Gönderi

143 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
"Bir kitap her şeyi altüst etmelidir. Okuru, okumadan evvelki halinde bırakan bir kitap, başarısız bir kitaptır." -Cioran- Sevgi ve Şiddetin Kaynağı, okuru altüst eden kitaplardan birisi. Okuru, okumadan evvelki halinde bırakmayan, kitap bittiğinde okuyana cevaplar yerine sorular bırakan başarılı bir kitap. Kitap, sevgi ve şiddetin kaynağı başlığı altında; şiddet ve türleri, ölüm ve yaşam sevgisi, narsisizm, kandaş ile cinsel ilişki bağlılıkları gibi alt bölümlerden oluşuyor. Kitabın büyük bölümünü şiddetin kaynağı ve narsisizm oluşturuyor. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, kendisinin farkına varmasıdır. İnsan, hayvanlardan farklı olarak kendisini, geçmişini ve bir sonu olduğunu bilmektedir. Sonunda öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır. Bir balık ya da leylek ölümün ne olduğunun farkında değildir mesela. İşte bu farkında olma durumu; insanı dünyadan kopuk, ölümden korkarak yaşayan bir yabancıya dönüştürmüştür. Freud da, kişideki saldırganlığın, şiddet eğiliminin sebebi olarak ölüm içgüdüsünü kabul etmekte, kişinin bilinçaltındaki ölüm içgüdüsü yüzünden kendilerini ve başkalarını incitme arzusu gösterdiğini söylemiştir. Peki şiddetin kaynağı nedir? Acaba insanın içinde Freud'un dediği gibi doğuştan gelen bir şiddet eğilimi, bir öldürme arzusu var mı? İnsan kurt olarak mı, yoksa kuzu olarak mı doğar? Doğuştan iyi doğup sonradan mı kötü olur? Ya da özünde kötü doğup sonradan mı iyileşir? İlk bölümden itibaren Fromm, okura bu soruları sorduruyor. Yani kesin cevap verdiği bir soru yok. Her bölüm başında konularla ilgi Freud'un görüşlerine yer verip ardından Marx'tan, kutsal dinlerden ve uzakdoğu öğretilerinden aynı veya farklı görüşlere değiniyor. Bölüm sonlarında ise bu görüşleri kendi görüşleri ile harmanlıyor. Fromm'a göre insan hem kuzu hem kurt. Freud'a göre insan, kuzu kılığına girmiş bir kurt, ki ben de Freud'dan yanayım. İncil'e göre kurt ama kuzu olmaya çalışmalı. Hinduizm, Budizm gibi öğretilere göre ise, insan kendisindeki kötülüğü bulmak için, kendisine yönelmeli. Dünyevi zevklerden uzaklaşmalı, nirvanaya ulaşmalı. Yani bazı görüşlere göre, her bebek yeni bir insan olarak doğar ve her şey sıfırdan kendisine yüklenir. Yaşadığı çevre, aile, kültür gibi etkenler ile kişi zamanla iyi veya kötüyü kendisi seçer. Başka bir görüş ise, her bebek atalarından kalma içgüdüleri ile doğar ve zaman içinde eğilimlerini değiştirebilir. Fromm'un değindiği bir başka konu ise şiddet çeşitleriydi. İlk insanlar yaşamlarını sürdürmek, karınlarını doyurmak ve kendilerini korumak için şiddet uyguluyor ve canlı öldürüyordu. Fromm buna "tepkisel şiddet" adını veriyor ve tepkisel şiddetin, şiddet türleri içinde en masumu olduğunu dile getiriyor. Yani tepkisel şiddet için nefsi müdafaa da diyebiliriz. Hayvanlardaki şiddet türü de tepkisel şiddettir. Bir hayvan yaşamını sürdürmek, karnını doyurmak ve tehlikelerden korunmak için şiddet uygular. Hiçbir hayvan zevk için bir canlı öldürmez. Mesela vahşi hayvanlar çevrelerindeki her canlıyı potansiyel bir tehlike gördüğü için saldırır ve bu da tepkisel bir şiddettir. O yüzden Fromm, hayvanların kötülük bilmediğini söylüyor. Buradan yola çıkarsak ilk insanlar da kötülük bilmiyordu. Onlar da yaşamını sürdürebilmek için şiddet uyguluyordu. Burada