Eserle ilk tanışmam Tolstoy araştırmalarımla oldu. Daha önce adını dahi duymamıştım. Tolstoy’a hayranlığıyla bilinen kişiler esere öyle vurgular yapıyorlardı ki. Hatta çoğu Anna Karenina, Savaş ve Barış dan sonra üçüncü unutulmaz eseri olarak İvan İlyiç’in Ölümü’ nü belirtiyorlardı.
Ne anlatabilir ki dedim 100 sayfada ve yakın zamanda temin edip, okudum. Okurken gerçekten çok hüzünlendim. Özellikle eserin sonuna doğru baş karakterin psikolojisi o kadar etkileyici verilmişti ki sanki İvan İlyiç’in yaşadıklarını ben yaşamıştım, yüreğimden bir şeyler kopmuştu. Ve o 100 sayfanın içinde ne olduğunu, neden bu kadar unutulmaz bir eser olduğunu anladım. Ne çok üst düzey bir kurgu ne de çok derin karakter analizleri vardı bu romanda. Çünkü bu eser bir kitap bir roman değil hayatın gerçeğiydi. Sadece ve sadece gerçek.
Tolstoy’un eserlerini okuyanlar bilir. Her zaman bir şeyler öğretmeye çalışır. Hatta bu isteğini öylesine abartır ki bir öğretmen edasında davranır. Zorla gözünüzün içine sokar, kafanıza sokmaya çalışır felsefesini. Hani derler ya bir musibet bir nasihatten iyidir diye, Tolstoy da nasihatleriyle değil bir musibetle ilk defa bana bir şeyler öğretti.
Birçok kitabı tekrar okuma isteğiyle kitaplığıma geriye koyarım. Belki o geri koyduğum eserlerin hiçbirini bir kere daha okumaya ihtiyacım yoktur. Sadece anlatımı beğendiğim romanı ve yazarı sevdiğim için o cümleyi kurmuşumdur. Ama kesinlikle bu eseri bir kere daha değil, belirli aralıklarla defalarca okumam gerekiyor. Hayatın gerçeklerini her unuttuğumda bana tekrar tekrar hatırlatması için.
Herkese keyifli okumalar dilerim.