Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

410 syf.
10/10 puan verdi
İnanç Konularını Yeniden Düşünmeye Çağrı
İbrahim Sarmış'ın okurken üzerinde çok emek verdiğini anladığım değerli eseri "Rivayetler ve Yorumlarla Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı" eseri, kabir azabı, ruh meselesi, ahiret hayatının aşamaları, cennet ve cehennemin neliği, cehennemin ebediliği ve sırat köprüsü konuları üzerinde yoğunlaşıyor. Değerli Yazar, araştırmalar ve Kuran'dan delillerle iddialarını net ve geniş bir şekilde ortaya koyuyor. BİRİNCİ BÖLÜM - "RİVAYETLER VE YORUMLARLA AKAİD OLUŞTURMAK SAĞLIKLI BİR YÖNTEM MİDİR?" (s. 7-93) Söz konusu kitap, 7 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm "Rivayetler ve Yorumlarla Akaid Oluşturmak Sağlıklı Bir Yöntem midir?" başlığını taşımakta ve ahad rivayetlerin itikadî konularda delil olup olmayacağı konusu üzerinde birçok rivayetten örnekler vererek açıklamalar yapmakta, kabir azabı inancının oluşum sürecini belirtmekte ve berzah ve kabir kelimelerinin anlamları üzerinde durmaktadır. Sarmış, burada en başta Hadis ve Sünnet'i birbirinden ayırmakta, birçok konuda herhangi bir rivayet eleştirildiğinde eleştirilen şeyin sadece bir aktarım olduğunu, sünnetin eleştirilmediğinin anlaşılması gerektiğini özellikle vurguluyor. Rivayetleri toptan ret veya toptan kabul gibi bir prensibi olmadığını, incelemeye tabi tutulduktan sonra bunların kabulü veya reddi gerektiğinin üzerinde duruyor. Herhangi bir kitapta geçti diye onun doğru olması gerekmediğini de ekliyor. İbrahim Hoca, açıklamalarının devamında dinin temel kaynağının Kuran olduğunu, herhangi bir dini konuda en başta Kuran'a bakılması gerektiğini belirtiyor. Dini bir konuda Kuran'ın ne dediğine bakılmadan kelam, tefsir, hadis, siyer, tarih gibi ilimlere bakılırsa burada ciddi bir problem var demektir. Çünkü bunların her birinde ulemanın ne dediği elbette önemli olmakla beraber, bunların fikri serdeden kişinin galip zannı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Kişilerin sözleri temel değil, dinin ana kaynağı temel alınmalıdır. Yüzyıllardır oluşan dini kültürün tecdide ihtiyaç duyduğu, gereken yerlerinin Kuran ile düzeltilmesi gerektiği yazar tarafından belirtilmekte, genel kabule aykırı bir şey diyenlerin anında aforoz edilmesinin yanlış olduğunu da sözlerine eklemektedir. Aslında burada sorun, dinin yorumunun dinin kendisi olarak algılanmasıdır. Buna dair uç bir örnek olarak Sarmış, Suudi Arabistan'ın eski müftüsü İbn Baz'ın dünyanın dönmediği hakkındaki görüşünü veriyor. İbn Baz, 1975 tarihinde yazdığı bir kitabında bu görüşü öne sürüyor ve iddiasının aksinde görüşü olanların kafir ve mürtet olacağını belirtiyor. Bu tarzda yorumların, anlayışlarının sebebini İbrahim Sarmış, kültürün din gibi kutsallaştırılması, kültürün vahyin önüne geçirilmesi, dinin belli bir kişinin, fırkanın, kitlenin veya mezhebin söylediklerinden ibaret görülmesi olarak yorumluyor. Kuran'da kesin olarak Hz. Muhammed, diğer peygamberler, melekler ve cinlerin gaybı bilmediği belirtilmektedir. Bunun için "Hz. Peygamber'e nispet edilen rivayetler ve kişilerin