sorulması gereken soru ise, şu an doğan insanlar, hayvanlar gibi içgüdüsel olarak şiddet eğilimlerini devam ettiriyor mu? Fromm bu konu ile ilgili Hitler örneğini veriyor. Hitlerin milyonlarca Yahudi'nin ölümünün birinci sorumlusu olduğunu ifade ediyor. Sahi Hitler kaç Yahudi öldürdü? Hitler bir tane bile Yahudi öldürmedi. Milyonlarca Yahudi'yi binlerce Alman öldürdü. Öldüremeyenler de alkış tuttu. Kimisi alkışla, kimisi susarak, kimisi de gözlerini kapatarak Yahudileri öldürdü. Hitler şiddetin kaynağı gibi görünse de bundan beslenenler Alman halkıydı. Willhem Reich'in Dinle Küçük Adam kitabı genel olarak bu konu üzerine yazılmış bir kitap. Aynı şekilde Irak'taki Müslümanları Bush ya da Obama mı öldürdü? Onları öldüren Amerikan askerleri ve buna hiç ses çıkarmayan dünya vatandaşlarıydı. Peki bu insanların içinden gelen bu öldürme dürtüsü atalarımızdan bize miras kalmış olabilir mi? Bu sorunun cevabı okurun düşünme gücüne kalmış. Düşünmek de son zamanlarda kafamı kurcalayan bir konu aslında. Gerçekten düşünüyor muyuz?
Martin Heidegger
Martin Heidegger
'in
Düşünmek Ne Demektir?
Düşünmek Ne Demektir?
kitabında insanların büyük çoğunluğunun düşünmediğini, düşündüklerini sandıklarının aslında aile ve çevreden öğrendikleri şeyler ve tekrarlar olduğunu söyler. Tekrar kitaba dönersek, insanlar uygarlaştıkça şiddetin türleri de değişti. İnsan zevki için şiddet uygular hale geldi. Tepkisel şiddet yıkım değil, bir tür korunmaydı ama günümüzde gösterilen şiddet ise yıkımdır. Fromm içimizdeki şiddetin ilk örneklerinin oyun ve eğlencelerde ortaya çıktığını söylüyor. Oyunlarda rakibi yenmek, üzmek bir şekilde kazanan kişiye haz veriyor. Karşımızdakinin mağlup olması bizi eğlendiriyor. Fromm bu yorumu, günümüzde oynanan oyunları görmeden yapmıştı üstelik. Şu an çocukların ve gençlerin oynadığı birçok bilgisayar oyunu şiddete ve öldürmeye dayalı. Oynayan kişi, oyunda olsa karşısındakini öldürmekten haz alıyor. Acaba bu haz atalarımızdan mı kaldı? Bence kaldı, sizce? Kitapta ayrıca ölümseverlik ve yaşamseverlik ile ilgili kısımlar da ilgi çekiciydi. Burada ölümseverlik ile ilgili verdiği bir örnek ise şaşırtıcıydı. Öldürme gücü ya da olanağı bulamayıp ölüm sevgilerini daha zararsız bir şekilde besleyen insanlara örnek olarak sürekli çocuğunun başarısızlıklarından bahseden, geleceği konusunda karamsar düşüncelerini dile getiren anneden bahseden Fromm, anne çocuğunun yaşam sevincini, büyümeye duyduğu inancı yavaş yavaş öldürür ve sonunda çocuğuna kendi ölüm severlik eğilimini aşılar, diyor. Ya da hiçbir suçu olmamasına rağmen ailesi tarafından sevilmeyen Kabil'in kardeşini kıskanıp öldürmesi de ölümseverliktir. Araştırmalar ailelerin ilk çocuklarındaki davranış değişikliği ve psikolojik bozukluklarının asıl sebebinin kardeş kıskançlığı olduğunu söylüyor. Eskiden olsa Kabil gibi öldürürdük ama şimdi öldüremiyoruz da farklı şekilde tepkiler ortaya koyuyoruz. Kitapta çokça bahsedilen bir konuda narsisizmdi. Fromm bu bölümde de sürekli Freud'un görüşlerine yer veriyor ve Freud haricinde psikanalizcilerin narsisizmden bahsetmediğini söylüyor. Narsisizm kelimesi adını ünlü Yunan Mitoloji kahramanı Narkissos'tan alır. Hikayeyi az çok herkes bilir. Yakışıklılığı dillere destan olan Narkissos kendisine aşık olan kimseyi beğenmez. Hatta derede kendi yansımasını görür ve kendi yüzüne hayran kalır.
