Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

119 syf.
·
Puan vermedi
Yeni Bir Gogol Doğdu
2022’ye Dostoyevski’nin bir eseriyle hatta ilk eseriyle başlamak istedim. Eseri Gogol’un Palto’sundan esinlenerek yazdığını belirtip konusuna geçiyorum. İnsancıklar, Varvara Alekseyevna ve Makar Alekseyeviç arasında geçen mektuplardan oluşuyor. Varvara Alekseyevna’nın kötü kaderi ve içine düştüğü yoksulluk, Makar Alekseyeviç’in yaptığı fedakarlıklar… Yine yoksulluğun içimizi titrettiği, yüreklerimizi üşüttüğü duygu yüklü bir eser. Dostoyevski’nin büyük eserlerinin, temeli atılmış; unutulmaz karakterlerinin hamuru yoğurulmuş İnsancıklar’da. İnsanlara acımakla birlikte onları çok seven Dostoyevski, yine insanların görmekten kaçındığı için göz ucuyla bakmakla yetindikleri yoksullukların üzerine ışık tutmuş ve onları insanlara gösterebilmek adına sahneye çıkarmış. Zavallı, fedakâr Makar Alekseyeviç gömleğinin kopan düğmesinin ardına takılmış yakalamaya çalışırken içine düştüğü o utancı iliklerime kadar hissettim. Eserde beni en çok etkileyen andır bu. Ne çok isterdim ona yeni giysiler ve yepyeni bir ayakkabı alabilmeyi. Onu bu utançtan kurtarabilmeyi! Oysa onun ne ayakkabı da ne paltoda gözü yoktur aslında; o sadece insanların alaylarından korkar! Ve der ki; “Her şeye katlanır, sesimi çıkarmam. Alt tarafı basit bir insancığım. Fakat başkaları ne der? Düşmanlarım, kötü diller, kış ortasında beni paltosuz görünce neler neler söylemezler! Zaten paltoyu, hatta ayakkabıyı da kendimizden çok, başkaları için giyeriz.” Ezilenler’de Dostoyevski şöyle tanımlıyor karakteri: “Oysa çıka çıka günlük, bildiğimiz, çevremizde gördüğümüz basit şeyler çıkmıştı karşısına. Kahramanım büyük ya da ilginç, hiç değilse Roslavlev gibi, Yuri Miloslavski gibi tarihe geçmiş bir kişi olsaydı bari. Oysa giysisinin düğmeleri bile kopuk, zavallı, kişiliği olmayan, hatta akılsız bir memurun öyküsüydü bu.” Biraz eserin basımından öncesine değinmek istiyorum: Dostoyevski, İnsancıklar’ı bitirince el yazmasını arkadaşı Grigoroviç’e okutur. Grigoroviç çok etkilenir ve şair Nekrasov’a götürür. İkisi de göz yaşları içinde okurlar. Ve soluğu Dostoyevski’nin evinde alırlar. Nekrasov dönemin önemli eleştirmenlerinden Belinski’ye götüreceğini söyler eseri ve oradan ayrılırlar. Burada Henri Troyat’ın “Dostoyevski” biyografisinden alıntı paylaşmak istiyorum: “Bu ziyaretten sonra gözüme nasıl uyku girebilirdi,” diye yazıyor Bir Yazarın Günlüğü’nde. “Ne coşkunluk! Ne utku! Ama benim için daha değerli olanı onların dikkatleriydi. O günkü düşüncelerimi iyi anımsıyorum: Başarı kazanmış öyle kişiler vardır ki, kutlanırlar, coşkunlukla karşılanırlar, övülürler; oysa onlar sabahın dördünde gözleri yaşlı geldiler. Çünkü uykudan daha önemliydi bu. Ah! Ne güzel!..” Bunları okurken benim bile içimi öyle bir heyecan, öyle bir coşkunluk kapladı ki anlatamam. Öyle gururlandım, öyle mutlu oldum ki tarifi