yaptıkları yorumlarla gayb alanında bir inanç oluşturmaktan kaçınmak gerekir." Yine bu konuyla alakalı olarak, rivayetlerin mütevatir denilerek vahyin önüne geçirilmeye çalışılmasına da dikkat edilmesi gerektiği üzerinde İbrahim Hoca, önemle duruyor. Hz. Peygamber, Kuran'a aykırı bir şey söyleyemez yahut yapamaz. Bu durum, onun ismet sıfatının bir gereği olarak da gayet nettir. İsmet sıfatı Hz. Peygamber'in "yanlış yapmayacağı değil, yapacağı yanlış üzerinde bırakılmaması" demektir. Sarmış, konunun temelini bu şekilde attıktan sonra Enbiya Yıldırım'ın "Hadis Meseleleri" kitabından bir alıntı yapıyor. Bu alıntı "Yeniden Seri Üretme Metodu" adı verilen bir yöntemden bahsetmektedir. Bu yöntem, belli bir konunun öğrenciler arasında aktarımı ve aktarılan şeyin ne kadar değişime uğradığını anlamaya yönelik bir uygulamayı gözler önüne seriyor. Dört sayfalık bu uzun alıntıda öğrencilere verilen hikayenin aktarım sırasında ne kadar değiştiği de aktarılıyor. Bahsettiğim alıntı ve uygulama bana çok ilgi çekici ve ilginç geldi. Bu alıntının üstüne Sarmış, hadisçilerin rivayet nakli ve seçiminde isnad tenkidine verdikleri önemi, metin tenkidine vermediklerini söylemektedir. Bu durum, hiç metin tenkidi yapılmıyor demek değil, metin tenkidi isnad tenkidine göre zayıf kalıyor demektir. Bu duruma örnek olarak İbrahim Hoca, Buharî'nin Sahîh'inde geçtiği hâlde Kuran'a aykırı içerikleri olan birkaç rivayetten bahsetmektedir: Yaşayanlar kendisine ağladığı için ölünün kabrinde azap çektiği, ölülerin konuşmaları işittiği, Musa Peygamber'in ölüm meleğine yumruk attığı, İsrailoğullarından bir Peygamberin ve Hz. Muhammed'in güneşi durdurduğu veya geri getirdiği, yüz kişiyi öldürdüğü ve salih ameli bulunmadığı hâlde adamın cennete konulduğu. Bu ve birçok rivayetin kabul edilmemesinde asıl sebebin hadis düşmanlığı değil, bunlar üzerinde yapılan çalışmaların sonuçları olduğu, İbrahim Hoca tarafından önemle belirtiliyor. Bu vesileyle hadisler hakkında metin tenkidini konu edinen birkaç değerli kitaba da işaret ediyor: Enbiya Yıldırım'ın "Hadiste Metin Tenkidi", Zerkeşî'nin "Hz. Aişe'nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler" ve kendi kitabı olan "Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı". Herhangi bir hadis kitabında yer alan bir rivâyetin sözleri kesin olarak Hz. Peygamber'e nispet edilemez. Ona eğer sahih deniyorsa, bu durum en fazla o hadisi kitabına tahric eden muhaddisin zannı galibidir. Ayrıca bir rivâyetin senedinin sahih olması metninin de sahih olmasını gerektirmeyeceği gibi, herhangi bir ahad haberin kesin bilgi ifade ettiği düşüncesi de daha çok muhaddislerin görüşüdür. Rivâyetlerin neredeyse tamamı ahad haberdir. Ahad haber ise itikadda delil olarak kullanılamaz. Kullanılsa bile kesin haber olan Kuran'ın desteklenmesi mahiyetinde, yani yardımcı olarak kullanılabilir. Bunlara ilaveten zanni bilgi ifade eden ahad haberin delil olarak kullanılması için birçok şart getirilmiştir. Lâkin teoride kalan bu şartlar, uygulamaya gelince maalesef büyük oranda kullanılmamıştır. İçerikleri bunlara benzer şeyler dedikten sonra Sarmış, bazı