Oscar Wilde
Oscar Wilde
'in
Dorian Gray'in Portresi
Dorian Gray'in Portresi
de narsisizm üzerine yazılmış güzel bir romandır. Hatta narsisizm adını bir çiçeğe bile vermiş: Nergiz. Narsisizm, kısaca kişinin kendi bedensel ve zihinsel benliğine hayran olması anlamına gelir. Her insan kendini az çok beğenir. Hatta faydalı narsisizm de vardır. Yani azı karar, çoğu zarar durumu burada da karşımıza çıkıyor. Atalarımız "Kendini beğenmeyen çatlar" derken farkında olmadan, Freud'dan çok önce psikanalize giriş yapmışlar bile. Narsisizm ile ilgili birçok örnek vardı ama bana göre en can yakanı anne-bebek ilişkisinin anlatıldığı kısımdı. Bizler çocuklarımızı karşılıksız mı severiz? Yoksa onlar bizim bir parçamız olduğu için, onlarda kendimizi gördüğümüz için mi severiz? Bu narsisistik bir sevgi midir? Kitapta en çok ilgimi çeken kısım ise bireysel narsisizmden farklı olarak toplumsal narsisizm anlatıldığı bölümlerdi. Fromm'a göre toplumsal narsisizmi görmek, bireysel narsisizmi görmekten zordur. Şu alıntı aslında bölümün özetiydi: "Birisinin çıkıp da başkalarına şunları söylediğini düşünelim: "Ben (ve benim ailem) dünyanın en üstün insanlarıyız; bizden temiz, bizden zeki, bizden iyi, bizden dürüst insan yoktur, öteki insanların hepsi pis, aptal, ahlâksız ve sorumsuzdur." Pek çok kimse bu insanın kaba, dengesiz, giderek deli olduğunu düşünecektir. Oysa bağnaz bir konuşmacı, kitlenin karşısına çıkıp da "Ben" ve "benim ailem" yerine ulus (ya da ırk, din, siyasal parti vb.) koyarak bir konuşma yaparsa ülkesini, Tanrı'yı vb. seven bir insan olarak övülecek, değerli bulunacaktır. Öte yandan başka uluslardan ve başka dinlerden olanlar hor görüldükleri için böyle bir konuşmaya kızacaklardır. Yüceltilen topluluğun içinde her bireyin kişisel narsisizmi doğrulanacak, milyonlarca kişinin paylaştığı bu yargılar akla uygunmuş gibi görünecektir." ( Sayfa 81) "Savaşçı düşmanını ararken kendi benzerleriyle karşılaşır," diyor
Arno Gruen
Arno Gruen
İçimizdeki Yabancı
İçimizdeki Yabancı
kitabında. Kitabın adından da anlaşılacağı üzere içimizde tanımadığımız bir ben var. Biraz ona yönelsek kendimizi ve dahası insanı daha iyi anlayabiliriz. Bozuk olduğumuzu bilirsek kendimizi düzeltmeye çalışırız. Peki iyi olmak için ne yapmalıyız? Kötü olduğumuzu kabullenmeliyiz. İnsan kendisini yargılayabilmeli ki başkalarını kolay yargılamasın. Önce kendi içine bakmalı ki dışarıyı anlayabilsin. Kendinin mükemmel olmadığını bilen insan başkalarının eksikliklerini de kabullenir. Böylece horgörünün yerini hoşgörü alabilir. Fromm mutlaka okunmalı.
