Kitaba dair yazacağım ilk şey Galib'in şu beyiti idi:
Âh min'el aşki ve hâlâtihi
Ahraka kalbî bi harârâtihi
Kitabın sonunda bir sürpriz ile karşılaştım. Son söz yerine yazar bu beyti kullanmıştı zaten. Gâlib öyle bir söz ustası idi ki, aşk deyince onun sözlerinden ictinab etmek mümkün değildi. Hüsn ü Aşk başlı başına bir aşk lügati idi. Ama "çaldımsa mîr-i mâlden çaldım" diyerek Mevlana'yı işaret ediyordu. Mevlâna ise:
سینه خواهم شرحه شرحه از فراق
تا بگویم شرح درد اشتیاق
Sîne hâhem şerha şerha ez fîrak
Tâ begûyem şerh-i derd-i iştiyâk
Ayrılıktan şerha şerha olmuş bir sîne isterim
Tâ iştiyak derdini şerh edebileyim diyordu.
Aşk, söz söz dolaştıktan sonra sükûta vasıl olur. Eskiler füsûn, cünûn, sükûn diye bir sıralama yaparlardı. Aşk gelicek füsûn olur, ağırlaşır cünûn olur, nihayetinde sükûn olur...
Kitapta beşerî aşka dair birkaç hikâye vardı. Hikaye demişken her aşk bir hikayedir. Böyle demeye getirir Mevlana.
Dinle neyden hikayet etmede
Ayrılıklardan şikayet etmede.
Kitaptan aklıma mıhlanan bir cümleyi paylaşmak istiyorum:
"Gözleri, Firavunu askerleriyle birlikte yutacak kadar derin..."