temel akaid kitaplarında ahad haber için koşulan şartların es geçildiğine dair bazı örnekler vermektedir. Örnekler şunlar (s. 25): Mesela, “Kendisini/nefsini tanıyan rabbini tanır” (Cuveyni, el-Akidetu'n-Nizamiyye, 21), “Allah mahlukatı altı günde yarattı, Cumartesi günü de dinlendi” (Bağdadi, Kitabu Usuliddin, 79), “Allah, evliyasına güler, öyle ki azı dişleri görünür" (Teftazani, Şerhul-Mekasıd, 4/49, Cürcani, Şerhul-Mevakıf, 2/367), “Resulullaha müşriklerin çocukları sorulunca şöyle dediği rivayet edilir: İsteseydim onların cehennemdeki çığlıklarını sana işittirirdim” (Bağdadi, Kitabu Usuliddin, 261), “Allah ruhları cesetlerden iki bin sene önce yarattı" (Cürcani, Şerhu'l-Mevakıf, 22/326)" gibi. Bunlara değindikten sonra İbrahim Hoca, Buharî, Müslim, Tirmizî vb. muhaddislerin kitaplarındaki bazı hadislere eleştiriler getiren âlimlerin haksız olmadığını, bu kitaplardaki bazı hadisleri reddetmenin bunlardaki tüm hadisleri reddetmek demek olmadığını Ali Osman Ateş'in "Kur'an ve Hadislere Göre Cinler ve Büyü" kitabından yaptığı bir alıntıyla belirtiyor. Daha sonra yanlış yorumlandığı veya sahih olmadığını düşündüğü rivayetlere geçiyor. 1 - "Peygamberlere kimse varis olmaz, ne bırakırsak sadakadır." rivayeti (Muttefekun aleyh). (Rivayetlerin tam kaynakları için kitabın ilgili bölümlerine bakabilirsiniz.) Söz konusu rivayetin sadece Hz. Ebû Bekir tarafından rivayet edilmesi, kendisinden sonra gelen Hz. Ömer tarafından bunun zıddına uygulama bulunması gibi durumlar nedeniyle rivayetin metni doğru değildir. Rivayetin lafzı yeniden üretilmiştir. Konunun detayı için kitabın 29-35 arası sayfalarına bakabilirsiniz. Hz. Ebû Bekir'in Hz. Fatıma'ya burada demek istediği şey özet olarak şudur: "Bu şahıs malı değildir, mülkiyeti değil, kullanma hakkı Hz. Peygamber'e verilmiş devlet malıdır." diyerek Hz. Peygamber'in mirasçılarının bu maldan istifade edebileceğini, ancak mülkiyetinin onlara devredemeyeceğini bildirmiştir. (s. 33) 2 - Hz. Peygamber'in Büyülenmesi. (Muttefekun aleyh, İbn Mace, Nesai, Ahmed ibn Hanbel, Müsned) Hz. Peygamber'in büyülenmesi, büyünün etki etmesi gibi meseleler sadece rivâyetlerde geçmektedir. Kuran, 25/Furkan, 8; 17/İsra, 47 gibi ayetlerde Hz. Peygamber'in büyülenmiş olamayacağını, ona büyülenmiş diyenleri reddediyor. "Sözkonusu rivayetlerin kabul edilmesi, yukarıdaki ayetlerde ve başka yerlerde seslendirilen müşriklerin büyülenme iddialarının doğrulanması anlamına geldiğinden kabul edilmesi mümkün değildir." Konunun detayı için kitabın 35-51 arası sayfalarına bakabilirsiniz. Yine bu konu dâhilinde İbrahim Hoca," O, korunan kitaptadır. Ona ancak temiz olanlar/melekler dokunabilir." (56/Vakıa, 79) ayetinin vahyin koruma altında olması ile ilgili olduğunu, Kuran'a abdestli dokunmak ile alakası olmadığını belirtmektedir. Sihir konusunun anlatımında nazarın, cahiliye inancı olduğu, rivâyetlerde "hak" olarak geçmesinin bunun doğru olacağı anlamına gelmeyeceğini de ifade etmektedir. 