yok gerçekten. Belki diyeceksiniz ki; sana ne oluyor? Dostoyevski’ye olan sevgim ve başarısına olan saygımla onu o kadar benimsedim ki onunla sevinip, onunla üzülüyorum sanki. Onu inciten her şey beni de incitiyor. Onunla alay eden Turgenyev’e karşı bile bir öfke var içimde. Ama o dönem birini alaya almak edebiyat dünyasında modaymış. Nasıl da alay konusu edilmiş Dostoyevski! İnsanın içi acıyor! Neyse bunu bir kenara bırakıp devam edelim: Nekrasov ertesi gün “Yeni bir Gogol doğdu.” Diyerek Belinski’ye verir eseri. O da daha sonra okuduğunda Dostoyevski’yi çağırmalarını söyler: “Böylesi bir yapıtı yazabildiniz. Çünkü siz, tüm arı yürekliliğiyle aşırı duygunlukta bir sanatçısınız; yalnız, gözler önüne serdiğiniz korkunç gerçeğin ululuğunu ölçtünüz mü? Yirmi yaşında bunu kavramanıza imkân yok. Böyle olmakla birlikte mutsuz memurunuz ne de büyük bir fedakarlıkla hizmet ediyor!..” diye başladığı sözlerini “büyük bir yazar olacaksınız,” diyerek bitirir. Ben bile bu satırları okuduktan sonra hayallere kapılmaktan alıkoyamadım kendimi. Dostoyevski’nin içindeki coşkunluğu, mutluluğu hayal bile edemem. O, henüz ilk eseri basılmadan başarıyı yakalamış ve ünlü olmuştur. Salonlara gidip gelmeye başlar. Lakin ne yazık ki insanların alaylarından nasibini bolca alır. Belinski haklıdır: Dostoyevski gerçekten çok büyük, usta bir yazar olur. Öyle ki 1845 senesinde yazdığı eseri bugün hala okunuyor. O zamanlar Dostoyevski bu kadarını tahmin edebilir miydi acaba? Neredeyse iki asır sonra bile eserinin okunabileceği düşüncesi gelmiş midir aklına? Dünyanın sonu gelene kadar da okunmaya devam edecek sanırım. Ne büyük bir başarıdır bu! Bir insan hayattan başka ne isteyebilir ki? Böylesi bir yeteneğe sahip olmak… Dostoyevski olmak! Ve hayatın acı gerçeklerinden biri de: Dostoyevski bile olsanız insanların alaylarına, kötücül bakışlarına ve kahkahalarına maruz kalıyorsunuz! Dostoyevski olmak bile sizi bunlardan kurtaramıyor! Öyleyse neden hala insanların ne söylediklerini ve söyleyeceklerini, hakkımızda ne düşüneceklerini bu kadar önemsiyoruz? O insanlar ki Dostoyevski’yi bile alay konusu etmişken bizim hiç kaçışımız yok bundan! O yüzden diyorum ki umursamayalım. İnsanlar konuşmayı sever, bırakalım konuşsunlar öyleyse! Biz sadece arada kulaklarımızı tıkayıp, duymamayı öğrensek kâfi! Özetle; eğer Dostoyevski’yi seviyorsanız bu eserini de okumanızı tavsiye ederim. Henüz kendisiyle tanışmadıysanız da İnsancıklar güzel bir başlangıç olacaktır. Rus Edebiyatı söz konusu olduğunda her zaman öncelikli tercihimin Nihal Yalaza Taluy çevirisi olduğunu da belirteyim. İncelememi kitaptan bir inciyle bitirmek istiyorum: “Bütün bu kitapları, bir tekini bırakmadan, hem de mümkün olduğu kadar çabuk okumak için dayanılmaz bir arzu duydum.”
İnsancıklar
İnsancıklarFyodor Dostoyevski · Varlık Yayınları · 201662,3bin okunma
·
127 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.