Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sabahattin Ali kitapları, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği, yazarın ölümünden itibaren 70 yıl geçtiğinden bahisle 1 Ocak (2019) itibariyle kamuya açık hale geldi. Yazarın eserlerinin telif hakkının kalkmasıyla birlikte ilk 10 günde 7 yayınevi Sabahattin Ali kitaplarını, bilhassa kitap kapaklarına kendi yorumlarını taşımasıyla dikkat çekerek, piyasaya sundu. Ancak, birçok yayınevinin Sabahattin Ali kitabı basması ve alışılmışın dışında kampanyalarla, tasarımlarla kitapları yayınlamaya başlaması; “kitapların okunurluğunun artacak olması” ve “kitapların değersizleşmesi” şeklinde taraflanan bir tartışmaya sebep oldu. Yaşanan tartışmayı irdelemeden önce, Sabahattin Ali’nin eserlerinin kamuya açık hale gelmesi üzerine biraz eğilelim. Başta da bahsettiğimiz üzere; sahibinin ölümünden sonra alenileşen eserlerde koruma süresi ölüm tarihinden sonra 70 yıldır1. Buna göre Sabahattin Ali’nin 1948 yılında öldüğü “kabulüyle” eserleri üzerindeki telif hakkı kalkmıştır. Ancak Sabahattin Ali’nin ölümü üzerindeki soru işaretleri hâlâ aydınlatılmamış ve telif hakkının sona ermesine başlangıç tarihi olarak 1948 yılı alınsa da, Sabahattin Ali’nin tam olarak ne zaman öldüğü hiçbir zaman tespit edilememiştir. Faili meçhul denilebilecek bir cinayete kurban giden Sabahattin Ali’nin bugün bir mezarı dahî bulunmamaktadır. 1948 yılında Istranca Dağları’nda bulunan tanınmaz haldeki cesedin Sabahattin Ali’ye ait olup olmadığı belirsizdir ve bu cesede ilişkin bir defin belgesi bile bulunmamaktadır. Yani, 1948 yılı, yazarın ölüm yılı bilinmez; ancak kaybolduğu yıl olduğu nettir. Hal böyleyken, bu şekilde saptanan bir ölüm tarihi üzerinden telif hesabı, siyasi cinayete kurban giden bir yazarın ölümü sonrası ailesinin yaşadıkları ile birlikte düşünüldüğünde, ancak ve ancak hak gaspı olarak nitelenebilir. Telif hesabına ilişkin tek sorun,1948 yılının geri sayımda başlangıç olarak alınmasıyla da bitmiyor. Yazarın eşi Aliye Ali, veraset ilamını ancak 1957 yılında alabilmiştir. Üstelik, Sabahattin Ali kitaplarının yasaklanması nedeniyle, 1948-1965 yılları arasında yazarın kitapları basılmamıştır. 1965 yılına kadar Sabahattin Ali’nin kitapları basılmadığından, ailenin aradan geçen bu süre için telif hakkı kullanımı söz konusu olmamıştır. Sabahattin Ali özelinde, bu 70 yıllık telif süresi içerisinde veraset ilamı 9 sene sonra alınabilmiş, 17 sene kitaplar hiç basılmamıştır. Bu gibi nedenlerle, telif hakkının kalkmasına ilişkin yasa hükmünün Sabahattin Ali örneğine bu şekilde uygulanmasına hukuken “kanun boşluğundan faydalanma” diyebiliriz; ancak edebiyat dünyası için ise “fırsatçılık” olarak yorumlayabiliriz. Kitapların farklı yayınevleri tarafından basılmasıyla başlayan tartışmaya dönecek olursak; ilkinden başlayalım: “Kitapların daha çok yayınevi tarafından daha düşük fiyatlarla satılmasıyla okunurluğu artacaktır, bunun neresi kötü olabilir ki?” Sabahattin Ali kitaplarının daha çok okunması ihtimali, elbette ki güzel bir ihtimaldir ve hatta tartışılabilir değildir. Peki, kitapların daha çok basılması ve daha düşük fiyatlarla satılması, doğrudan daha çok okunmasına mı sebep