3 - Peygamberlerden birinin savaşa çıkması, ordusuna yeni evlenenlerin, ev yapıp tavanını yapmayan kimselerin, doğurmasını beklediği bir hayvanı olanların gelmesin dediği, ikindi namazı vaktinde savaşacağı yere yaklaşınca peygamberin Güneş'e seslenmesi ve Allah'a Güneş'i tutma duasında bulunması, daha sonra ganimetleri yemek için ateşin gelmesi; fakat ganimet malından biri hırsızlık yaptığı için ateşin bunu yememesi ve en sonunda bu hırsızın tespit edilmesi ile ateşin gelip ganimeti yemesi, bunu anlatan Hz. Peygamber'in, İslâm ümmetinin acizliği ve zayıflığı dolayısıyla ganimetin helal kılındığını söylemesi rivayeti. (Muttefekun aleyh) Söz konusu rivâyeti birçok yönden eleştiren İbrahim Sarmış, bu rivâyetin kurgu olduğunu belirtmektedir. Reddetme sebepleri çok olmakla birlikte bazılarına işaret etmekte yarar var: Anlatılan olay İsrailoğulları ile ilgilidir, gaybden haber vermedir, Allah'ın Hz. Peygamber'e böyle bir haberi bildirdiğini gösteren herhangi bir işaret yoktur. Hz. Peygamber'in Hendek Savaşı'nda ikindi namazını kılamadığı ve bu yüzden müşriklere beddua ettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber'in dahi böyle bir şeye yeltenmemesi, Güneş'in hareketine karışamaması bu kadar açıkken bunu başka bir peygamberin yapması düşünülemez; çünkü Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim vefat ettiğinde güneş tutulması olmuş ve bu olayı Müslümanlar, Hz. Peygamber'in oğlunun ölümü üzerine olduğunu söylemişler; Hz. Peygamber ise bu durumu reddetmiş ve Güneş'in hiçbir kimse için durdurulmadığını söylemiştir. Söz konusu rivayetin reddi konusunda birçok delil, açıklama daha sayılmaktadır. Konunun detaylı açıklaması için kitabın 51-60 sayfaları arasına bakabilirsiniz. 4 - Bedir Savaşı'nda Öldürülen Müşriklerin Hz. Peygamber'in Seslenmesini Duydukları Rivayeti. (Muttefekun aleyh, Nesai, Ahmed ibn Hanbel, Müsned) İbrahim Sarmış Hoca, Kuran'ın "Sen ölülere elbette işittiremezsin, yüz çevirip gidenlere de çağrıyı duyuramazsın." (27/Neml, 80) ayeti, yine bu bağlamda 30/Rum, 52 ve 35/Fatır, 22 ayetlerinin de ölülerin bunları duyamayacağı anlamında olduğunu söyleyerek bu rivâyeti kabul etmemektedir. Başka bir yoruma göre ise Hz. Peygamber'in böyle bir konuşmayı ashabına vaaz için yaptığı da belirtilmektedir. Konunun detaylı açıklaması için kitabın 61. sayfasına bakabilirsiniz. 5 - "İmamlar Kureyş'tendir." rivâyeti. (Buharî, Müslim, Tirmizî) Bu rivâyetin de sahabe uygulaması dolayısıyla ve daha başka birçok sebepten dolayı kabul edilemeyeceği Sarmış tarafından dile getirilmektedir. Konunun detaylı açıklaması için kitabın 61-64 arası sayfalarına bakabilirsiniz. Bu açıklamaların arasına İbrahim Sarmış, ulemanın namaz kılanın önünden geçince ne yapılacağına dair yorumlarını Sönmez Kutlu'nun "İslam Düşüncesinin Gelenekçi Din Söyleminin Analizi" makalesinden aktarmaktadır. Bu makaleye göre Ebû Saîd el-Hudrî'den Hz. Peygamber'den aktarılan bir rivayete göre namaz kılanın önünden geçenlerin, namaz kılanlarca engellenmesi ve şayet geçmekte ısrar ederlerse onlarla mücadele edilmesi bahsedilmektedir. Bu makalede bazı Şafiîlerin bu hadise dayanarak aşırıya gittikleri, hatta İbn Hacer'in bu konuda namaz kılanın önünden ısrarla geçmek isteyeni öldürmesi sonucunda kendisine hiçbir şey terettüp etmeyeceği