Sevginin ve Şiddetin Kaynağı
Sevginin ve Şiddetin KaynağıErich Fromm · Payel Yayınları · 19941,276 okunma
··
10.2k views
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
Merhabalar Mustafa Hocam. Öncelikle fazlasıyla ilgi gören konuları içeren bu güzel incelemeyi kaleme alarak düşüncelerinizi bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim. Müsaadenizle ben de incelemeye dair bir iki düşüncemi paylaşmak isterim. Her ne kadar Fromm, ölüm farkındalığının insanı yaşamdan kopuk bit yabancıya dönüştürdüğünü ileri sürse de bu farkındalığın aynı şekilde aksi yönde bir etki yaratabileceğini de ekleyerek bu savı genişletebiliriz bence. Nitekim çevremizde, dünyaya kazık çakacakmış gibi yaşayan pek çok insanın varlığına şahitlik ediyoruz. Aynı zamanda Freud da ölüm itkisinin (Thanatos) yanı sıra yaşam içgüdüsü (Eros) kavramını ortaya atarak ölüm farkındalığına sahip olan insanın buna mukabil yaşama, içgüdüsel bir biçimde tutunuşunu ifade ediyor. Özetle, insana ölüm hilgisinin bahşedilmiş olması onu bir yandan yabancılaştırırken òte yandan yaşama sıkı sıkı sarılmasını sağlıyor. Sağlıklı bir yaşam için aslolan, bu kopuş ve tutunuş arasındaki dengeyi kurabilmektir. Yazarin iki temel eğilimimizden biri olduğunu ileri sürdüğü ölümseverlik üzerine ortaya attığı görüşler ilgi çekici. Bilhassa ölümseverlik duygusunun -diğer pek çok şey gibi- çocuğa ebeveynlerinden miras kalması çarpıcı olmakla birlikte haklılık taşıyan bir tespit. İncelemenin bu kısmında Kabil için kullanılan 'hiçbir suçu olmadığı halde ailesi tarafından sevilmeyen' nitelemesinin de pek yerinde olmadığını ayrıca belirtmek isterim.. :) Kaleminize sağlık, bizlere kaliteli bir zihin egzersizi yaptırdınız :) Gizlerle dolu benlik keşfimize katkı sunan kitaplarda buluşmak üzere selam ve saygı ile..
Mustafa A. okurunun profil resmi
Öncelikle çok teşekkür ederim okuyup uzun bir şekilde yorumladığın için Sümeyra. Senden duymak güzel bunları.;) Ben psikoloji türünde bir kitaba inceleme yapacak kadar kendimi yetkin görmüyorum ama okunmasını istediğim kitaplara da yapmak istiyorum. İncelemede eksiklikler ve fazlalıkların olması muhtemel. Aslında ikinci paragrafta değindiğin "yaşama sıkı sıkı sarılma" durumunu Fromm da söylüyor ama genel olarak ölüm farkındalığının insana olumsuz etkilerinden bahsediyor. Kabil konusuna gelince, ilk çocuk olan Kabil'in kendisinden sonra doğan Habil'e olan kıskançlığı aslolan orada. Yani anlatmak istediğim oydu. Cümle, ailesi tarafından sevilmeyen değil de sevilmediğini düşünen Kabil olarak yazılsa belki daha doğru olurdu. Yorumun Freud incelemesi yapıp yapmamayi düşündüğüm bir dönemde bana cesaret verdi. Sağolasın.;)
2 next answer
Rabia okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş. Aynı kitabı şuan okumaktayım ve kimi yerlerde kafam oldukça karışmıştı, incelemenizi okuduktan sonra özellikle narsisizm kısmı bende daha netleşti. Ayrıca incelemenizin içerisinde başka kitaplara da değinmeniz, okuyacak kişiler için hem öneri hem de genel kültür tadında bir yazı olmasını sağlamış. Emeğinize sağlık diyorum. Çok teşekkürler.
