın (Said Kırmızıtoprak), Kürtleri Araplarla karşılaştırarak, “Irak Arapları, Mağrep Araplarını anlayamaz, Mısır ve Lübnan Araplarını zar zor anlar ancak tüm bunlar bir ulus olmalarını engelleyemez” şeklindeki görüşüne yer verir ve Kürt sosyalist oluşumların liderleri içinde Marksist anlayışla dili politikasını birleştiren isim olarak Dr. Şivan’ı işaret eder. Clémence, dini akımların da dil üzerindeki etkisinden söz ederek Bediüzzaman Said-i Nursi (Kürdi)’nin Kürt Dili için yapmak istediklerini Medresetü’z Zehra olacak şekilde bir üniversite açma gayesi olduğunu Şeyh Said isyanından sonra sürgüne gönderilip ardından tamamen dine ilişkin meselelere eğildiğini de açıklar. Bunun yanı sıra Nûbihar dergisinin de işlevi üzerinde detaylı bir şekilde durulmuştur. Ayrıca Kürt dilinin Hint-Avrupa dil ailesinde olduğu sınıflandırmalar yapılmıştır. Kürtçe’nin zaman içinde ilerlemesi ve sadece konuşulan sözlü dil değil, bağımsız, yazılı ve dilbilgisi normları olan bir dil vurgusu Clémence tarafından yapılmıştır. Dilbilim olaylarından sonra Kürt aydınları kültürel politikalara yönelmek adına birtakım çalışmalar yürütmüşlerdir. Bunlardan özellikle 90’lı yıllardan sonra bir siyasi parti bünyesinde Kürt vekillerin meclis içinde yer almaları, Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (Navenda Çanda Mezopotamia-NÇM) Yaşar Kaya, İsmail Beşikçi, Musa Anter, İbrahim Gürbüz, Hüseyin Sağnıç, Abdurrahman Dürre, Cemşit Bender ve Süleyman İmamoğlu tarafından kurulması önemli gelişmeler olmuştur. NÇM’nin yaptığı aktivitelerin Kürtçe dilini önemli ölçüde güçlendirdiği ve birçok Kürtçe kültür-sanat dergisini ortaya çıkardığı belirtilebilir. Bu süreçten sonra Kürt Enstitüsü kurma girişimlerinin başlangıç safhalarını da Clémence ayrıntılı bir biçimde anlatmıştır. Siyasi dil üzerinde de yoğun bir şekilde duran Clémence, 90’lı yıllardan sonra Kürt gazete ve dergilerin kapatılmasının, baskı altına alınmasının, askeri savaşın büyük çapta olduğunun üzerinde durarak dili nasıl etkilediğini, radyolarda Kürtçe’nin yasaklandığını net bir şekilde aktarır. 1990’da Süper Vali’lere, sansürleme, yayına el koyma, matbaa kapatma gibi görevler verilmiştir. Clémence ayrıca İsmail Beşikçi’nin Kürt aydınlarını eleştirdiği sözlerine de geniş yer verir. 2000’li yıllardan sonra değişime gidilip Kürtçe radyo ve kanalların inşası için birtakım adımlar atılmıştır. Tabii bunun öncesinde 95 yıllarında Med TV, sonra Medya TV ardından Roj TV isimleriyle çeşitli televizyon kanalları kurulmuş olup Türk yetkililerin baskılarıyla Belçika’dan İngiltere’ye taşınan bu kanallar, daha sonra uydu sistemlerinin değişme sansürüne uğramışlardır. Clémence, bu kanalların politik söylemlerine karşılık devlet denetimi altında Kürtçe bir Tük kanalı girişimi başlatıldığına vurgu yapar. 2000’li yıllardan sonra dil anlamında büyük bir kırılma olur. Bu kırılma birçok şehirde dil için yapılan eylemlerle yayılmaya başlar. Sloganlar dil üzerine atılır. Bu sloganlardan birkaçına Clémence şöyle yer verir: “Dilimiz kimliğimizdir.” (Zimanê me nasnameya me ye.), “Dilsiz bir varoluş imkânsızdır.” (Hebûna bê ziman nabe). Bir de hepimizin çoklukla bildiği Kürt adlarının da yasak olması üzerine duran çalışma da birçok Kürt, ismini değiştirmek üzere bu süreçte mahkemelere başvurur. Böylelikle anadil kavramı son dönemlerde büyük bir dilbilimsel mesela haline gelir. Görüldüğü üzere Kürt Edebiyatının Anatomisi adlı çalışmanın birinci kısmında, Kürtçe’nin günümüze gelinceye dek yaşanan gelişmeler üzerinde durulmuştur. Clémence, çalışmasında büyük bir kaynakça ile nesnel bir bağlamda cüretkâr tavır içinde bilgileri sunmuş ve açıklamıştır. Ele aldığım birinci kısımda Kürtçe’nin gündelik hayatta kullanılma aşamasının hangi dönemlerden geçtiğini, kimler tarafından oluşturulmak istendiği, politik olayların dil üzerindeki etkileri üzerinde durulmuştur. Ele alınan başlıklarda dinin, yaşamın, baskının, zamanın, kişilerin, politik düşüncelerin, yanlış algıların Kürtçe üzerindeki etkisi ifade edilmeye çalışılmıştır. Yazı, Clémence’nin Kürt Edebiyatının Anatomisi eserinin birinci kısmında içeriği ile ilgili kaleme alınmıştır. mevzuedebiyat.com/kurt-edebiyatin...
Kürt Edebiyatının Anatomisi
Kürt Edebiyatının AnatomisiClémence Scalbert Yücel · Ayrıntı Yayınları · 20188 okunma
·
310 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.