aktarılır. (s. 66) Söz konusu alıntı üzerinden İbrahim Sarmış, bir rivayet üzerinden ne kadar tehlikelere varılacağı, kişinin canının kutsal kabul edildiği hâlde, nasıl din adına yok sayıldığını eleştirmektedir. Yine Kuran'da yenilmesi haram olan hayvanların sayıldığı ve haram olanların sadece bunlar olduğu ayetler tarafından (5/Maide, 3; 6/Enam, 145; 22/Hac, 30) net bir şekilde ortaya konulurken, "rivâyetler ve yorumlarla evcil eşekten yırtıcı hayvana kadar şu veya bu hayvanın haram olduğunu söyleyen anlatımları kabul edip savunmanın ve aksini söyleyenleri şunu bunu inkar etmekle suçlayıp dinin dışına çıkarmanın kültürü vahyin önüne geçirmek olduğu" (s. 68) İbrahim Sarmış tarafından dile getirilmektedir. Yazar, bunları söyledikten sonra dinin ana kaynağının Kuran olduğunu tekrar dile getirmekte ve yüksek din öğretim kurumlarında en başta Kuran bilgisinin öğretilmesi ve Kuran mantalitesinin verilmesi gerektiğini; ancak bunun yerine ekollerin din anlayışının öğretildiğini söylemektedir. (s. 69) Sözlerinin devamında ise Ehlisünnet ve Şia'nın kendi görüşlerini doğrulayan rivayetleri savunmaktan vazgeçmediğini, Emevi-Abbasi dönemlerinde işkenceye maruz kalan, dışlanan âlimlerin 6 - Hz. Ömer ve Sariye Olayı. Rivâyete göre İran'da savaşmakta olan müslüman ordusu düşman tarafından kuşatılmaktayken Hz. Ömer, minberden bu ordunun komutanı Sariye'ye "Dağa çekil!" uyarısı yaparak orduyu kurtarmıştır. Bu rivâyet üzerinden Ebu'l-Muin en-Nesefî (Tevhid'in Esasları [Kitabu't-Temhid li Kavaidi't-Tevhid], s. 79, çev: Hülya Alper, İz Yayıncılık, İstanbul, 2007), kerametin hak olduğunu iddia etmiştir. Bu rivâyeti sert bir şekilde eleştiren Sarmış, Raci Olayı, Birumaune, Uhud gibi acı hadiselerde Hz. Peygamber'in gaybı göremediğini; ancak Hz. Ömer'in görmesinin nasıl mümkün olduğunu sormaktadır. (s. 77) Bu olayın aslının bir rüya olduğu, merhum Ahmet Önkal'ın "Sariye Olayı Üzerine Bir Rivayet Araştırması" makalesinden aktarılmıştır. Acı olan taraf ise böyle olaylardan akaid oluşturulmasıdır. Konunun detaylı açıklaması için kitabın 76-79 sayfaları arasına bakabilirsiniz. 7 - Halid ibn Velid'in kafirlere meydan okumak adına defalarca zehir içip, kendisine hiçbir şey olmaması. Böyle bir rivayet de yine kerametin hak olduğuna delil olarak kullanılmıştır. Bu rivâyetin gerçek olup olmadığı net olarak bilinmezken, Hz. Peygamber'in zehirden etkilenmesi hakikatken, Halid'in etkilenmemesinin nasıl mümkün olduğu Sarmış tarafından sorulmaktadır. Konunun detaylı açıklaması için kitabın 79-81 sayfaları arasına bakabilirsiniz. Bu konunun devamında İbrahim Hoca, Belkıs'ın tahtını getiren kişinin kim olduğu, cinlerden bir ifrit ifadesinin ne anlama geldiği üzerinde durmaktadır. (s. 81-82) Sarmış, konunun devamında "73 Fırka Hadisi"nin uydurma olduğunu belirtmekte (s. 84) ve kabir azabı inancının oluşum sürecine geçmektedir. a - Kabir Azabı İnancının Oluşum ve Mahiyeti Sayfa 89'a gitmeden önce sayfa 72'de kabir azabı ile ilgili olarak İbrahim Sarmış, kabir azabı inancının kültürün oluşturduğu bir inanç olduğunu, Kuran'dan hareketle değil, Kuran'ın öğretilerine, akla ve