Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

288 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Amak-ı Hayal, Filibeli Ahmed Hilmi tarafından 1910 yılında yazılmış olan, Türk edebiyatının ilk felsefi ve gerçeküstü romanıdır. Bu özelliklerinin yanı sıra eser bilhassa tasavvufi içerikler muhteva etmektedir ve temelde sufi metafiziğinin başlıca düşüncelerinden "vahdet-i vücud" düşüncesini ele almaktadır. Vahdet-i vücud inancına göre varlık bir "Mutlak Varlık" ve O'nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir. Eserdeki "Hiç ile hep ayn-ı vahid, şey-i vahiddir (tek bir şeydir)" gibi ifadeler de bu anlayışa fazlaca dikkat çekmektedir. Eserde anlatılmak istenen mesajlar genellikle dinî, felsefî ve mitolojik karakterler üzerinden verilmektedir. Öyle ki, eserin kahramanı Raci, Buda'dan tutun da Brahman'a, Yunan tanrılarına, Zerdüştiliğin tanrılarına, peygamberlere, filozoflara, diğer mitolojik canlılara kadar birçok kahramanla ilişki içerisine girmektedir. Bu açıdan bakıldığında eserin bir dinler tarihi özelliği taşıdığını da tespit edebilmekteyiz. Bu sayede Doğu'nun da o eşsiz manevi kültürüne tanıklık ediyoruz. Eserin ana kahramanı Raci, Aynalı Baba/Dede diye isimlendirilen bir karakterle tanıştıktan sonra bir kahve içerken Aynalı Baba bir sazı eline alır başlar okumaya... Bu esnada kitaba da ismini veren bir amak-ı hayal'e dalan Raci derin hayal dünyasında hayatı sorgulamaya başlar ve başından türlü olaylar geçer. Bu olay birkaç gün böyle tekrar eder ve Raci, Aynalı Baba vasıtasıyla her amak-ı hayale daldığında farklı bir dünyanın kapılarını aralar. Girdiği bu hallerde Raci, karşılaştığı olay ve kişilerin de yardımıyla "Varlık/Yokluk nedir?, Niçin varız? Mutluluk nedir?, Nereden geldik ve nereye gidiyoruz?" gibi sorulara cevap aramaktadır; yani bu kitaba bir nevi Raci'nin (hatta belki yazarın kendisinin) kendiyle ve diğer tüm varlıkla bir iç hesaplaşmasıdır da diyebiliriz. Eserin okuduğumuz yayını Ketebe Yayınları'ndan çıkmaktadır ve eser, orijinal metnine sadık kalınarak, herhangi sadeleştirmeye gidilmeden (sadece bazı bilinmeyen kelimelerin anlamları dipnotlarda verilmiştir) olduğu gibi okuyucuya aktarılmıştır. Bu bakımdan eseri okumak oldukça zorlaşsa da orijinal metinle okumanın tadı aynı ölçüde fazlaca alınabiliyor. Yukarıda eserin genel tahlilini verdikten sonra alttaki kısım ise eserin ayrıntılı bir şekilde özet-tahlil karışımını oluşturacaktır. Bundan dolayı “esere dair çok fazla spoiler bulunur” uyarısını yapmak isterim... Sunuşta aktarılan ve kitabın farklı dönemlerdeki yayımlanma aşamalarında ekleme çıkarma gibi saldırılara maruz kalması dikkate değer. Birinci kitabın başı bana okuduğu kitaplar ve gördüğü tahsil sonucunda her şeyi bildiğini sanan ve başka insanlara, bilhassa dışardan baktığında pejmürde gördüğü insanlara tepeden bakan kahramanımız Raci'nin bu tepeden baktığı ve küçümsediği insanlarla sohbete girişince onların içinde çok farklı dünyalar bulunduğunu anlıyor ve bu kez kendini tahkir derecesine indiriyor olmasını, bunun kaçınılmaz olduğunu düşündürdü. Birinci gün Aynalı Baba adlı bir karakterin okuduğu şiirlerde Dünya hayatının geçiciliğine ve buna aldanmamak gerektiğine dair mesajlar var. Amak-ı hayale dalınca Raci, Budayla tanışıyor ve onunla "zirve-i hiçî" diye adlandırılan Nirvana yolculuğuna çıkıyor. Bu yolculuk esnasında keşfettikleri insana huzur verici