Gönderi

Zweing Berlin'de sosyal çevresinden dolayı karşılaşmasının imkansız olduğu insanlarla karşılaşıyor hatta aynı masada oturuyordu. Kimdi bunlar? Alkolikler, morfin bağımlıları, üzeri yırtık pırtık sefiller, suçlular, ünlü dolandırıcılar. Bu kişiler Zweig'ın romanlarda okuyup da inanamadığı kişilerdi. Zweig bu kişileri görmekle kalmıyor kafelerde bir araya geliyor, yakından tanıyordu. Bu insanları tanımak konusunda garip bir zevk duyuyordu. Kişinin şöhreti ne kadar kötü ise tanımaktan aldığı zevk o kadar büyük oluyordu. Kendi çevrsindeki kalbur üstü insanlardan o kadar sıkılmıştı ki yaşamaktan başka hiç bir amacı olmayan zamanlarını, sağlıklarını, paralarını muzır işlerle heba eden tutkulu, çılgın insanları görmekten, tanımaktan keyif alıyordu. Romanlarında ve novellalarındaki kişileri bu azgın topluluk içinden devşiriyordu. Çeşitli milletlerden bin bir insanla tanışan Zweig, her çiçekten bal alan arı misali zihnini, dimağını besliyor, her tanıştığı kişiden bir şeyler alıyordu. Genç bir Rus'tan o dönem daha üne kavuşmamış Karamazov Kardeşler'in en güzel pasajlarını tercüme ettirerek okuyor, bir İşviçreli kız sayesinde Munch'ın resimlerini tanıyordu. Berlin'de yaşadığı yarım eğitim döneminde belki Viyana'da bir ömür boyunca göremeyeceği çeşitlilikte insan tanıyordu.
Sayfa 56 - Destek YayınlarıKitabı okudu
·
25 views
Gregor SAMSA okurunun profil resmi
Zweig Berlin'de ilk şiir kitabında hissettiği eksikliği buldu: gözlem ve yaşanmışlık. İlk şiir kitabını daha bastırmamasının ve bütün şiirlerine bu şiirleri almamasının nedeni olan yaşanmışlık ve gözlemi, Berlin'de fark etmişti. Çünkü o şiirler biçim açısından harika şiirlerdi ama kökleri yaşanmışlığa, hayata dayanmıyordu. Bu farkındalıkla Zweig Berlin'e gelirken yanında getirdiği romanı sırf yaşanmışlığa ve gözleme dayanmadığı için son bölümüne gelmiş olmasına rağmen sobaya atıp yakmıştı. O bir eserin köklerini hayattan almasına bu kadar önem veriyordu.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.