mantığa, sünnetullaha ve hayatın gerçeklerine aykırı rivayetler ve yorumlarla oluşturulduğunu ve bu inancı doğrulatmak için ayetlerin bağlamından kopuk olarak kullanıldığını söylenmektedir. Yine bu inancı reddeden birçok çağdaş âlim bulunduğunu söylemekte ve onların bir sayfalık listesini vermektedir. Bunlardan en dikkat çekeni ve İbrahim Hocanın kitap boyunca devamlı istifade edip, en çok alıntı yapacağı iki kaynak şunlardır: Erkan Yar'ın "Ruh-Beden İlişkisi Açısından İnsanın Bütünlüğü Sorunu" ve Mehmet Okuyan'ın "Kur'an-ı Kerim'e Göre Kabir Azabı Var mı?" kitaplarıdır. Sayfa 89'a geldiğimizde kabir azabının daha doğrusu bu sürecin geleneksel anlayışa göre nasıl olduğu anlatılıyor: İnsanlar öldükten sonra mezara konuluyor. Sonra bu mezara münker-nekir meleklerim geliyor, soru soruyor: Rabbin kim? Dinin ne? Peygamberin kim? gibi... Burada Müslümanlar bunlara cevap vererek azaptan kurtulurken, kafirler cevap veremeyip azaba dûçar oluyor. (s. 91) Kabirde kime soru sorulup sorulmayacağı, azabın nasıl olacağı gibi konularda ulema arasında birçok tartışma olduğu bahsediliyor. Ancak bütün bu tartışmalara rağmen, Ehlisünnet ulemasına göre kabir azabı iman edilmesi gereken konular arasında yer alıyor. (Nureddin es-Sabuni, Maturidiye Akaidi; Prof. Mehmet Aydın, İslam Dini İlmihali, Aliuyyü'l-Kari) b - "Berzah" ve "Kabir" Kelimelerinin Anlamı Arap dilinde ölünün gömüldüğü yere kabir denmektedir. Berzah, Farsça kökenli olup iki şey arasındaki engel demektir. (s. 93) "Berzah, dönem veya hayat anlamında değil, iki şey arasındaki 'engel' anlamındadır." "Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi amel işlerim, der. Hayır; bu söylediği sadece laftır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmelerine engel/berzah vardır." (23/Müminun, 99-100) ve 25/Furkan, 53; 55/Rahman, 19-20 ayetlerindeki berzah kelimeleri engel anlamındadır. 23/Müminun, 100. ayette geçen berzah kelimesi "ölümden sonra dünyaya geri dönme isteğinin karşısındaki engel" anlamına gelir. 25/Furkan, 53 ve 55/Rahman, 20 ayetlerine geçen berzah ise "Kur'an'ın mucizeliğini keşifler ve pozitif bilimlerle kanıtlama çabasında olanların söyledikleri gibi denizlerin tatlı-acı veya tuzlu sularının yahut sıcak-soğuk su akıntılarının birbirine karışmasını engelleyen suyun içinde bir boşluk veya farklılık değil, birbirine kavuşarak her yeri kaplamalarını engelleyen aradaki kara parçalarıdır. Örneğin, Karadeniz ile Akdeniz'in birbirine kavuşarak her tarafı kaplamalarını Anadolu toprağı, Akdeniz ile Atlas Okyanusu'nun birbirine kavuşup her yeri içine almasını İspanya-Portekiz'in bulunduğu İberik yarımadası engellemektedir. Değilse, iki deniz birbirine kavuşur ve her yeri kaplar. Böylece insanların yaşamasına imkan kalmaz." (s. 94) Bu açıklamadan sonra Sarmış, berzah kelimesinin ölüm ile diriliş arasındaki alem ile ilgisinin olmadığı söylemekte ve Mehmet Okuyan'ın berzah kelimesi üzerindeki açıklamalarını aktarmaktadır. Mehmet Okuyan'a göre: "Berzah kelimesinin asıl anlamı 'engel' demek olduğuna ve Kur'ân'da kullanıldığı diğer iki örnekte de bu anlamda geçtiğine göre, üstelik'tekrar diriltilmeyi