mahiyette. Buradaki anlatımların cennet tasviri ile benzerliği dikkat çekici. Burada aktarılmak istenen mesajı, "Nirvana'ya yani cennete ulaşmak için çıktığın yolda karşına birçok gönülçelen şeyle karşılacaksın. Eğer bunlara aldanmazsan işte o zaman o zirveye varırsın" şeklinde özetleyebiliriz. Fakat Raci gördüğü güzellikler karşısında kendinden geçerek kendisini bu güzelliklerin içinde buluyor ve bu da Nirvana yolunda düşüşüne sebebiyet veriyor. Amak-ı hayal böylelikle son buluyor. Buda’nın Nirvana yolu, Müslümanın cennet yolu gibi. Dünyadaki aldatıcı zevklere kanan müslüman cennete ulaşamaz. Buda hiçliği temsil eder. İkinci gün Raci amak-ı hayale devam eder ve bu kez Zerdüşt'le tanışır. Mecusiliğin iyilik ve kötülük tanrıları olan Hürmüz ve Ehrimen'in arasındaki çekişmelere şahit olur ve muradı iyilik tanrısı Hürmüz'e ulaşmaktır. Bu söz konusu tanrılar tarafından iyi ve kötü fiillere, durumlara dair aktarılan ifadeler yine İslâm'ın iyilik kötülük anlayışlarıyla benzerlik göstermektedir. Hürmüz ve Ehrimen taraftarları bir kişileştirmeyle savaşırken dikkat çekilmek istenen bir nokta olarak Ehrimen'in en dişli kötülüklerinden birisinin "nifak" (yaratılanlar arasında bozgunculuk) olduğudur. Nifaka karşı çıkan Hürmüz taraftarları teker teker maktul oluyor fakat sonradan Hürmüz tarafından Muhabbet Pehlivan nifaka karşı galip geliyor. Bu husus bize nifak tohumlarını ancak sevgi ve muhabbettin bertaraf edeceğini gösteriyor. Fakat daha sonra muhabbeti mağlup eden Gazap hakimiyeti alır almasına da bu kez karşısına diğer taraftan Hikmet pehlivanının çıkacaktır. Raci bu hikmet pehlivanın kendisi olduğunu öğrenir. Bir yandan şaşıran Raci bir yandan da kendisine atfedilen bu özellikler sayesinde güç kuvvet bulur ve gazabı yener. Ama daha sonra nefsi emmare ile karşılaşan hikmet pehlivan ona mağlup olur ve Ehrimen tarafı zafere kavuşur derken Aşk gelir ve nefsi emmareyi yerle bir ederek zulümatı ortadan kaldırır. Böylece Raci amak-ı hayalden tekrar uyanır. Fakat bu kez bir adım daha ileri gitmiştir. Üçüncü bölümde amak-ı hayaline devam eden Raci maddi ve manevi türlü hallere giriyor ve sanki boyut değiştiriyormuş gibi bir anlatım söz konusu. Neler yaşadığını ne olduğunu tam olarak anlayamamakla beraber ilk önce Tanrı'dan vahiy aldığını düşünsem de daha sonradan kendisini bizzat Tanrı olarak hissetiğini anlayabildim. Evet hepsi secde etmişti, fakat kendisini tanrısallaştıran o nefsindeki gurur/şeytan hariç. Dördüncü bölümde Raci, amak-ı hayalinde Beyaz İfritin Sarı Şeytanı olarak adlandırılıyor ve insanlar onu yüce bir varlık yerine koyuyor. Raci'nin önünde ilmi tartışmalara giren iki karakterden (Tonton ve Tantan) birisi kabul edilegelen mevcut ilmi bilgileri savunan bilginleri birisi de bu ilmi bilgilere itiraz eden bilginleri temsil etmektedir. Raci rüyasından uyandıktan sonra Aynalı Baba'yla geçen diyalogunda bu ilmi tartışmalara dair hakikati yüzümüze çarpan ve dar bakışımızla elde ettiğimiz bilgilerin kesin doğrular olduğunu düşünüp büyüklük tasladığımızı haykıran o alıntı geçiyor: "Kıyas-ı fuzaláya, ciyâdet-i fikr-i ulemâya ne buyurursunuz? İşte hakâyık-ı eşyaya nisbetle insanların ilmi, Tantan'ın keşfinin naziri bulunuyor. İlâ âhir de böyle bulunacaktır. Zira ki insanların gözü, hakâyıkı görmekte arpacık soğanı kıymet ve nisbetindedir." Beşinci bölümde Simurg kuşunun sırtında kainatı keşfe çıkan Raci Yıldızlara, Marsa, Jüpitere