Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

SON DÖNEM OSMANLI MODERNLEŞMESİNDE "AYDIN" PROBLEMİ
Tevfik Fikret'in bir şiirinde rol model olarak Promete'yi göstermesi rastlantı değildi. Aynı şiirde: "Yüklen getir - ne varsa - biraz meskenet-fiken, Bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen." diyen Fikret, Batı'da ne varsa Osmanlı bünyesine yüklenip getirilmesini tutkuyla istedi. Zira Batı zihninin rol modeli kahramandı. Kahramanı temsil eden en iyi örnek de Promete idi. Mitolojiye göre Promete, tanrıların karşı çıkmasına rağmen gökten ateşi çalmış ve insanlığa getirmiştir. Böylece insanlık ilerleyebilmiş yani medenileşmiştir. Bu hareketinin ardından tanrılarca cezalandırılmıştır. Bu nedenle Batı aklı sosyal bilinçaltında, ilerlemek ve medenileşmek için yeryüzünde ne varsa kavga etmek gerektiğine inanır. Fikret de Promete'yi örnek göstererek Batılı düşünme tarzını Osmanlı bünyesine aşılamak ister. Fakat Osmanlı aklı farklıdır. Batı'dan farklı olarak Osmanlı, rol model olarak peygamberi görür. Peygamberler, ilahî haberleri insanlara ileterek Allah'ın insanlığı medenileştirmesinin yeryüzündeki temsilcisi olurlar. Peygamberler, toplumun bir parçasıdır; kul gibi yaşar kul gibi yer içer, hepsi bir meslek sahibidir. Ama aynı zamanda Allah'ın insanların ulaşmalarını istediği yüksek ahlakın rol modelleridir. İşte bu sebeple Fikret ve onun gibi düşünenlerin Batı'dan gelen her şeyi pazarlıksız alma tavrı Osmanlı sosyal bünyesine şifa olmaz bir türlü. Yine başka bir isim Abdullah Cevdet'e göre de Batı'ya her anlamda teslim olunmalıdır. I. Dünya Savaşı sırasında bir dostu ile doktor olan Abdullah Cevdet arasında şöyle bir diyalog gerçekleşir: - Ne dersin doktor? Balkan ordularına karşı üç günde çözülüp dağılalım da İngiliz ve Fransız ordularını Çanakkale'de denize dökelim. -Öyledir evlat, öyledir. Balkanlarda bize vahşet hücum etti, ona hemen kucağımızı açtık. Medeniyete karşı dayatma hassamız bilinen bir şeydir. Böylece Abdullah Cevdet çıtayı daha da yükselterek Çanakkale Muharebeleri sırasında Osmanlı-Türk varlığını yer yüzünden silmek için gelen İngiltere ve Fransa'ya karşı direnmemizi, medeniyete karşı direnmek olarak görür. Abdullah Cevdet'ten önceki dönemde Batı'yı iman edilecek bir nesne sayan Şair Şinasi, siyasi planda Batı'ya teslim bayrağını büyük bir tutku ile çeken Mustafa Reşit Paşa'ya: "Aceb midir medeniyyet resûlü dense sana Vücûd-ı mu'cizin eyler taassubu tahzîr." diyerek aynı mantıkla paşayı düpedüz medeniyetin yani Batıcılık düşüncesinin resulü ilan eder. Aslında son dönem aydınlarının bu denli dolambaçlı yollara sapmasına gerek yoktu. Aslında halis bir niyetle biraz tarihin sayfalarını karıştırmak yeterli olacaktı. Zira tarih, medeniyetin evrensel teknik boyutu ile yerli kültürel boyutunun kıvamını tutturanların ilerlediğini anlatıyordu. Tıpkı son dönem aydınları içerisinde bu hâli çok iyi anlamış Mehmet Akif'in formülü gibi: "Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı. Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı." Böylece İslam âleminin yeryüzünün medeniyet rehberi olduğu dönemlerde İslam dünyasında akademiler kurduran, kitaplar yazdıran, eski Yunan ve Hint medeniyetinden eserler tercüme ettiren ruh hâli çözülebilecekti. Zira o dönemde Aristo'yu en iyi yorumladığı söylenen Farabi bir Yunan gibi yaşarsak bilgeliğe erişebiliriz demedi. Ne de İbn Sina Hipokrat'ın yaşadığı Helen dünyasında ne varsa aktarmalıyız diye bir iddiada bulundu. Mevzuyu bir kimlik krizi hâline getirmediler. Çünkü onlar ve daha niceleri medeniyetin evrensel boyutunu kendi değerleriyle kıvamlandırarak İslam dünyasını medeniyet ikliminin rehberi hâline getirdiler.
Sayfa 92 - Koray Şerbetçi
·
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.