isteyen kişi'ye bunun kıyâmet gününe kadar gerçekleşemeyeceği cevabının verildiği yerde de yine berzah kelimesi kullanıldığına göre, ilgili kelimenin bu âyette de 'engel' anlamına alınması en doğru tercih olsa gerektir." (s. 96) Bu açıklamadan sonra Kuran'da kabir kelimesinin ne anlama geldiği ve hangi ayetlerde geçtiği Mehmet Okuyan'ın kitabından alıntılanmaktadır. Buna göre kabir kelimesi yanında Kuran'da, kabirle aynı anlama gelen cedes (çoğulu ecdâs) ve "kıyamet öncesinde ve diriltme esnasında bulunulan yer" anlamında merkad kelimeleri geçmektedir. (s. 97-98) Giriş mahiyetinde bu açıklamalar yapıldıktan sonra, kitabın gelecek bölümünde kabir azabını savunan geçmiş ve çağdaş ulemanın kimler olduğu, hangi delilleri serdettiklerine geçilmektedir. İKİNCİ BÖLÜM - GEÇMİŞTE VE GÜNÜMÜZDE KABİR AZABINI SAVUNAN KELAMCILARDAN BAZILARININ GÖRÜŞLERİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ (s. 103-170) Bu bölümde Ehlisünnet ulemasından Eş'ari, Ömer Nesefi, Nureddin Sabuni, Teftazani, Gazali, Suyuti, İbn Teymiye, İbn Kayyım el-Cevziyye, İbn Receb, Zahiriyye mezhebinden İbn Hazm, Mutezile'den Kadı Abdülcebbar ve günümüzden Süleyman Toprak'ın eserlerinden kabir azabını nasıl savundukları aktarılmaktadır. Bu anlatılanlar arasında Gazali'ye geniş yer ayıran (s. 110-122) Sarmış, Mehmet Okuyan'dan alıntı yaparak, Gazali'nin kabir azabının hak olduğuna sunduğu deliller arsında keşf ve rüya da olduğunu göstermektedir. Akıl ve vahiy odaklı olması gereken, hele ki gaybi bir konunun bu şekilde yollara başvurulması olayın vahametini ortaya koymaktadır. İbn Teymiye'nin kabir azabını kanıtlama babında ayetleri bağlamdan kopardığı ve Allah'a söylemediğini söyletme riski taşıyan söylemler içine girdiği tespiti yapılmaktadır. (s. 131) İbn Kayyım'a geldiğimizdeyse onun rivayetlere eleştirel yaklaştığı, uydurma rivayetleri tespit anlamında ilkeler ortaya koyduğu (el-Menaru'l-Münif) dile getirilmekte; ancak kabir azabı konusuna gelince İbn Kayyım'ın kendi ilkelerini çiğnediği gösterilmektedir. (s. 138) "Çağdaş Bazı Kelamcıların Kabir Azabına Bakışı" başlığı altında özellikle Süleyman Toprak'ın "Ölümden Sonraki Hayat (Kabir Hayatı)" kitabındaki iddiaları incelenmektedir. Söz konusu kitap için İbrahim Hoca şunları diyor: "Meslektaşımız ve mesai arkadaşımız olan Süleyman Toprak beyin İslam inançlarının incelendiği Kelam bilim dalında Profesör olmasının üzerinden yıllarca geçmesine karşın çıraklık döneminde yazdığını bildiğimiz kitabını Kur'an, akıl, bilim, rivayet kritiği gibi değerlendirme ölçüleri ışığında şimdiye kadar nedense yeniden değerlendirme ihtiyacı duymadığını görüyoruz. Elimizde 2005 yılında yapılmış dokuzuncu baskısı bulunan kitap bütün abur cuburluğuyla toplumda hala tedavülde olup din bilgisini Kur'an yerine bu tür kitaplardan yahut medya vaizlerinden öğrenen yığınları mitolojik bilgilerle yönlendirmeye devam etmektedir." (s. 153) Süleyman Toprak, ilahiyattayken derslerime girmişti. Kelam dersinde o ve Şerafettin Gölcük'ün ortak yazdığı yeşil renkli "Kelâm" kitabını okumuştuk. Ezbere dayalı dersi vardı. Kitap ise kelam gibi akıl ve mantığı esas alan