ulaşıyor ve buraları dünya yüzü ile karşılaştırarak gerek şaşkınlık gerek aşinalık yaşıyor. Tüm bu keşiflerden her şeyin aslında aynı kaynaktan geldiğine, her şeyin bir ve tek şey olduğuna kanaat getiriyor. Simyacı kitabında da buna benzer mesajlar vardı ve bu tarz mesajlar Simyacı kitabında olduğu gibi Amak-ı Hayal'de de temel mesajlar arasında yer alıyor. Raci, keşfettiği her şeyin tek bir şeyi çağrıştırdığını düşünürken kainatı bu gördükleriyle sınırlı sanıyordu fakat Simurg ona kainatın sadece küçücük bir zerresini keşfedebildiğini söyleyince Tanrı'nın azametine bir kez daha kani oldu. Fakat bu Tanrı'nın azametine şahid olmak için bu alemleri keşfetmeye gerek bile yoktur, boşunadır. Çünkü zaten yaşadığımız dünya Tanrı'nın azametini bize göstermek için yeterlidir. Aynalı'nın dediği gibi "Maye Vahid olduktan sonra pire de bir fil de bir." Görmek isteyen pireye bakarak da file bakarak da O'nu görür. Her şey O'dur. Altıncı gün Raci amakıhayale devam ediyor ve bu kez bir şehzade olarak tebasına musallat olan Anka adında bir canavarı alt etmek üzere yedi yıllık bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuğun ardından Anka'nın soracağı suallere dair doğru cevaplar yazılı olan bir levhayı ele geçiriyor ve böylelikle tebayı bu zilletten kurtarıp padişah olduktan sonra rüyadan uyanıyor. Yedinci gün Raci derin hayalinin seyredişinde bu kez Taberi Tarihi'nde geçen Cablika ve Cablisa denilen ve cennet cehennem gibi yorumlanacak iki şehrin bahsi geçiyor. Cablika cehennem gibi insanların farklı şekillere büründüğü, Cablisa ise insanların normal şekillerde olduğu şehirdir. Bu bölümde Raci içinde bulunduğu Cablika şehrinden Cablisa'ya bir yolculuğa çıkıyor. Sekizinci gün Raci amakıhayalde Brahmanla tanışıyor. Burada Racinin amacı "muammayı ebedi"yi yani ruhun hakikatini bulmaktır. Bunun için ölmesi lazım gelir ve buna razı olur. Kendisini ölüme teslim eden genç Nur Dağı'na gittiğinde yeni doğmuş bir bebekten bu ruhun hakikatine ulaşmanın şeriatine vasıl olur: "Ademle vücudun şey-i vahid olduğunu ispat etmek." (Her şeyin bir ve tek şey olmasına dair...) Dokuzuncu gün amak-ı hayale dalan Raci'yi yine bir meclisin önünde bir şeyler ararken buluyoruz. Bu kez Raci hayattan saadet alamadığından şikayetçi ve saadetin ne olduğuna vakıf olmak istiyor. Mecliste hazır bulunanlar onun derdini çözmek istiyor ve saadetin ne olduğu yönünde bilgin ve peygamberlerin tariflerini bu beşeriyyete sunuyor. Bu cevaplardan sonra sinirlenen Buda Raci'ye saadetin Nirvana olduğunu, bunun da "hayatı olduğu gibi kabul, eskaline rıza ıslahına sa'y’a (çalışmaya)" bağlı olduğunu söylemektedir. İkinci kitap, Raci ve onun Sami adlı bir eski arkadaşı arasındaki mektuplaşmayla başlıyor. Bu bölümde artık Raci, sufiyane bir hayata başlamış ve Allah’a varınca dünyadan el etek çekmiştir. Sami, arkadaşının hayatın anlamına erişme derdinin bir hastalık ve delilik olduğunu arkadaşına bildirerek bu dertten kurtulmasını rica ederken, Raci ise bu amaç doğrultusunda çıktığı yolda çektiği eziyetlerin kendisine acı değil zevk verdiğini ve asla bu yoldan vazgeçmeyeceğini arkadaşına bildirir ve arkadaşından kendisini rahat bırakmasını ister. İşte “alemin sırrını anlamanın peşine düşenler”, aleme kayıtsız olanlar tarafından her zaman böyle delilik ve boş işle iştigalle suçlanmışlardır. Asıl deliliğin kendi kayıtsızlıklarında vuku bulduğunu