“Bugün Chris Langan, Missouri kırsalında bir at çiftliğinde yaşıyor. Oraya birkaç yıl önce,
evlendikten sonra taşındı. 50’li yaşlarında, ancak çok daha genç gösteriyor. Defans oyuncusu yapısına
sahip; sağlam göğsü, çok güçlü pazıları var. Saçları alnından geriye taranmış. Kırlaşmakta olan
düzgün bıyıkları ve havacı tarzı gözlükleri var. Gözlerinin içine baktığınızda, ardında parıldayan
zekayı görebilirsiniz.
“Tipik bir günüm şöyle geçer; yataktan kalkar ve kahve yaparım. İçeri gidip bilgisayarın başına
oturur ve bir gece önce üzerinde çalışmakta olduğum şeye devam ederim” demişti bana kısa bir süre
önce. “Eğer yatağa kafamda bir soruyla gidiyorsam, uyumadan önce bütün yapmam gereken bu soru
üzerine yoğunlaşmaktır ve hemen her zaman sabah yanıtı bulmuş olurum. Bazen yanıtı rüyamda
bulduğumu ve uyanınca anımsayabildiğimi fark ederim. Bazen de yanıtı sadece hissederim, yazmaya
başlarım ve yanıt sayfa üzerinde belirir.”
Dilbilimci Noam Chomsky’nin yapıtını yeni okumuştu. Çalışma odasında kitap yığınları vardı.
Kütüphaneye sürekli kitap sipariş ediyordu. “Özgün kaynaklara ne kadar yakın olursanız o kadar
şanslı olduğunuzu hissetmişimdir hep” dedi.
Langan memnun görünüyordu. Bakması gereken çiftlik hayvanları, okuyacak kitapları ve sevdiği
bir eşi vardı. Bu bir fedai olmaktan çok daha iyi bir yaşamdı.
“Dışarıda bir yerlerde benden daha akıllı biri olduğunu sanmıyorum” diye devam etti. “Benim gibi
biriyle hiç karşılaşmadım ya da daha iyi anlama kabiliyetine gerçek anlamda sahip birinin varlığına
ilişkin hiçbir işaret görmedim. Hiç görmedim ve göreceğimi de sanmıyorum. Görebilirdim;
olasılıklara açığım. Eğer bana meydan okuyan olursa –‘Ah, sanırım ben senden daha akıllıyım’
derse– sanırım buna karşılık verebilirim.”
Kendiyle övünür gibi görünüyordu, ancak gerçekte övünmüyordu. Tam tersiydi; bu bir savunma
dokunuşuydu. Onlarca yıldır çok karmaşık bir proje üzerinde çalışıyordu; ancak ortaya koyduklarının
neredeyse hiçbiri, yayımlanmak şöyle dursun, onları değerlendirebilecek fizikçi, düşünür ve
matematikçiler tarafından okunmamıştı bile. Milyonda bir karşılaşılan bir beyne sahip bir adam
olarak henüz dünyada hiçbir etkisi olmamıştı. Akademik konferanslarda fikirlerini uzun uzun
açıklamıyordu. Prestijli bir üniversitede lisansüstü bir seminere başkanlık etmiyordu. Kuzey
Missouri’de biraz yıkık dökük bir at çiftliğinde yaşıyor, üzerinde kot pantolon ve eski bir tişört ile
arka verandada oturuyordu. Bunun nasıl gözüktüğünü biliyordu: Bu Chris Langan’ın dehasının büyük
paradoksuydu.
“Başlıca yayıncıların peşine gerektiği kadar düşmedim” diyerek durumu ister istemez kabul ediyor.
“Etrafta dolaşmak, yayıncıları araştırmak, bir ajans bulmaya çalışmak… Bunları yapmadım ve
bunları yapmak ilgimi de çekmiyor.”
Bu bir yenilgi itirafıydı. Kendi zihni dışında yaşadığı her deneyim düşkırıklığıyla sona ermişti.
Dünyada yolunu bulup ilerlemek konusunda daha iyi bir iş çıkarmış olması gerektiğini biliyordu,
ancak bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Tanrı aşkına, Kalkülüs öğretmeniyle bile konuşamamıştı.
Bunlar, onun kadar zeki olmayan insanların kolaylıkla başa çıkabildiği şeylerdi. Ancak bunun nedeni
diğerlerinin süreç içinde yardım almış, Chris Langan’ın ise asla almamış olmasıydı. Bu bir mazeret
değildi. Gerçekti. Kendi yolunu kendi çizmek zorunda kalmıştı ve hiç kimse –ne rock yıldızları, ne
profesyonel sporcular, ne yazılım milyarderleri ne de dahiler– hiçbir zaman bunu tek başına
başarmıyordu.''
Sayfa 66