Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

222 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Alıntılar
Alıntılar; İsmet İnönü, görüşmelerde usule aykırılık olduğu gerekçesiyle anayasa Mahkemesi’nde “karara iptal” davası açtı. (Sayfa 18.) Avukatlara da sanık gözüyle bakılmış ve hatta savunmalarında geçen bir sözcüğün suç olduğu gerekçesiyle davanın 11 avukatı hakkında T.C.K.266.maddesi gereğince dava açılıp, Ankara 3 Nol’u Sıkıyönetim Mahkemesi’nce üçer ay hapse mahkum edilmişlerdi.(Sayfa 19) Günümüzde ezenleri temsil eden ve çıkarı uğruna yoksul ulusları boyunduruğu altında tutan emperyalizmidir. (Sayfa 28) Türkiye, hâlâ kalkınamamış olup, yarı bağımlı durumdadır. Bir avuç sermaye çevresi Amerikan Doları uğruna ulusumuza ihanet etmiş ve bağımsızlığımızı yabancılara ticaret konusu yapmışlardır. (sayfa 29) Yine de İnönü’nün bir şeyler yapacağı umudu ben de uyanmıştı. Sonradan bazı girişimlerde bulundu da. (Sayfa 40) 11 gündür Deniz, Yusuf, Hüseyin açlık grevini sürdürüyorlar, açlık grevinin gitmelerinin nedenini şöyle açıkladılar; “ dışarıdaki gelişmelere bakılırsa, üçümüzün idamı kesin gibi görünüyor. Ayrı ayrı kapatıldığını sürelerimizde, Türkiye işçi sınıfı ve halkımız için yapabileceğimiz son eylem ancak bu olabilir. “Savunmayı üstlenen 11 avukat vardı. (Sayfa 42) Sözde Halit Çelenk başladı: “biz infazların durdurulması için hala ciddi çabalar sarf ediyoruz. Ancak bu çabalar sonuç vermezse infazlar gerçekleşebilir. İnfazlar gerçekleştiği taktirde biz avukatlar, sizin İmfaz yerine sağlıklı ve rahat bir şekilde gidebilmeniz için açlık grevine son vermenizi öneriyoruz. Şüphesiz bu konuda karar sizindir.” Öneriyi kabul ettiler. (Sayfa 43) Deniz; “Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanında gömülmek istiyorum. Küçük kardeşime özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. En ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir. (Sayfa 51) Yusuf avukatlarına, son bir kez Denizi’ görmek istiyorum dedi. Yusuf odasından alınarak Deniz’in yanına getirildi. (Sayfa 52) Albay, “dini terkin istemiyorlar” dedi. Günlerden Mayıs’ın 6’sı. “Hıdırellez günü” diye yazıyor takvimler. (Sayfa 55) Deniz’in son sözleri “Yaşasın Türkiye halkının bağımsızlığı, yaşasın Marksizm-Leninizm‘in yüce ideolojisi, yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun emperyalizm.” (Sayfa 58) İnfaz Savcısı Sami Uğur, kendince espriler yapıp yine kendi gülüyordu. 10 dakika kadar sonra, görevli doktor gömleği sıyırıp nabzına baktı. Deniz’in nabzı çarpıyordu. Beklediler… 10-15 dakika sonra nabza tekrar bakıldı. Denizin nabzı durmamıştı. Bekliyorlardı. 50 dakika öylece kaldı.(Sayfa 59) Bu ara Yusuf, karşısında oturan ve çevresindekilerin kendisine “Müdür bey” dediği birine (Birinci Şube Müdürüne), “Yine işkencelere devam ediyor musunuz? “diye sordu. Müdür birden irkilip, “Biz öyle şey yapmayız,”diye yanıtladı. Yusuf gülümseyip başını hafifçe bükerek, “Peki, elektrik işkencesi nasıl gidiyor?” dedi. Müdür yine, “bBz de böyle bir şey yoktur”. (Sayfa 65) Yusuf’un son sözleri: “Ben halkımın bağımsızlığı ve mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz.. Yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm… (Sayfa 66) Hüseyin’in son sözleri: “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm… (Sayfa 68) Biraz önce kendisinde mektupların bulunmadığını söyleyen Sami Uğur’dan mektupları alıyoruz… (Sayfa 81) Ben, halkımın kurtuluşu, Türkiye’nin tam bağımsızlığı