Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

134 syf.
·
Puan vermedi
Son Kuşlar
Son KuşlarSait Faik Abasıyanık
7.4/10 · 13,6bin okunma
1 görüntüleme
Sibel Akın okurunun profil resmi
Mercan Usta’ya… Sait Faik Abasıyanık okumaktaki ısrarım gitgide iyiye gidiyor. Sait Faik ısrarım iyiye gidiyor da yazı yazmamı ciddi şekilde etkileyen karpal tünelim kötüye gidiyor. Mario Levi hocamın da gazıyla çok sevdiğim ve özlediğim kalem - kağıtla yazma işine giriştim ancak beyhude bir çabadayım sanırım. Bir harita metod defterini dolduracak kadar kitap yazımı elle yazdım ama artık çok zorlandığımdan bilgisayara yazmaya karar verdim. Harita metod demişken Murathan Mungan’ın “Harita Metod” defterini okumadıysanız çok tavsiye ederim. En sevdiğim kitaplarındandır. Elle yazarken hızlı yazınca eciş bücüş yazımı sonradan ben bile okuyamıyorum. Bir keresinde kendi yazımı eczacı bir arkadaşıma yollamıştım, çözsün diye. O da okumuştu, inanabiliyor musunuz? Güzel yazacağım diye yavaş yazınca kafamdakiler gidiyor. Hem de kalemi çok sert tuttuğum için parmaklarım, bileklerim ağrıyor. Düşündüm de ben hayatta sevdiğim her şeyi böyle sımsıkı tutmuyor muyum zaten? Ya sımsıkı ya hiç Ya dibine kadar ya hiç Ya hep ya hiç… Ortası yok! Böyle ortası mortası yok yazınca her şeyi dibine kadar yaşayan, kendini hayatın akışına bırakan, sonuna kadar kovalayan biri gibi yanlış bir izlenim verdiğimi düşündüm bir an. Tamam, el attığım işleri kötü yaptığım söylenemez ancak öyle her seferinde başarıya ulaşmış, tamamlanmış biri olduğum çıkmasın buradan. (Etrafta harikayım, şahaneyim, kusursuzum diye dolaşanların yanında yaptığım en sevdiğim esprimi de yazayım o zaman; en sevdiğim özelliğim alçak gönüllülüğüm. ;) Hele el attığım pek çok şeyi, hadi itiraf edeyim kişiyi kuruttuğum düşünülürse kusursuzluk, benim için uzak denizlerin ortasında şekilsiz bir ada… Sait Faik’e bundan iyi bağlayamazdım sanırım, anlayana… Son Kuşlar, “Seçme Hikayeler”de de yer alan kitabın ilk öyküsü. Sait Faik’in bu kitabı da yine deniz, balık, balıkçı konularıyla dolu ancak Son Kuşlar’ı “Havada Bulut”a göre çok daha beğendim. Sait Faik’in sade dilindeki tadı almaya başlamış da olabilirim tabi. Başlarda tepki duyduğum ya da beğenmediğim pek çok şeyi sonradan tanıdıkça, anladıkça seviyor oluşumun da bir sonucu olabilir bilmiyorum ama Sait Faik’le alışıyoruz yavaştan birbirimize… Mario Levi’yle dersler bittikten sonra benim önerimle kitap kulübü kurarak diğer katılımcılarla her hafta toplanmaya, edebiyat ve kitap konuşmaya devam edelim dedik. Herkes bir heves tamam dedi ancak kitap kulübümüzün en fazla beş üyesi olabildi. Başlangıçta ödev kitaplar, konular olsun, onları okuyup konuşalım ya da birinin başlattığı bir hikâyeyi bir diğeri devralsın ve sürpriz sonlu hikayeler çıksın gibi fikirlerime sıcak bakanların sonra sıvışmasından bu işin ödev olmadan sürmesi gerektiğini anladık. Bu engelleri de aşan gerçekten hevesli birkaç arkadaşla herhangi bir kitap seçip okumaya karar verdik. Kim, hangi kitap olsun filan diye düşünürken aklımdan Sait Faik geçiyordu ki bir katılımcı Sait Faik olsun mu dedi. Çok şaşırdım ve tabi hemen onu seçtik. Konunun gelişinin eski bir kitapçıda aynı kitaba uzanan iki el gibi durduğunun farkındayım ancak buradan aşk hikayesine bağlanmayacak rahat olun. Kucağımda bir dolu