Aşkın, cinselliğin tarihi adı altında aslında kadının tarihini, toplumdaki yerini okuyoruz. Kadın, hani Adem'in kaburga kemiğinden yaratılan kadın, antik çağdan günümüze kadar sadece bir cinsel obje, üreme aracı olarak görüldü. Onlara sadece anne görevi biçildi. Kamusal alanlarda bulunmasına izin verilmedi, ötelendi, soyutlandi. Günümüzde, özellikle doğuda bugün hala böyle görülüyor.
Hristiyanliktan önce, Roma ve Yunan'da kadının adı anilmiyor. Köle ticaretinin yoğun olduğu bu dönemde, en altta köleler, hemen üstünde de kadinlar yer alıyor, o da evli kadınlar. Kadınların istekleri varmış, istediğini severmiş, istediğine varirmis, yok böyle şeyler. Hristiyanlikla beraber kadının statüsü daha da kötüleşiyor. Özellikle kilisenin sopası baskıyı daha da siddetlendiriyor. O sopa hep kadınların sırtında. Aşk zaten yok da, cinsellik te sadece üreme amaçlı. Öpüşmenin olmadığı, hazzın olmadığı bir cinsellik. Kilise, eşlerin nasıl ureyecegine dahi karışıyor. Bak şimdi, birilerini hatırlattı bu bana. Neyse...
İlk günahla birlikte, insanlığın başına gelen her türlü kötülükten sorumlu olan, şeytanın yeryüzündeki vücut bulmuş hali olan kadın (!), o kadar soyutlanmış ki toplumdan, kilise kadınların haz duymalarını önlemek için sünnet edilmelerine dahi onay vermiş. Yeter ki kadın mutlu olmasın...
Kadınin statüsü, özellikle ortaçağ ve Rönesans döneminde biraz değişikliğe uğruyor ve Meryem Ana figurunden dolayı bereket teması olarak değerlendiriliyor. Evlenmeden ilişki ağır cezalara carptiriliyor, ölüm cezası dahil. Eşcinsellik, oglancilik tabu. Cezası ölüm. Kilise görevlileri cinsel isteklerden uzak durmalı, evlenmek yasak. Hz. İsa nasıl yasadiysa, rahipler, rahibeler, din görevlileri öyle yaşayacak. Ama tabi bunlar kağıt üstünde. Kilisenin çıkardığı tüm kanunların kendilerini baglamadigi çok açık görüldü yıllar içinde. Kız ve erkek çocuklar karma olarak okullarda bulunamıyor mesela, korkuları dağları aşmış. Yanyana gelmeleri günah. Mazallah...
Ortaçağ, Rönesans ve Fransız devrimi bazı konularda yenilik getirdiyse de, aşka bakış açısı, dolayısıyla kadının konumu hiç değişmiyor. Baskı son derece sert. Ta ki 20. yüzyıl başlarına kadar. Ve nihayet, aşk,tutku ve haz kavramları keşfedilmiş.
Kitabın anlattıkları batının gözünden, bunu hatırlatayım. Okurken sinirlerinize hakim olun ve bir de doğu cephesinden yazılsa ne olurdu diye düşünün. Bugün batı ortacagini yaşayan bir sürü toplum var dünyada kadına bakış yönünden. Yok canım Türkiye yok içlerinde, neyse ki bizim böyle sıkıntılarımız hiç olmadı!!!
Burdan son paragrafi da kadın olup Mustafa Kemal Atatürk'e söven cahillere sesleniyorum. Neyse vazgeçtim.... Siz anladınız..
Kültür yayınları bu seriyi çok güzel hazırlamış, ellerine sağlık...
Okuyunuz efendim....