anlamadan... Belirtildiği üzere bu bölümde Raci bir ermiş mertebesine yükselmiş bulunmaktadır. Fakat sonraları deli olduğu gerekçesiyle tımarhaneye yatırılır. Bu tımarhanede öncesinde kaybettiği Aynalı Baba ile karşılaşır. (Belli ki insanlar hakikatin sırrına erişen herkese deli gözüyle bakıyorlar...) Bu arada Raci’nin tımarhanede yaşadığı birkaç anıdan söz edilir. Bu anılardan birisi makam ve mevki hırsını, birisi Kur’anı okuyanların da dinleyenlerin de çoğunun Kur’an’ı anlamaktan aciz olduğunu, birisi de halkımızın bir kısmının her şeyi bildiğini sanıp çevresindekilere bilgiçlik taslayışını eleştirip alaya almaktadır. Yeni bir manzume-i hayalat bölümünün ilk amak-ı hayalinde Raci, evli mutlu ve çoçuklu bir hayat sürmektedir; fakat bu saadetin sonunun da elbet ölümle geleceğini düşünmek aklını kemirmektedir. Bir tesadüf eseri o sırada Brahman ab-ı hayat (ebedi hayat) suyunu aramaya çıkacaktır ve onunla beraber bu suyu aramak isteyen herkes gidecektir. Bunu duyan Raci ab-ı hayatı aramaya çıkar. Bu yolda karşılaştıkları yaşlı bir adam ebedi hayat suyundan içmiştir ve bir hasbihale başlayarak “ölümün öneminden, ölümsüz bir hayatın zevksizliğinden, ölümsüz olduktan sonraki pişmanlığından” dem vurmaktadır. Bunu duyan Raci yere yıkılır ve ölümsüzlüğün ne denli yaşanılmaz olduğunu, asıl anlamın bu geçici dünyaya gelip gitmekte olduğunu anlar. İkinci amak-ı hayalde görünen o ki Raci çok mutlu bir hayat yaşamakta fakat bu hayatın monotonluğundan sıkıldığını dile getirmektedir. Yani bir nevi insanın o her halden şikayetçi olan doymak bilmez nefs ve isteği yüz göstermektedir. Daha heyecanlı bir hayat yaşamak isteyen Raci’ye sonunda bir zat gelerek böyle bir hayatın kendisine verileceğini fakat ondan önce nasıl bir hayatı nasıl bir hayata tercih ettiğini göstereceğini haber verir. Raci bu Söz konusu hayatı izledikten sonra anlar ki yaşamakta olduğu hayat en yaşanılası hayattır. Üçüncü hayalde Raci bu kez kendisini Olimpus Dağı’nda koyun güden bir çoban olarak tahayyül etmektedir. Bu çoban yine saadet hissinin peşine düşmüştür ve iskelete benzer birisi yanına gelip saadetin cahillik ve gaflette olduğunu söyledikten sonra bir anda yok olur. Dinî referans sırasıysa bu kez Yunan tanrılarına gelmiştir. Raci, Dionysos, Zeus, Hera ve Afrodit gibi tanrılarla karşılaştıktan bir süre sonra Zerdüştiliğin Hürmüz’ü de çıkagelir. Bu farklı dinlerin farklı tanrıları karşı karşıyayken birbirlerini çekiştirmekten geri durmazlar. Bilahare daha önceki iskelet benzeri zat ortaya çıkar ki bu da Buda imiş  böylelikle üç farklı dinin ulvi kişilikleri karşı karşıya gelmiş olur. Bu üçlü arasında hararetli bir konuşma döndüğü sırada özellikle Nirvana’ya özel bir nitelik aftedilirken Raci gözünü açar. Dördüncü seyranda Raci bir sosyalist, sosyolog olup çıkmıştır. Çeşitli eserler telif eder ve diğer içtimaiyyata dair eserleri olan müelliflerle tanışır. Ortak kabul ettikleri “sınıfsal farklılıklar”a dair sorunlar hakkında hepsinin bir çözüm önerisi vardır. Ne var ki herkeste bir kurtuluş formülü olmasına rağmen alem bu tarz problemlerden hiçbir zaman arındırılamamıştır. Bu bölümde bu tarz sosyalist emellere bir iğneleme var gibi. Beşinci hayalde Raci berzah-ı aleme yükseliyor ve orada Sokrat, Platon, Pisagor gibi filozoflarla karşılaşıyor. Bir de bakıyor ki bu filozoflar burada da düşünmekten vazgeçmemişler. Raci, bu kişilerin dünyevi ve kişisel sorunların