kitapla eski bir kitapçının köşesini dönerken ve nedense onca yükle dikkatli olmam gerekirken havaya baktığım için diğer köşeden gelen ve elinde herhangi bir şey olmamasına rağmen yine nedense benim gibi havaya bakarak yürüdüğü için çarpıştığım o şapşal adam, diğer yarımı tamamlayacak olsa konu aşk hikayesine bağlardı. Yani buradan bir şey çıkmadı sevgili okur. Aradığınız/ aradığımız aşk hikayesine şu anda ulaşılamıyor; başka bir kitaba/bahara artık… Biz tüm ciddiyetimizle ikimizde de olan ortak kitap olan “Son Kuşlar”ı seçtik ve bir hafta içinde okuyup değerlendirmeye karar verdik. Hemen okumaya başladığım ama sadece bir bölümünü okuyabildiğim kitabı ertesi gün bir solukta bitirdim. 134 sayfa zaten, bitirmeyeni dövüyorlar esprisi hiç bu yazıya uygun değil, o yüzden yapmayacağım. Kitaptan altını çizdiğim birkaç yer var ancak beni mutlu eden başka bir detayı paylaşmak istiyorum. Henüz kitabın başlarında “Gün Ola Harman Ola” hikayesini okuduktan sonra en beğendiğim hikâye bu diye not aldım. Daha okumadığım bölümler olmasına rağmen en sevdiğimin bu hikâye olduğuna karar vermiştim. Hatta kahramanı Mercan Usta’nın gerçek olduğuna tüm kalbimle inandım ve Bakırköylü bu adamı birilerine sormak, ondan mutlaka bahsetmek ihtiyacı hissettim. Hatta yaşadığı zamanı ve adalı bir Ermeni olduğunu düşünerek aklıma ayaklı kütüphane lafının kendisini tanımlamaya yetmeyeceği, çok sevdiğimiz aile dostumuz Zepür hemşireyi arayıp hem halini hatırını hem de Mercan Usta’yı sormak geldi içimden. Ancak önce kitabı bitireyim dedim. Enteresan kısım, sevgili Zepür hemşiremizin 84 yaşında olmasına rağmen apaçık zihni ve o kıpkızıl saçları kadar renkli değil ama olsun. Kitabın sonunda Sait Faik öldükten bir ay sonra, yakın arkadaşı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun onun hakkında yaptığı yorumu… Eyüboğlu, Sait Faik’le ilgili izlenim ve kimi anılarını anlattıktan sonra en sevdiği hikâyenin Mercan Usta olduğunu söylemiş. Hatta birbirlerine imzaladıkları kitabı birbirlerinden habersiz, ikisinin de Mercan Usta’ya diye imzaladıklarını yazmış ve kapağın imzalı görselini paylaşmış. Böylesine iki değerli sanatçı ile aynı hissiyatı ve görüşü paylaşabilmek bile başlı başına şahane ve renkli bir duygu benim için. Gelelim kitaptan alıntıladığım bölümlere… Genelde kısa deniz öyküleri yazdığı için pek altı çizilecek özlü sözü, büyük cümlesi yoktu ancak bundan asla Sait Faik’in dilini, öykücülüğünü değersiz gördüğüm gibi bir anlam çıkmasın. Kaleminin tadı tüm hikâyeye yayıldığı için seçme satırlar yok manasına yazdım, aman ha ustaya yanlışımız olmasın. - İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok. Her şey onun sayesinde, onunla güzel. “Kendi Kendime” - Ah, Mercan Usta! Vapur adaya doğru gümdürdeyip giderken ben, alt kamaradan buram buram terlerken, deve tellal, keçi beraberken… Seni andığım, görmeden sevdiğim için alabildiğine sevinçliyim, mesudum. “Gün Ola Harman Ola” - Mercan Usta’nın boyacı sandığını seyrettikten sonra içinizde Mercan Usta ile bir salaş meyhanede iki kadeh içmek ve Mercan Usta’dan ayrılırken elini öpmek isteği doğmazsa, İstanbul ilini bırakıp gidin. Nereye giderseniz gidin. Uçağa binip Nevyork’a gidin paralıysanız. Parasızsanız Sarayburnu’ndan atın kendinizi. Üç-dört yüz binlikseniz gidin çirkin apartmanınıza; sümüklü