Mustafa A. okurunun profil resmi
İncelemenin faydalı olması beni mutlu etti. Güzel yorumunuz için ben teşekkür ederim.
Eylül Türk okurunun profil resmi
Çok güzel bir tahlil olmuş Mustafa Hocam, vaktinize bereket... Narsizm bir ruhsa, saldırganlık onun bedenidir... Ya da aralarında bir köle efendi bağıntısı kurulabilir. Kişinin var olma ihtiyacı en çok kendine karşı belirir.Yani suda ki görüntüye bakıp " Bu mudur, sen sevilecek adam mısın?" demek, o görüntüyü fena halde kızdırabilir. Sanılanın aksine kişinin kendisiyle ilgili yargısı, diğer herkesin düşüncesinden daha mühimdir. Mesela bir çocuğu alın kucağınıza kaykaydan birlikte kayın, bu onu mutlu edecektir ama tatmin etmeyecektir. Ne zaman ki kendi kendine kayıp, kendine "bunu sen yaptın, aferim" diyebilirse o zaman tamamdır onun için. Bir çocuğu dinlemezseniz, saldırganlık duygularını beslemiş olursunuz, deneme fırsatı vermezseniz, başarısızlığıyla kavga etmeye zorlarsınız onu. Bir çocuğun iyiye ve kötüye mesafesini en iyi ölçen eserlerden biri ,William Golding'in, Sineklerin Tanrısı'dır. Okumuş olanlar hatırlayacaktır. Aldığı ödüllerin çok eleştirildiği bir eser, aslında hem psikolojik bir çözümlemedir, hem de pek çok konuda düşünme imkanı sunmuştur okura...Bu eserin yazılmasından seneler sonra Yine İngiltere'de bir olay olur, bir çocuk avm'de kaybolur.5 yaşındadır. Yaşları 6 ve 8 olan iki çocuk bu çocuğu bulur, avm'den uzaklaştırırlar ve şehre uzak bir demir yolunda katlederek öldürürler. Olaya bakan görevlilerin raporları kan donduracak niteliktedir. Parçalanmış bir çocuktan söz etmektedirler... Doksanlarda yaşanan bu olay, artık çağımızda yaşanan olayların yanında hafif bile gelebilir... Her gün oturduğu masadan yüzlerce kişiyi öldüren küçük zihinlerin, bu olayları nerelere götüreceği de ürkütücü bir sorudur...
2 previous answer
Mustafa A. okurunun profil resmi
Evet inceleme gibi bir yorum olmuş Eylül Hanım. ;) Katkınız için teşekkür ederim. Çocukların vahşi olduğu doğru galiba. Küçük yaşta birçok çocuğun kedilere, kaplumbağalara ve arkadaşlarına şiddet uyguladığını görüyoruz. Zaman içinde büyüdükçe toplum normlarına uymak zorunda kalıp Fromm'un dediği gibi iyiye yöneliyorlar. Yani özümüzden gelen bir saldırganlık var, çevre, aile ve yaşadıklarımız da bunu tetikliyor ya da törpülüyor.
5 next answer
Bu yorum görüntülenemiyor
DERYA okurunun profil resmi
Sabah beri oku oku aynamadım demek ki kitabı hiç anlamazmışım. "Biz kurt ve kuzu olarak ayrılıyor muyuz, hepimizin içinde öldürme arzusu mu var. Niye bunu sorguluyoruz. Kim kime şiddet uygulamış. Eror....
