Sohrab Sepehri'yi bu dizelerinden tanıyordum sadece:
"Bir şair gördüm, konuşurken,
bir zambağa “siz” diyordu."
Fazlasıyla narin gelmişti bana. Okumak da şimdiye kısmetmiş.
Dünya misafirliğinde, sıkıntı ovasında, irfan bağında... gördüklerini içe işleyen bir üslup ve hitapla öyle bir döktürmüş ki! Hüznün, durgunluğun üzerime düşmesine engel olamadım.
"Ben birbirine düşman iki çam görmedim" derken düşman kardeşler canlandı gözümde..
"Karaağaç kovuğunu bağışlar kargaya" derken birbirinden en basit şeyleri esirgeyenleri gördüm..
Velhasılı kelam her bir dizeyle bir sahne canlandı bize dair; insanlığımıza, dünya misafirliğinde misafirliğimizi bilemememize dair..
"Yaşam hoş bir adet" diye başlayarak insani hassasiyetlerimizi kapsayan basit bir yaşam tarifi ne de güzeldi..
Ve "Yaşam bir tabak yıkamaktır"
Gökyüzü bizimdir, pencere, yeryüzü, hava aşk, yeryüzü...
"Ne önemi var
bazen büyürse
gurbetin mantarları"
"Gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli" herşey de olan güzelliği görmeye ne güzel bir davet "Ve nerdeyiz diye sormayalım,
Hastahanenin taze çiçeklerini koklayalım."
Etkilendim, sevdim.. Satırlarda kendine dair bir şey görmesi insanı ele geçirmeye yetiyor ki burda büyük bir ele geçirme var. İnsanın hayat misafirliğini adım adım, duygu duygu şiire dökmesi az bir şey değil.
Hüzün vardı en başta ama sonra başka bir gözle bakmaya daveti huzur da verdi.
Beklentisiz çıkılan yolculukların büyüsü de bir başka oluyor. Hazine olduğunu bilerek kazmayla, toprağı eşelerken rastlamanın etkisi de bir olmuyor haliyle.
Bu kadar etkilemesine rağmen hayata bakışımız kopuyor bir yerde ve kopmalı da insandan insana fark var. Çok sevdiğim bir başka şairin de dediği gibi "İnsandan insana şükür ki fark var"..
Kısacık, soluksuz okunabilecek bir kitap. İyi okumalar dilerim.