için savaştım. Sizler beni tanıyorsunuz. Bir yıldan beri, bu bir avuç sömürücüler, vatan satıcıları, işbirlikçiler; ellerindeki bütün imkanlarla, bizi dışarıdan yardım gören, beyinleri yıkanmış, vatan haini, dışardan emir alan, bölücü, anarşist diye tanıtmaya ve halkımızdan bizi kopartmaya çalıştılar. Bu bir avuç azınlığa göre vatanseverlik; vatan satmak, Yabancılarla işbirliği yapmak, NATO’yu, Amerika’yı savunmak, 6.’ncı filoyu ağırlamak, milyonlarca köylünün geçimi olan haşhaş ekimini elinden almak, işçinin grev hakkını engellemek, Amerika’ya ve emperyalizme hizmet etmektir. Biz bunlara karşı çıktık. Bunun için biz vatan haini, onlar vatansever oldular. (Yusuf Aslan’ın 2 Mayıs 1972 tarihinde Mamak-askeri cezaevinde yazdığı mektuptan alıntı) (sayfa 82) Karaha Geçidi yöresindeki Amerikan Radar Üssü’nü basacaklardı. (Sayfa 85) Deniz sorgusunda, öfke ve üzüntü ile harmanlanan bir duyguyla şöyle diyordu: “biz Amerikalılara acımış, serbest bırakmıştık. Sinan da aramızdaydı, sonradan dağıldık. Sinan Cemgil Nurhak Dağları’nda yaralandı. Silah kullanamaz haldeyken kasti olarak öldürüldü. Alpaslan ve Kadir de aynı şekilde öldürüldü… Biz Şarkışla’da teşhis edildik, ancak burada isteseydik bizi teşhis edenleri silah kullanamaz hale getirirdik, fakat bunu asla yapmadık, bu yola başvurmadık. Arkamızı döndüğümüz sırada, bu yola başvurmadığımız kimseler tarafından ateş açıldı…“ (Sayfa 87) İstanbul’da, Unkapanı Ziraat Bankası soygununda Ömer yakalanmış, (sayfa 87) Ölüm orucuna başlama nedenlerinden elde ettiklerimiz şunlardır: 1) Son getirilen zamlar hayat pahalılığı, fakir emekçi halkımızın zaten son derece güç olan hayat şartlarını, çıkarcıların menfaati uğruna daha da dayanılmaz hale getirmiştir. 2)Halka dönük olan 1961 Anayasası elbise değiştirir gibi değiştirilmiş, bununla da yetinmeyerek halkımıza anayasamızca tanınan hakları tamamen ortadan kaldırmak için, yeni anayasa değişikliğine gidilmek istenmektedir. 3) Sıkıyönetim mahkemelerinde, MİT ajanlarına mahkemelerin temsilcileri görüntüsü verilmek istenmiş ve “ anarşist “ deyimi ile devrimcilerinin katline gidilmiş ve aynı nedenle siyasi cinayetler işlemiştir. 4) Bzim bugün hücrelerinde kaldığımız Mamak Askeri Cezaevi’nde bulunan diğer tutuklu arkadaşlarımızdan biri veya birkaçı her gün “mahkemeye götürüyoruz“ denilerek MİT’in işkence odalarına götürülüp çağ ve insanlık dışı işkenceye tabi tutularak, yapılan işkencenin bütün belirtileri üslerinde olarak geri getirilmektedir. 5)Bütün bu yasadışı, çağdışı ve insanlık dışı uygulamaların halkımız ve ilerici aydınlar tarafından bilinmemesi ve duyulmaması için basına sansür konulmuş, basın ancak sıkıyönetimin izin verdiği haberleri verebilecek duruma getirilmiştir. Bütün bu nedenlerle 18 Nisan 1872 tarihinden itibaren “ölüm orucuna” başladık. Bu davranışımızın kötülükleri sona erdirmeyeceğini biliyoruz. Ancak, halkımıza ve onun haklarına cezaevi hücrelerinde sahip çıkıp onu savunacak tek hareketimiz ölüm orucunu sürdürmek olacaktır. (Sayfa 95) Çok sayıda insanın idamla yargılanması, sanıklar üstünde idamı sıradan bir ceza olduğu duygusu bırakıyordu. O koşullar o duyguyu doğurmuştu. Ve zaten bir çok insan “ölü olarak ele geçirelerek “bu cezaya mahkum olmuştu bile. Yavaş yavaş davalar sonuçlanmış, bazı mahkeme yargıçları kalemlerini kırmaya başlamıştı. Bilindiği gibi, ilerleyen zaman içinde mahkemelerin verdiği “idam“ hükümleri üst mahkemelerde bozulmuş, fakat bunlardan