Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

724 syf.
·
Puan vermedi
·
7 günde okudu
OĞUZ ATAY'IN GİZLİ TARAFI MI VAR?
Doğanın gizemini çözmek gibiydi itilmiş kenar mahallelerde, yıkılmış, çatısı çarpık evlerde büyüyen çocukların zihinlerinde gezinmek. Kimisi 10 yaşına geldiğinde karnı zil çaldığı için annesinin pişirdiği yemeği beklemeden dolaptaki ucuz abur cuburlara saldırdı. Yemeğin pişmesini bekleyemediği için annesinden terlikle dayak yedi. Kimisi okulda parmak kaldırmasına rağmen öğretmeni tarafından söz hakkı verilmemiş, düşündüklerini başkalarına söylediğinde fikirlerinin yanlış olduğu söylenmişti. Bu yanlışlık öyle bir söylenmişti ki bu çocuklara ... Sanki dünyanın en kötü eylemini gerçekleştirmiş en büyük kabahatını işlemiş gibi yüzlerine vurularak söylendi fikirlerinin yanlış olduğu. Onlar kendilerini duyurmaya çalışmış lakin onları dinleyen dingin kulaklar, akıllı beyinler bulamamış insanlar topluluğuydu. Onlar kulaklarına çalınan dandini dastana ile uyutulurken, dandini dastana ne diye sorduklarında cevabı duymadan uyuyakalanlardı. Vakti zamanında herkesin hayatında tanık olduğu günümüzde de yaşanmakta olan bir toplum gerçeği var ki hepimizin şahit olduğu kültürleme sürecini bizlere gösteriyor. Toplumdan ne kadar ki yalıtılmış yaşayamıyorsak kendi birey olma duruşumuzdan o kadar mı taviz vermekteyiz? Özgün fikirlere sahip olmak için kendi çerçevemizden çıkmadan düşüncelerimizi hayata geçirme yolunda başarılı olmuş insanlar olarak dandini dastanayı bilmemek bizim yaşamlarımıza ne ölçüde perde çekti? Arıyorum ararken Altay Sayan Dağları’nın güneyi, Tanrı Dağları’nın batısı, Hazar Denizi’nin doğusunu buluyorum. Karşıma bir söylemciler çıkıyor diyorlar ki sadece Eski Türkçe konuşalım. Özümüz bizim bu. Bizler buralara ait toplumuz. Tengri teg tengride bolmış Türük Bilge Kağan’ın torunlarıyız. Dilimiz, kültürümüz, geçmişimiz, kendi bütünlüğümüzü kaybetmeyelim. Arayışım devam ederken bu sefer karşıma Osmanlı Türkçesi çıkıyor. Bizim Osmanlı gibi dini boyutta bir yol tutmamız gerektiğini, İslam ile birlikte dilimizi de eskisi gibi Arapça farsça kelimeler ışığına yöneltmemiz gerektiğini ortaya atan dar zihniyetle karşılaşıyorum. Bir dakika ben neredeyim? Selim? Turgut? Süleyman Kargı? Heeeee sahi en son trende gidiyordum. Adım Olric!! Gelecekten geçmişe yönelmiş bir hayaletim. Birlikte yaşadığım insanlara okuduğum romanın incelemesini yapıyorum. Edebiyat dünyası bana LEİTMOTİV der. Ne Osmanlı Türkçesine bağlı kalıyorum ne Eski Türkçeye(Göktürkçe) hepsini kendi içime alıyorum. Atalarım vakti zamanında bozkırlarda at sürmüş. Kımız içip, şamanın çaldığı kam davulu ile oyunlar oynamış. Kopuz eşliğinde ulu tengri diye bağırmış, at üstünde oku fırlattığında ok havada süzülerek domuzun kafasını yarıp arkadan çıkmış. Evet, atalarım uzun zaman sonra islamiyeti kabul etmiş. Biri diyor Öztürkçe biri diyor İslam, biri diyor Batı Kültürü falan. Bu çatışma nedir? ne kadar dar zihinlersiniz, ne kadar kapalı fikirlere eveT diyorsunuz, hani Nazım Hikmet diyor ya ‘’Koyun gibisin kardeşim gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin’’ tam da bu noktadaaaa Turgut Özben ve Selim Işık olarak çatışmamız sadece kendi içimizde olmuyor değerli okurlar, sa de ce ken di i çi miz de ol mu yor. Selim Işık olarak çatışmamız kültürle, bilimle, aileyle, arkadaşlarla, o kendini bir bok sanan ve hiçbir şey bilmeyen profesörlerle, yolda yürürken karısını dövenle, sevgisini hayat boyu taşların altında bırakmış insanlarla bizim çatışmamız, bunlarla da bitmiyor dünyayı alıyoruz karşımıza DÜNYAYI. İşte tam bu noktadaki çatışmada Oğuz Atay bize şunları fısıldıyor: ‘’Kafka’nın böceğini düşünüyorum. Düşünürken tiksiniyorum ne çirkin bir canlıdır fark edildiğini anlayınca hızlı hızlı yürümeye başlar. Frankeştayn gibi kurt adamın kuyruğunu çekiyorum. Hamlet’te bir mısra var onu biliyor musun? Dostoyevski olsa o bilirdi. Tolstoyla aynı dönemde yaşamalarına rağmen hiç görüşmemişler. Neyse Balzac’ın sıra dışı aşklarını anlatmaya gerek yok zaten gerçek olmayacak kadar komikler.’’ Neyse kafamızı daha fazla yormayalım daha Karamazov Kardeşleri okuyacağız. Küçükken okumuştum da tekrar okuyacağım Alyoşa’yı özledim de selam verip çıkacağım. Bir iç çözümleme, iç konuşma, bilinç akışı dediğimiz biçime bakıyoruz, komplike şekilde okura verilen bir ölçüt. Bu tekniği ilk olarak Türk Edebiyatında Ahmet Mithat kullandığını söyler. ‘’Müşahedat’’ adlı eserinde batının dahi bu tekniği kullanmadığını belirtmektedir. Bu bakımdan iç konuşmayı ilk olarak Tanzimat ile görüyoruz. Zaten Ahmet Mithat da bu romanı Beşir Fuat ve Emile Zola etkisiyle kaleme alıyor. Böylelikle Natüralizm çığlıkları ilk defa farklı bir tekniğe el sallıyor tabi Türk Edebiyatı açısından. Türk Edebiyatı açısından yenilik yenilik diye kendini yırtan tiplere alın size yenilik denilen bir mizah, öyle bir mizah ki bize yeniliğin geçmişten geldiğini YENİ OLANIN ESKİ OLANDAN GELDİĞİNİ HATILATAN BİR MİZAH! Çok konuşulacak şey var ama ulu orta değil. Türk Edebiyatında geçmişten bugüne verilen eserlerde biliyoruz ki siyasi, sosyal, politik ideolojiyi yansıtan birçok eser karşımıza çıkıyor. Modernizmin en ufak fısıltısı bizde çığlık etkisini uyandırmış durumda. 1500lü yıllarda Montaigne gibi bir deha yükselirken topraklarımızda hâlâ kerem ile aslı, leyla ile mecnun safsatasını bitirememiş vaziyette bir edebiyatın devam etmekte olması ayrı bir konu. Tanzimattı, Cumhuriyetti derken modernizm kavramında Yusuf Atılgan gibi Oğuz Atay gibi isimlerin bizlere modernist anlamda el sallaması, bunu çok uzak bir tarih olan 1950li ve 1960lı yıllarda olması ne kadar acı demi. Geç olsun güç olmasın derler ya o geç bu geç değil o farklı bir geç ve güç. Bazen arkamıza dönüp bakınca trenin kaçtığını görürüz koşarız ama yetişemeyiz. Geç kalıyorsun geç, yetişmen gerekir selim gibi acele etmiyorsun. Seni sen yapan şeylere geç kalıyorsun. Kırmızı elma severken yeşil yiyorsun, sarışın severken esmere gidiyorsun, tatlı severken tuzluya gidiyorsun ya ne zaman yapacaksın sevdiğin şeyleri güzel kardeşim? Ne zaman diyeceksin kendine ya bu bana göre değil, bu benim aklıma uygun değil, ben gerçekte bu değilim. Karına ne zaman onu sevdiğini söyleyeceksin? Ne zaman diyebileceksin ben bu yemeğe katılmak istemiyorum? Ne zaman berbat, leş bir kitap olan Martin Eden’i okumaktan vazgeçeceksin? Ne zaman kaldıracaksın başını indireceksin… Ne zaman kafede görüp beğendiğin kızın yanına oturacaksın? Ne zaman beğenmediğin bir kitabı beğeni almak için beğendim demekten vazgeçeceksin. Hırslarının esiri olup uykusuz kalıp sabah akşam çok çalışıp çalışmaktan sevdiklerine ve kendine zaman ayırmayıp Dünya’yı değiştireceğim masalıyla, hayat bu kadar basit olamaz safsatasıyla, kendini kandırmaya devam et. Tren geçince yaparsın sevdiğin şeyleri. Karını veya kocanı öpeceksin ama zaman ayıramıyorsun, çünkü sen çalışıyorsun, çünkü Dünya’yı değiştireceksin, çünkü hayat kendine hoş zamanlar ayıracak kadar basit olamaz öyle mi!!!! Sen öyle san. Seeeen öylee sann. Gün gelecek sevdiğin şeylere zaman ayırmadığın için çok pişman olacaksın. Tren geçtikten sonra anlayacaksın bunları. Yakalamak isteyeceksin ama geçmiş olacak. Sor bakayım Selime başarılı bir Mühendis olmasına rağmen yaptığı işi seviyor mu? Sor bakayım Günselinin yanından ayrılmak istememesine rağmen ayrılmak zorunda kalıyor mu? Sor bakayım Selime Mühendislik ona hayatta istediği tüm değerleri verebilmiş mi? Selime sor bakayım içinde ukde olarak yaşadıklarına değer miymiş zihninde büyüttüğü meseleler?
Tutunamayanlar
TutunamayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 202061,6bin okunma
··
624 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.