pençesinden bu alemde de kurtuluşu olmadığını anlamıştır. Zeyli (ek) amak-ı hayal altıncı hayalle başlıyor. Altıncı hayalde Raci karıncaya dönüşüyor. Karıncaların arasına girdikten sonra onların da insanlar gibi fakat insanlardan daha ileri bir içtimaiyyata, sosyal düzene sahip olduğunu, daha sistematik bir hayat yaşadıklarını görünce şaşırır. Onların, insanlardan daha ileri olan eğitim olanaklarına, ahlâk kurallarına, sorumluluk bilincine vs. Sahip olduğunu anlar. Bu aktarımlar her ne kadar olağanüstü olarak gözükse de insan olarak bizler gerçekten de bir karınca sürüsünü incelesek bu tarz durumların ve özelliklerin onların içinde gerçekten yer ettiğinin farkına varırız. Küçük bir ekmek kırıntısını taşıyan bir iki karınca elde ettikleri bu yemeği hiç çekinmeden bütün dostlarıyla paylaşırlar. Bu aslında insanda da olan karşılıklı yardımlaşma duygusudur fakat insandaki bu duygu köreltilmiştir. Bu hikâyenin sonunda Raci bir karınca-insan olarak karıncaların yaşadığı tebessüm ettirecek bir olayı anlatıyor. Buna göre Raci karıncalar alemindeyken karıncaların bir sorunu olduğunu görür. Bu sorun karıncaların yağmur gibi bir olaydan muzdarip olmasıdır. Bu olay her gerçekleştiğinde karıncalara türlü zorluklar yaşatmaktadır. Bir karınca-insan olan Raci, insanî özellikleri sayesinde bu olayı gözleyince karıncaların yağmur tarzı sandığı şeyin aslında bir hayvanın bevlinden kaynaklandığını görür. Yani bu hayvan bevledince alttaki karıncalar için bir yağmur edası verir ve onlara zarar verir. Durum böyle olunca Raci bu olaya ve karıncaların hallerine tebessüm eder. Belki de yükseklerde bir yerde biz insanları seyreden ulvi varlıklar da bizim hal ve hareketlerimizi gözleyerek tebessüm ediyordur...  Yedinci hayal tam bir Leyla ile Mecnun hikayesi. Raci kendisini yine bir padişahın oğlu olarak buluyor. Her şey yerli yerindeyken bir gün Raci bir hüzün hastalığına tutulur. Buna bir aşk hastalığı denir ama ortada aşık olduğu bir kimse de yoktur. Durumu düzeltmek adına her çareye başvurulur ama sonuç çıkmaz. Sonunda Raci, bir sandık vasıtasıyla Cabelsa şehrinden olan bir kızın fotoğrafını görerek ve altındaki notu okuyarak bir sevdaya düşüyor ve kızı bulmak için yola çıkıyor. Cabelsaya vardıklarında bu kızın da bir padişah çocuğu olduğu anlaşılıyor. Padişahın kızı gelen taliplilerine sorduğu sorulara cevap alamadığı için hiçbirisine evet dememiştir ve sıra Raci’ye gelmiştir. Padişah Raci’ye durumu anlattıktan sonra bu işten vazgeçmesini, yoksa eğer kızı tarafından kabul edilmezse diğerleri gibi acıdan heba olacağını bildirir. Ama ne var ki Raci kızı görmekte kararlıdır. Kararlılıkla kızın karşısına çıkar ve kız buna soruları yöneltir. Tam sorular yöneltildiği anda kız peçesini açıp yüzünü gösterince Raci bu meşakkatli hayalinden uyanır. Hakikaten, elif mi noktadan, yoksa nokta mı eliften çıktı? Sekizinci hayal yedinci hayalin devamıdır. Raci bayıldıktan sonra gözünü açtığında kendi şehrinde getirilmiştir. Bu arada Ayn-i Aşk da bayıldığı için onu da oraya getirmişlerdir. Raci bu kızın sorduğu soruları hatırlayına bunlara nasıl cevap bulacağını düşünür ve refiki olan kahinin yardımıyla bir mezarlığa ulaşırlar. Orada işlerine akıl sır ermez yedi kişi bulduktan sonra bunlara sorularını danışmak isteseler de bir türlü cevap alamayınca bir süre orada beklemeye karar verirler. Tam kırk günün sonunda bu kişiler kendi aralarında bir sohbete