çocuklarınızı, lavanta kokulu pasaklı karılarınızı kucaklayın. Ne bok yerseniz yiyin “Gün Ola Harman Ola” - Yazı yazmam için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. Küçücük hürriyetler değil alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum. Bu bana lazımdı. Yoksa her şeyi ağzımda gevelemekten başka ne yapabilirdim “Balıkçısını Bulan Olta” - Kırlangıç yuvasına kadın sığar mı demeyin. İnsan aklına sığan şeyleri bir yol hayal buyurun. Kırlangıç yuvasına bir kadın sokmuşuz, saçlarını, ıslak saman rengi saçlarını tarar dururmuş. Ne zarar var size? Varsın, bir de böylesi bulunsun, hiç değilse bir Abasıyanık’ın yazısında. Bıktım doğrusu artık, oturup insanoğlunun çektiğini, çekmediğini anlatmaktan. Bıkmaktan geçtim, anlatamadım. Yazdım, beceremedim. Kendi kendime ne aynada, ne düşte, ne hayalde, ne fotoğrafta göremedim de, tuttum, sarı saçları vardı, dedim. Gözleri yaradana yan bakardı, dedim. Akşamları iki kadeh içerdi, dedim. Şuna güler, şuna üzülürdü, dedim. Ona çok haksızlık ettiler, dedim. Zengine sövdüm, fakirine enayi gibi acıdım. Neredeyse dünyaya nizamat vermeye kalkacaktım. “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın” Sait Faik iyi eğitimli, zamanın şartlarına göre de iyi durumda bir ailenin çocuğu. Erken yaşta ölen babasına rağmen annesiyle nispeten refah içinde bir hayat sürmüş. Çok maddi sıkıntı çekmemiş yani ama bakış açısı, dikkati, yazıları genelde hakkı yenen gariban kişiler üzerine olmuş. Yazarlık günleri çoğunlukla Burgazada’da geçtiği için de genelde ada insanlarını ve balıkçıları yazmış. Henüz 6-7 Eylül olayları yaşanmadığından olsa gerek gayrimüslimlere sonradan gösterilmesine alışık olduğumuz sahte empatik tavrı da yok. Hikayelerinde dikkat çekmek, modern deyimle “like almak” için özellikle onların altlarını çizmemiş. Onları da bizler gibi “sıradan” İstanbul vatandaşları olarak anlatmış ki, ben bunu sevdim. Herkesin, her kökenden insanın eşit olması, herkesin sevilmesi kadar herkesin sıradan olması da demek çünkü. Şimdiye kadar okuduğum öykülerinde gördüğüm kadarıyla seçtiği konularda pek aşk yok. Belki aşk, kısa öykülere sığmayacak kadar derin olduğundan, belki de 1-2 hikayesinden çıkardığım kadarıyla o dönemin şartlarında, açık açık yazmaya çekindiği cinsel eğiliminin başka yöne olmasındandır, kim bilir… (Defterime yazdığım bu notu buraya geçerken çıkarıp çıkarmamakta tereddüt ettim ancak sevdiğim bir yazarın yazarlığına etki eden bir konu olduğu için kişisel bir tespit ve arşiv bilgi olması açısından silmekten vazgeçtim. Yoksa asla bir yargılama yok ki, ne haddimize zaten. Kaldı ki sonradan önemli kadın yazarlarla çapkınlık hikayelerini de duydum ama bu bilgiler, benim sevgimi olumlu ya da olumsuz bir etkilemedi. Sadece magazinsel ve arşivsel bir bilgi işte… (Ah canım üç nokta, sen olmasan ben ne yapardım.) Son olarak kitaptaki “Ağıt” öyküsünden öğrendiğim bir teorik bilgi ise şimdilerde yok ama zamanında denizlerimizde bulunan ıstakozun, ölü keçi kellesi derisiyle avlanabiliyor oluşu. Leş gibi koksa da -ki leş zaten, tek yöntemi buymuş o zamanlar. Sanat eserlerinin tarihi bir arşiv olduklarının bir kanıtı daha, öyle değil mi?.. Bakalım diğer kitaplarını okudukça neler öğreneceğiz Sait Faik’ten… İstanbul, 28 Mayıs 2021
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.