Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bu âlem, -aynen çok sesli bir mûsiki korosu gibi- sayısız senaryonun cereyan ettiği bir tiyatro sahnesi gibidir. Sizinle birlikte bütün varlıklar, kaderin hem memuru ve hem de mağlûbudurlar. Nasıl, bir senaryoda onu, tasavvur ve tahayyül eden kimse tarafından tespit edilmiş bir ana fikir ve esas gâye mevcud olursa, bu Alem'de de böylece bir temel maksad vardır. Vukuât o, ilâhî olan gâye veya murâd-ı ilâhî çerçevesinde ezelden ebede sebep-netice münâsebeti içinde, sonsuz bir cereyan ve teselsüle me'mur olarak akıp gider! Ancak bu akış, üstün bir me'muriyeti olan ins ü cin idrâki ile kavranabilen ve kavranamayan birtakım temel kanun ve kaidelere tâbî kılınmıştır. İlâhî tâyinle gerçekleşen ve hep bâkî kalan bu kaidelere biz bazen "meşiyyet-i ilâhiye", bazen de "tabiat kanunları" der, geçeriz. Bunlara "sünnetullâh" veya "âdetullâh" da denilir. Bütün varlıkların bunlara -yoluna döşenmiş raylara tâbi olmak mecburiyetindeki trenler gibi- uymak zorunda bulunduğu bedâhat (apaçık) derecesinde bir gerçektir. Eşya (şeyler) ve vukuâtın tanınması da bu kaanun ve kaidelerin keşfi nispetindedir. Bütün ilmî faaliyetler ise, bu keşfin hududlarını genişletmeye çalişmaktan ibarettir. Şu temel görüş çerçevesinden bakıldığında, sayısız vukuât ve şuunâtın (oluşum) hay-huyu arkasında ilahi tâyinle mevcud ve câri, bütün âleme şâmil ve hâkim birtakım kaanun ve kaidelerin mevcud olduğu görülür, Bunlardan biri de "ebedî zıtlık" ve bunlar arasındaki galebenin münâvebesi, yani nöbetleşe ve dâimî bir tahavvülât ve tebeddülattır. İlâhî tecellî de bazen "celâl" ve bazen de "cemal"e revaç vererek bu mütemâdi değişikliğin en temel sebebini teşkil eder. Fizikî ve tabiî hadiselerde olduğu kadar, sosyal ve beşerî faaliyetlerde de aynen vâki olan şu keyfiyet, lâyıki ile kavrandığı zaman vukuâtın hikmetine nüfuz edilebilir ve binnetice birçok gereksiz telâş ve endişelerden kurtulmak imkânı elde edilir. Zira bu takdirde değişme seyrinin "celâl"den "cemal"e mi yoksa "cemal"den celal"e mi olduğu kavranır. Murâd-ı ilâhi berraklaşır. Allâh’ın takdirinin gerçekleşmesine hiç bir mahlûkun güç yettirebilmesi mümkün olmadığına göre, buna sa'y etmenin hacâlet (aşağılık) ve sefâletine düşülmez. Sabır ve tevekkülün kemâline ulaşılır. Tecelli nöbeti "cemal"de ise şükrün, "celâl"de ise sabrın bereket ve huzuruna nâil olunur. Bununla birlikte şu gerçeğe de işaret edilmelidir ki, vukuâtın asıl sebebi olan murâd-ı ilâhî, bir tek vak'a veya vukuat zincirinin tek bir kesitinin müşâhedesi ile kavranamaz. Belli bir zaman parçası içindeki gelişme seyri takip ve tahlil edilmelidir. Zira her türlü tahavvülât ve tebeddülâtta (değişiklikte) bir tedric kaanunu (yavaş yavaş gerçekleşme) câridir. Bu keyfiyet zelzele gibi âni oluşlarda bile onların hazırlık safhasında yine bâkî ve câridir. Diğer taraftan bazen bir tecellînin zâhiri ile bâtını arasında fark da olabilir. Zâhiri "kahır", bâtını "lütuf" veya bunun aksi olan hâdise ve oluşlar da az değildir. Bunları da zaman çözer!.. Bir eriğe, bir de cevize bakınız!.. Birinin kabuğu taş gibi sert, içi lezzetli meyvedir. Erikte ise, bu durum tersinedir. Gündüzden geceye geçişte, karanlıkların âniden Dünyamızı istilâ edemeyip tedrîcen ve perde perde gerçeklesmesi bu Alem'deki bütün tahavvülât ve tebeddülâta hâkim bir meşiyyet-i ilâhiyedir. Sabahleyin şafak sökmesi de öyle değil mi?!. Bir de şu var ki, bu Alem'in bir "dâr-ı imtihan" olmasını dileyen Cenâb-ı Hakk'ın asıl sebep olan zâtî irâde ve ihtiyarı -pek az istisna ile- mestûr (örtülü) ve meknûzdur. Her şey zâhirde mahlûka kaabil-i izâfe birtakım esbâb ile gerçekleşir. Bunu bilen âkıl ve ârifler, vukuâta röntgen gibi derinlere işleyen ve böylece meknûz ve mestûr olanı görebilen bir nazarla bakarlar"
35 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.