birinin, Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’nin onsekiz idam hükmünden üçü, deniz, Yusuf ve Hüseyin haklarında verilen hükümler onaylanmıştı. (Sayfa 128) Sanıklarının tamamı düzmece bir biçimde bir araya getirilmiş olan “Sabotajlar Davası“ bunu bir tipik örneğiydi. Birbirleriyle ilgisiz bir çok kişi (özellikle işçiler) toplanmış ve ağır işgenceler altında “yangınlar çıkarmış olmayı“, “gemi batırmış olmayı“ kabul etmişlerdi. “Sabotaj davası“ için toplanan suçsuz insanlar, işkence günlerinden sonra Harbiye Hücrelikleri’ne kilitlendiler. Üç adım boyunda, iki adım eninde, tepesi tel örgü, el içi kadar bir deliği olan mezardı bu hücreler. Her hücrenin duvarında “kendi kendine de olsa konuşmanın, şarkı söylemenin, gazete okumanın, radyo dinlemenin, Yazı yazmanın, gündüzleri uyumanın, ziyaretçi ile görüşmenin… Yasak“ olduğuna ilişkin bir komut asılıydı. Serbest olan tek şey soluk almaktı. Oksijeni azalmış bir akvaryumdaki balıklar gibi oda… Hücrelerin tepesinde sabaha dek devriyeler gezmekteydi. Hücrelikler yerin altında bir mahsen içindeydi. “Sabotaj davası“ sanıkları, cezaevine gitmeleri öncesinde aylarca bu hücrelerde bekletildiler. (Sayfa 129) Üç sanıpı Darağacında can vermiş olan Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi, emekli olduktan sonra AP’ye girmiş ve Büyük Millet Meclisi’nde yeni görevine başlamıştı. Onun sıkı yönetimindeki günleri ve sıkıyönetim günlerinin sonuçlarını kendine propaganda olarak kullanışına tanık olduk. (Sayfa 135) Yürürlükteki yasalara göre bu üç genç insan suç işlemişlerdi, ama bu suçlara verilebilecek cezanın idam olmaması gerekirdi inancındayım. Görevsizlik kararı vererek davaları tabi hakimlere sevk ediniz, özeti içindeki itirazları duruşmalara başlamadan yaptık ve bu mahkemelerin kuruluşlarındaki anayasaya aykırılığı da geniş açıklamalarla belirterek konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürme girişiminde bulunduk. Bu isteklerimiz, doyurucu ve ciddi gerekçelere dayanmaksızın reddedildi. Hatta AB‘Dde Büyükelçiliğinin köşesindeki kulübede nöbet tutan polislerin kurşunlanmasının, aleyhlerinde tek delili olmadığı halde bu fiili de kendilerinin işlediğini ifade edecek kadar açık yürekli davranmışlardır. Deniz Gezmiş ve arkadaşları ABD’nin Türkiye’yi sömürdü ğüve yarı bağımlı hale getirdiği, bu nedenle ABD’ye emperyalizmine karşı savaşmak gerektiği inancındaydılar ve ne kadar zorlanırsa zorlansın bu hedefe varmak için koydukları eylemlerde anayasayı ihlal kastının aranması olanaksızdı. Büyük bir adli hata işlendi, bağımsız ve güvencelere sahip tabii hakimlerin böyle bir hükme varmaları olanaksızdı. Avukat Niyazi Ağırnaslı ( sayfa 142) “Hiç kimse, tabii hakiminden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi tabii hakiminden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.“ (Anayasanın, 12 Mart döneminde geçirdiği gerici nitelikteki değişiklikten önceki, 32..maddesi (sayfa 149) Hüseyin bu kanunda şöyle diyordu: “iddianameyi okuduğum zaman cezanın suça değil, suçun cezaya uydurmaya çalışıldığını gördüm. Cezamızı biraz önce bahsettiğim pazarlık tayin edecektir. Böyle bir pazardan bize reva göreceği cezayı bağımsız yargı organlarında uygulamak zor olduğu için sıkıyönetim mahkemelerine çıkartılıyoruz. Haklı olarak belirtiyorum; iddia makamının muhatap olarak almıyorum ve mahkemeyi bağımsız yargı organı kabul etmiyorum.