Mustafa A. okurunun profil resmi
😊İnceleme biraz karışık olabilir. Kitapta "insan kurttur" ya da "kuzudur" gibi net cevaplar yok. Belli kişilerin bununla ilgili görüş ayrılıkları var. Psikanalizcilerin farklı, sosyologların ayrı görüşleri var bu konu ile ilgili. Fromm psikolog ve sosyolog olduğu için bu görüşleri harmanlanmış sadece. Benim anladığım insan kurt olarak doğar ve zamanla kuzu postu altında bunu gizler ama içindeki öldürme içgüdüsü devam eder. Kitabı okursan daha iyi anlarsın diye düşünüyorum. ;))
3 next answer
A. okurunun profil resmi
İncelemeniz benim de aklıma
Keşfedilmemiş Benlik
Keşfedilmemiş Benlik
kitabını getirdi hocam. Jung "Kişi kendini zararsız zanneder ve kötülüğüne bir de aptallığı ekler" der.Kitapta yine kötülük yapma kapasitesinden de bahseder. İyilik yönüne uymaya çalışan kötü insanlarız sanırım. En azından bir kısmımız :) Muazzam bir inceleme olmuş. Saygılar.
Mustafa A. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Bu arada en sevdiğim kitaptı Keşfedilmemiş Benlik. O kitaptan sonra psikolojiye olan ilgim arttı. İyi görünmeye çalışan kötü insanlarız diyelim. Ve mucadelemiz icimizdeki kötüyle olmalı.
1 next answer
Kaan okurunun profil resmi
Dolu dolu bir yazı olmuş, kalemine sağlık abi :) Ben de Freud'a yakınım bu konuda. Bu duruma, şiddet haberlerinde bazen işi, maddi durumu vb. özellikleri gayet iyi durumda olan insanların bulunmasını örnek verebiliriz. İnsan türü diğer türler gibi hayatta kalma savaşında bulunması nedeniyle doğasına şiddeti eklemlemiş gözüküyor. Doğamızın bu temel yönünü, kültürel gelişim nedeniyle çok göz ardı ediyoruz. Örneğin; Dünün Dünyası adlı eserinde Zweig, iki büyük savaş öncesi Avrupa'nin halini bu yönde çok güzel resmeder ve ardından da Freud'un insanın şiddete meyilli doğasıni dillendirmesine döneminde ne kadar büyük tepkiler verildiğinden bahseder. Hepimizin bu yönümüze ışık tutacak bir gözlemimi aktarayım: çoğu insan filmlerde veya kitaplarda kötü karakterleri daha çok sever ya da ilginç bulur hatta içten içe bunların zafer kazanmasini bile arzular. Bence bu da konuyu destekleyici bir örnektir. Ayrıca bu tarz eserler vesilesiyle bir boşalım sağlayarak reel hayatımıza şiddetin yansimamasini da sağlıyoruz. Yani şiddeti destekleyici gördüğümüz film ve kitaplar ters bir etki de yapabiliyor olabilir
Mustafa A. okurunun profil resmi
Destekleyici olarak verdiğin örnekten kitapta Fromm da bahsediyor. Kitaplarda, filmlerde ve gazetelerde şiddet içerikli kısımlar daha çok ilgimizi çeker, diyor. Çok doğru bir gözlem yapmışsın. İnsan doğasının gereğini yapamıyor kültürel gelişimden dolayı. Birçok hayvani duygusunu (cinsellik ve şiddet gibi) ya törpülüyor, ya gizliyor ya da bilinçaltına saklıyor. İşte filmlerde, kitaplarda bilinçaltımızdan bu şiddete eğilim ortaya çıkıyor. Yorumun incelemeye güzel bir katkı oldu.;)
Yeşim okurunun profil resmi
Ne gariptir ki kendini seven insan etrafına sevgi kendini sevmeyen de etrafına öfke, nefret, şiddet saçıyor. Her şey kişinin kendinde bitiyor. İncelemeniz için diyecek söz yok. Emeğinize sağlık. ☘️
Mustafa A. okurunun profil resmi
Haklısın Her şey kişinin kendi içinde bitiyor. Teşekkür ederim;)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.