1920'lerin Almanyası. Nazizim ufaktan ufaktan yükselişe geçiyor. Bir kadını öldürdüğü için dört yıl cezaevinde kalan Franz Biberkopf ,salıverildiği gün artık iyi bir insan olmaya karar verir. Ayakkabi bağcığı,gazete gibi şeyler satarak hayatını sürdürmeye çalışır. Ancak çevresi buna pek imkan vermez. Eski arkadaşları, çalıp çırpma üzerine kurulu kapitalist sistem, derin yoksulluk,kadınlar,fuhuş, alkol,yükselen nasyonal sosyalizm,savaş....tüm bunlar Franz'i kollarından aşağı çeker, ayağına çelme takar. Düştükçe tekrar kalkmaya çalışır ancak çok zorlanır. Koştukça ağaçlara çarpar, gözleri kapalı bir şekilde tekrar yönünü bulmaya çalışır. Gözlerini açması için başından çok olay geçmesi gerekir.
Kitabın anlatımı tıpkı bir film gibiydi. Kamera Berlin sokaklarında gezerken gördüğünü çekmiş gibi. Anlatıcı kameraydı, yazarın dışında.Montaj tekniği kullanılmış. Döneminin haberlerine de sık sık yer vermiş. Senin başına bir sürü şey gelirken hayat akmaya devam ediyor,demiş yazar adeta.
Bertolt Brehct 'in epik tiyatro anlayışında etkisi olan Alfred Döblin'i okuyun. Gerçekten destansı bir romandı.
Not: Tek eleştirim çok eril bir dili vardı. Kadınlar mal gibi görülüyordu.