bir ilme göre çok cılız kalan anlatım ve yorumlara sahipti. Dogmatik yönü yüksek ve farklı fikirlere pek de yer vermiyordu. Sarmış, daha sonra Süleyman Toprak'ın kitabını üç sayfada (s. 155-157) özetlemiştir. Bu özette bana ilginç gelen birkaç yeri aktarayım: ölümden sonra ruhların birbirleriyle ve hem peygamberler hem özel (!) kullar dediği birtakım kişilerle rüyada ve uyanık olarak görüşebildiğini söylemekte (294-311), Peygamberlerin, şehitlerin, Allah yolunda nöbet tutarken ve Cuma günü veya gecesi ölenlerin, gece yatmadan Mülk suresini ve ölüm hastalığında İhlas suresini okuyanların, sıddîklerin, karın ağrısından, salgın hastalıktan ölenlerin, delilerin, aptalların, İslam bilgisini öğrenirken ve fetret devrinde ölenlerin kabir sorgusundan muaf olduğunu söylemekte (367-373), azabın sebebinin idrardan ve gıybetten sakınmamak, borçlu olarak ölmek, ölü için başkalarının ağlaması, rivayetlerde büyük günahlar olarak tanımlanan günahları işlemek olduğunu ve azabı artırdığını belirtmekte (436-442), kabirdekiler ibadetle yükümlü olmamakla beraber Miraç'ta Hz. Peygamberin Hz. Musa'nın namaz kıldığını gördüğünü, ashaptan bazı kişilerin kabirde Kur'an okuyan kişilerin seslerini işittiklerini Hz. Peygambere söylediklerini ve onun da onayladığını, hatta hafızlığını tamamlamadan ölenlere kabirde meleklerin Kur'anı öğreteceklerini ve kıyamet günü tam hafız olarak haşrolacaklarını (474-475) söylemekte, ehli sünnetin genelleyerek suçlamasına uyarak Mu'tezile, Kaderiye, Rafiziyye vd. birtakım fırkaların kabir azabını inkar ettiklerini, “kabir azabı ayetlerle sabit olduğu için inkar eden kafir olur” diyerek inkar edenlerin kafir olacağına (401, 483) karar vermekte, inkar edenlerin akli ve nakli delillerini değerlendirip sözde reddetmeye çalışmaktadır (483-498). Çağdaş kelâmcılardan Şerafettin Gölcük'ün ve Diyanet İslam Ansiklopedisi'nde azap maddesini yazan Yusuf Şevki Yavuz da kabir azabının olacağını söylemektedirler. Bu bölümün devamında "Gaybın Bildirildiği Sayılı Kullar, İddiası" başlığı altında kabir hallerinin Allah'ın bir ikram olarak bir kısım sayılı kullarına bildirdiğini iddia eden Gazali, Süleyman Toprak'a reddiyelerde bulunulmaktadır. Hz. Peygamber'in dahi gaybı bilmediği ortadayken, gaybı bilmeme durumu sahabe için de geçerlidir. 8/Enfal, 60. ayette "Onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri (korkutursunuz)." geçmektedir. Bu ayet açıkça sahabenin de gaybı bilmediğini, onlara dahi açılmayan gaybın başkalarına haydi haydi açılmayacağının ispatı niteliğindedir. (s. 163) İkinci bölümün son başlığı "Kabir Azabının Rüyalarla Kanıtlamaya Çalışılması"dır. Burada İbn Kayyım'ın" er-Ruh" kitabından güya kabir azabına delil olarak sunulan birkaç rüya aktarılmaktadır. İncelemenin devamı var; ancak 1000Kitap devamını galiba uzun olduğu için koymama izin vermiyor. İncelemenin devamını okumak için yorumdaki linke tıklayınız:
Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı
Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabıİbrahim Sarmış · Düşün Yayıncılık · 20128 okunma
·
1.342 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.