girişerek tam da Ayn-i Aşkın sorduğu sorulara yanıt olacak bir soru cevaba girişince Raci durumdan hoşnut olarak uyanır. Bu son bölümün devamı olarak Aynalı Baba’nın ölümü anlatılır. Ve daha sonra Aynalı Baba’nın Raciye bıraktığı bir cep defterinin içindeki fıkralardan bazısı okuyucuya sunulur: “Saadet” fıkrasında şeyh, imam ve marangoz olarak üç zat anılır. İmam kendisini çok dindarmış gibi gösterip alttan her türlü mülevvesliği yapan birisi olarak, şeyh ise babasından aldığı mesleki mirasla güya cin çıkartma vs. Gibi işler sayesinde refah içinde yaşayan ama cin çıkartmak bir yana cinlerden korkan bir zat olarak tasvir edilir. Anlaşılan odur ki burada hem imamın hem şeyhin sahtesine dair ağır bir yergi ve istihfaf vardır. Üçüncü zat olan marangoz ise Hamdun Ağa adında mahir bir ustayı anlatır ki bu, sıradan bir vatandaştır ve ekmeğini taştan çıkarır. Oğullarını yanında istihdam ederek hayatı öğretir ve kazandığı paraları işletişi “Allah yolunda harcamak” deyimiyle birebir uyumludur. Yaşadığı hayatsa “nasıl bir hayat yaşamalı?” sorusuna tam bir cevaptır. Belli ki burada eğlencesine düşkün bir imam, zevk-ü sefa içinde yaşayan bir şeyhtense sıradan bir emekçi marangozun topluma daha fazla faydası olduğuna dikkat çekmek istenmiştir. “Bir Kahve Alemi” fıkrası insanlarca deli olarak nitelendirilen Aynalı Baba’yla çeşitli mesleklerde iştigal eden zatlar arasındaki zevkli anlardan ibaret. Bu kişiler Aynalı Baba’ya deli olarak muamele edip eğleniyorken, aslında Aynalı Baba da kendini deliliğe vererek bu insanların içine düştükleri komik haller dolayısıyla içten içe eğleniyordur. Nihayet ortama a’mâ bir dilenci gelir ve Aynalı Baba bu dilenci için etrafındakilerden para toplayıp dilenciye verir. Bu sırada masadakiler az önce deli sanıp alaya aldıkları Aynalı Baba’nın bu hareketinden dolayı büyülenmiş ve şaşırmışlardır. İçlerinden birisinin Aynalı Baba’ya yanaşıp asıl körlüğün ne olduğuna dair o veciz sözleri söylemesi idrake değerdir: “Azizim, bu pejmürde ve maskara kıyafet altında tam tahsil görmüş kâmil bir insan, büyük ve cömert bir yürek olduğunu görmemek için insanın hakiki a’mâ olması lazımdır.” İksir-i Şebab fıkrasında yetmişli yaşlarında bir beyin on beş yaşlarında bir kızla evlendirilmesi konusu geçer. Aynalı Baba bu izdivacın çok sevdiği beye zarar vereceğinin farkındadır ve ona bir iyilik etmek için gidip yaşlı bir erkek eşek bulur ve onu getirip bu yaşlı beyin evinin önünde tıpkı beyin kendisinin evlenirken bezeneceği gibi eşeği bezer. Bey tarafından Aynalı Baba’ya amacı sorulur. Aynalı Baba “küçük dişi eşeğimle çiftleştireceğim” cevabını verir ve bunun sonunun aslında erkek eşek için hiç hoş olmayacağını bildirir. Bu sırada durumu sezinleyen bey, kendi izdivacından vazgeçer ve işin sonunda kendisini hem kişisel hem de toplumsal olarak büyük bir rezaletten kurtardığı için Aynalı’ya teşekkürlerini sunar. Ona “Senin misalin ve musâhaben eseridir ki, âlemde insanların hususi âilelerinden mâadâ, bir de umumî âilesi ve bunun âlem-i insaniyet olduğunu anlamakla bahtiyarım.” Demesi dikkate değer bir sözdür. Bilahare bu bey bir süre sonra ölür. Kitabın sonunda daha önceki baskıda tahrif edilen bir kısım okuyucuya sunulduktan sonra kitap nihayete varır.
A’mak-ı Hayal
A’mak-ı HayalFilibeli Ahmed Hilmi · Ketebe Yayınları · 202116,7bin okunma
··1 alıntı·
1.273 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.