olacaktır? Sabahattin Ali kitaplarının okunmasının önündeki tek engel kitap fiyatları mıdır? İstanbul’da son dönemde insanların günlük metro, metrobüs ulaşım sürelerinde kitap okuma alışkanlıklarının yerini, telefona kaydedilen Netflix dizisi izlemenin almaya başladığını söyleyebiliriz. Yaşamın günlük dertlerinden, yorgunluklarından kaçılarak, zaman ve ona bağlı olarak emek harcanana değil, daha kolay ve tüketilebilir olana sığınılır hale gelindiği günümüz gerçeğidir. Daha kolay tüketilebilirliğin tercih sebebi olduğu bir dönemde edebiyat da buna özgü dönüşümünü geçirdiğinden, bir kitabın fiyatının düşmesinden doğrudan daha çok okunacağı sonucunu çıkarmak tek yönlü bir yaklaşım olacaktır. Diğer görüşe geçelim: “Bir eserin birden farklı yayınevi tarafından değişik yorumlarla basılması, o eserin değerini düşürür mü?” Mesela, telif hakkının kalkmasıyla Sabahattin Ali kitaplarını basmaya başlayan yayınevlerinden Destek Yayınevi, gençler daha çok okusun diye(!) bu kitapları pop-art kapak anlayışıyla bastığını açıklamıştır2. Bu noktada Destek Yayınevinin Nilgün Bodur ve Metin Hara kitaplarını basan yayınevi olduğunu belirterek, yayın politikasına ilişkin biraz daha ipucu verebiliriz. Kitap kapağıyla bir bütündür; kitap kapağı onun ne olarak görülüp nasıl “pazarlanmak” istendiğine ilişkin önemli ipuçları verir. Peki bu noktadan ilerleyip işi daha da büyütürsek bir kitabın kapağı, kitabın içeriğini zedeleyebilir mi? Everest Yayınları, Sabahattin Ali kitapları üzerindeki telif hakkının sona ermesiyle yazarın kitaplarını basmaya başlayan yayınevlerinden. Yazarın en önemli eserlerinden İçimizdeki Şeytan’ın Everest Yayınları’ndan çıkan kapağında, – kör göze parmak – şeytan siluetiyle kaplı bir erkek ve kadın yer almaktadır. Ancak kitabın kapağında şeytan olarak figürlenen bu erkek fotoğrafının Nazım Hikmet’e olan benzerliği dikkat çekicidir. O zaman, bu kitaptaki kötü karakter Nazım Hikmet olmalıdır! Hayır. Kitapta eleştirilen dönemin Turancı yazarlarından Nihal Atsız ile Peyami Safa’dır ve taraflar arasında hakaret davalarından, dava nedeniyle Ulus Meydanı’nın “Atsızcı” gençler tarafından “kahrolsun Nazım’ın uşakları, kahrolsun komünistler” gibi sloganlarla doldurulmasına kadar birçok olay yaşanmıştır. Yani, İçimizdeki Şeytan’ın kapağına şeytan figürlü Nazım Hikmet’e benzeyen bir fotoğrafı layık gören Everest Yayınları, Türkiye’nin 1940-1950 yıllarına dair bilgi sahibi olmayan bir okuru pekâlâ kitapta Nazım eleştirisi yapıldığına inandırabilecektir. Evet, bir kitap kapağı, tarihi yanlış anlatabilir. Son olarak, telif hakkına sırtını yaslayarak bir kitabın yayınının tekelleşmesinin savunulabilir tarafı bulunmamaktadır. Ancak konu bir edebi eser olduğunda, telif hakkı kalktığında eserin belli ölçülerde korunur olması gerektiği Sabahattin Ali örneğiyle daha da anlaşılmıştır. Zira bu haliyle Sabahattin Ali hiç hikaye yazmamışcasına, Kürk Mantolu Madonna kapaklarıyla kitapçılarda dolaşmaktadır. Bir de Sırça Köşk’e öncelik verildiğini düşünsenize; mazallah, yıkılmaz denen saraya yazar kasa fırlatanlar çıkar… Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter3.
·
241 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.