“ (sayfa 151) Kamuoyunu tek taraflı oluşturmak için radyo ve televizyon faşist ideolojinin emrine verilmiş, onlarca sayfa tutan iddianameler radyodan günlerce okutulmuş, buna karşılık yargılananların sorgu ve savunmalarından tek kelimeyle söz edilmemiştir. Gazeteler kapatılma tehdidi altında tutulmuş, tarafsız görev yapmaları engellenmiştir. Duruşmaları izleyip, basın, radyo ve televizyon dan haber kaynakları yapan Anadolu ajansı muhabiri, bazı sıkıyönetim savcıları ile görüşüp, ancak onların onayını aldıktan ve onların istediği biçime koptuktan sonra, duruşmalar hakkında bilgi vermiştir. Duruşmaların açıklığına rağmen, duruşma salonuna sadece sınırlı sayıda sanıkların yakınları, üstelik her gün yerine getirilmesi ne kadar zor, adeta eziyet teşkil eden usullerle alınmıştır. Kararların meclislerde görüşülmesinde, egemen sınıf partilerinin onları bir an önce asmak için gösterdikleri iştahlı tavır, toprak ağası yaşlı bir senatörün konuşmasında dile gelen, “bunları yargılamaya bile gerek yok, hepsini kurşuna diziverelim, olsun bitsin,“ yolundaki hukuk ve adalet anlayışı ve mahkeme başkanının bugünkü demeçleri, davaya neyin damgasını olduğunu herhalde ortaya koymaktadır. (Sayfa 152) “Hakim, peygamber postunda oturan kişidir“ (sayfa 153) Banka soymanın ve adam kaçırmanın anayasayı ihlalle ilgisi nasıl kurulabilir? Beş-on genç anlaşmış, belki gizli ve silahlı bir çete ya da cemiyet kurmuşlardı ve bu kuruluş 146. maddedeki anayasayı ihlal suçuna müteallik olabilirdi. Bu davranışları, tıpatıp ve kesinlikle 168. maddenin kapsamına girer ve ona göre cezalandırılırlardı. O zaman ölüm yerine en çok verilecek cezanın, 24 yıl ağır hapis olması gerekirdi. Nitekim, kişiliklerini yakından tanımakla onur kazandığım Askeri Yargıtay’ın değerli üyelerinden hakim tuğgeneral sayın Kemal Gökçe ve hakimAlb. Sayın Nahit Saçlıoğlu da, aynı inanç da bulunmuşlar ve sanıkların 146/1 ile değil 168. madde ile cezalandırılmalarını ve ayrıca hafifletici neden kabul edilerek, 59. madde ile cezalarından indirim yapılması gerekçesiyle onama kararına aykırı oy kullanmışlardır. Bu indirme ölüm cezalarında, süresiz ağır hapse çevrilmek biçiminde uygulanır. Bu madde, hakimlere tanınmış en son insancıl bir yetkidir. 59. madde uygulanarak hiç olmazsa ölüm cezasından kurtarılmaları yasal birimkandı. Ama hayır, ilahlar kurban istemişlerdi bir kez. Ve de kurban verilecektir. (Sayfa 156) Hasan Basri Akgiray 22 kişilik adalet komisyonunda idama karşı gelen tek üye bendim. (Mevlüt Ocakçıoğlu) (sayfa 175) 25 Mart 1972 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 17 Mart 1972 gün ve 1576 sayılı (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair) kanunun yürürlük maddesi şöyleydi: “Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.“ Ancak CHP, kanun daha yayınlanmadan ve yürürlüğe girmeden, bu konunun iptali için anayasa mahkemesine başvuracağını bildirmiş ve basın da konuyla ilgilenmiş olduğundan, ölüm cezalarının yerine getirilmesi geciktirildi. Yayımından sonra hem biçim, hem esas yönünden iptali için anayasa mahkemesine başvurulması üzerine, kanun, anayasa Mahkemesi’nin 6 Nisan 1972 günlü, K: 1972 /13, karar: 1972/18 sayılı kararıyla iptal edilip 7 Nisan 1972 günlü Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlandı. Anayasa Mahkemesi, kanunu biçim yönünden iptal ettiğinden, “iptal kararına göre, öteki aykırılık iddialarının incelenmesine yer olmadığına oybirliğiyle karar vermişti.“ Bu iptal kararı üzerinden yeniden kabul edilen 2 Mayıs 1972 günlü (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair) 1586 sayılı kanun, 5 Mayıs 1972 günlü Resmi Gazete’de yayımlandı. Bu kanunun da “ yayımı tarihinde “yürürlüğe gireceği yazılıydı. Ölüm cezalari hemen yerine getirildi. Böylece Anayasa Mahkemesi’nin, önce sadece biçim yönünden iptal ettiği kanunun, bu kez esas yönünden de incelenip anayasaya uygunluğunun denetlenmesi olanağı ortadan kaldırılmış oldu. Yasama organı, kanunun yürürlük maddesine Anayasa Mahkemesi’nin denetimi önlenemeyecek biçimde düzenlenmiş olsaydı,ACABA Anayasa Mahkemesi kanunu esas yönünden de iptal etmez ve ikisi 25, biri 23 yaşında olan bu üç genç ölümden kurtulamaz mıydı? (Sayfa 181) Avukat Faik Muzaffer Amaç Deniz, öğrenci gençliğin mücadelesini bu şartlar altında, inandığı mücadele biçimi içinde şekillendirdi. Günün tüm öğrenci örgütleri pasifist, neme lâzımcı, kişisel şöhret peşinde ve bir bakıma burjuvazinin değirmenine su taşıyan, kişiliksiz yapıdaydı. Bunun için bu örgütlerle ilerici, yurtsever, anti emperyalist ve anti faşist mücadele gereği gibi yapılamazdı. Deniz hemen Hukuk fakültesinde Devrimci Hukukçular Örgütünü kurdu. Arkasından daha geniş bir tabana hitap eden Devrimci Çğrenci Birliği‘ni (DÖB) oluşturdu. Bilahare Bu örgüt FKF (fikir kulüpleri federasyonu) içinde aktif rol oynayarak onu Dev-genç’e dönüştürdü. Bundan sonra Dev-genç, gençliğin anti faşist ve anti emperyalist örgütü haline geldi. (Sayfa 184.) Deniz, her şeyin ötesinde bir eylem adamıydı. Kavradığını mükemmel kavrar ve derhal uygulamaya geçerdi. Ve derdi ki, “en iyi lider en iyi militan olandır.“ o dönemin bütün ilerici, yurtsever, anti-emperyalist ve anti-faşist eylemlerinde o ve arkadaşları yer almıştır. Her demokratik ve haklı eylemin sonunda Deniz Gezmiş haksız şekilde kovuşturmaya uğruyor ve tutuklanıyordu. (12 Haziran 1968 işgal eylemi dolayısıyla Cumhurbaşkanı, Başbakan, muhalefet lideri ve tüm üniversite rektörleri, öğrencilerin isteklerinde haklı olduklarını belirtmişlerdi.) Büyüyen ve yurda yayılan demokratik ve anti-faşist eylemleri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını bağlamak elbetteki mümkün değildir. Ama bu eylemlere etkin katkıları olmuştur. İstanbul’daki son tutuklanma bilindiği gibi Yıldız Öğrenci Birliği nde bulunan dürbünlü bir tüfek yüzünden olmuştur. Bu Tüfeğin Deniz’e ait olduğu iddia edilmiş, sonradan aksi sabit olmuştur. Mahkeme dosyası bunun açık kanıtıdır. Bu durumda bile Deniz dokuz ay tutuklu kalmıştır. Hem de bir önceki tutukluluğundan sonra özgürlüğüne kavuşmasının birinci ayı dolmadan. Deniz Gezmiş’in sayısız tutuklamaların daha bütün hukukçuları şaşırtan bir özellik vardır; bütün tutuklanmalarının sonucu mahkemelerde beraattir. (Sayfa 185) Avukat Bozkurt Nuhoğlu İdam hükmüyle sonuçlanan bu davaya yöneltilen eleştiriler gösteriyor ki, kanunun değiştirilmesi bir gerekliliktir. Profesor Dr Özlem Tosun (sayfa 187) Bu kitap Vatan gazetesinde dizi olarak yayınlanmış. Basın tarihinde işini asra az rastlanır bir uygulama: dizinin sorumlulugunu yazar yüklenmiş. (Nihat Behram) Dizi hakkında dava açılıyor. İstenen cezalar kısa zamanda 100 yılı buluyor.(Sayfa 202) Nihat Behram vatandaşlıktan çıkarılıyor. (Sayfa 205) Nihat Behram, 16 yıl sonra Türkiye’ye döndü. 22 yıllık yasaklı sürecinden sonra Gendaş yayınevince yapılan baskısı (1998). Korsan basımlarını rağmen kitap kısa sürede 15 basım yaptı. (Sayfa 208)
Darağacında Üç Fidan
Darağacında Üç FidanNihat Behram · Everest Yayınları · 201911,8bin okunma
·
1.046 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.