Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

292 syf.
10/10 puan verdi
Çağdaş İslam Düşüncesine Farklı Bir Bakış ve Kur’ancılık
Mustafa Öztürk'ün "Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur'ancılık" kitabı günümüzde İslâm'ı anlama noktasında farklı metotlara sahip olan akımları ve bu akımlardan geçmişle bağını tamamen koparan Kur'ancılık akımını incelemektedir. Bu kitapta Mustafa Öztürk, çağdaş İslâm düşüncesi adına kalem oynatan birçok kişiden önemli alıntılar yapmakla birlikte, incelediği farklı akımlara dair kendi yorumunu da katarak kitabı ciddi anlamda zenginleştirmiştir. Böylece söz konusu kitap, sırf nakil veya alıntılardan ibaret bir çalışma olmaktan kurtularak okuyucusuna farklı bakış açılarını görme imkânı sunmaktadır. SUNUŞ Öztürk, kitabını sunuş ve iki bölüm hâlinde oluşturmuştur. Sunuş bölümünde dogmatikleştirilen/eleştirilemez/kutsanmış düşüncenin kendini mutlak hakikat olarak kabul ettiğini ve bu durumun körlüğe sebep olduğu özellikle vurgulanmaktadır. Entelektüel kişinin kör inançlı değil, anlama ve kavramaya meyyal olması lazım geldiği belirtilmektedir. Çağdaş İslâm düşüncesinde üç farklı eğilim ortaya çıkmıştır: Muhafazakar, Batıcı ve Islahçı. Öztürk, çağdaşlık kavramına muhafazakar zihniyetin olumsuz, Batıcıların ise tamamen olumlu bir manada kullandığını söylemektedir. Muhafazakar zihniyetteki müslümanlara göre bugün olumsuz ve uzak durulması gereken bir durumdadır. Batıcılara göre ise şimdiki zaman ve gelecek, geçmişten daha iyidir. Yazara göre çağdaşlık "ne bütünüyle terakki ve temeddündür, ne de bütünüyle tedennidir." Öztürk'e göre çağdaşlık kavramına menfi veya müspet bir değer yüklenmemeli, yadsınamaz bir durum olarak görülmeli, bu durum içinde müslüman kalmanın imkanını aramak gerekmektedir. Yine yazara göre çağdaşlık kavramının zıddı ve tartışmalarda çağdaş durumun rakibi olarak sunulan ve övülen gelenek kavramı kutsi/dokunulmaz/kusursuz hâle getirilmemeli; gelenekçi değil, gelenekli olmak önemsenmelidir. Gelenek önemli ve vazgeçilmezdir; çünkü Kur'an'ı anlama, yorumlama ve asli manasını tespitte tarihten/gelenekten yararlanmak zorunludur. Ancak geleneği gerekli görmekle ona değer atfetmek farklı şeylerdir ve bunlar tefrik edilmelidir. Ayrıca Öztürk, Türkiye'de ilahiyatçı akademisyen ve kalem erbabı müslüman entelektüellerin (s. 9) "çok önemli bir kısmının modernizm, modernite, modernlik gibi konular/kavramlar üzerine yazıp çizdikleri neredeyse tamamıyla Batı üzerinden çağdaşlığı takbih, bize ait geleneği tebcil edebiyatı" olduğunu belirtmekte ve Batıcıların çağdaşlığa aşırı anlam yüklemesini şöyle eleştirmektedir: "Son dönem Osmanlı Türkiye'sindeki Garpçılık fikrinin ateşli temsilcileri ile günümüzün sıkı laikçi ve sekülerist çevrelere ait edebiyat ise büyük ölçüde din üzerinden gelenek eleştirisiyle farklı tonlarda çağdaşlık güzellemesinden ibarettir." BİRİNCİ BÖLÜM - İSLAM DÜŞÜNCESİNDE ÇAĞDAŞLIK Birinci bölüm "İslam Düşüncesinde Çağdaşlık" başlığını taşımaktadır. Bu bölümün iki alt başlığı bulunmaktadır. Bunlardan ilki şudur: "Çağdaş İslam Düşüncesine Genel Bir Bakış". Çağdaş İslam düşüncesinde üç farklı eğilim ortaya çıkmıştır. Bu eğilimlerden ilki Batı'yı kökten reddeden, İslâm'ın bekasının yenilikle değil, aslilik ve sabitlikle kaim olduğunu, bugün ve gelecekte karşılaşılması muhtemel bütün problemlerin nasslarda ve önceki nesillerin ilmi müktesebatında çözüme kavuşturulduğunu, bize düşenin bu zengin mirası adam akıllı araştırmak olduğunu söyleyen muhafazakar gelenekçi söylemdir. Bu eğilimin bazı temsilcileri şunlardır: Zahid Kevseri, Mustafa Sabri Efendi, Ahmed Davudoğlu, Hint alt kıtasından Nedvetül Ulema ve Diyobendiler. Batı ve Batı kaynaklı değerlere derin hayranlık duyan eğilim Batıcılık olmuştur. Bu eğilim, İslâm'ı irtica kalıpları içinde bir ayak bağı olarak algılamış, terakkiyi dinden kurtulmak olarak görerek dini değerlerden arınmış bir dünya görüşüne dayanmışlardır. Müslüman kalarak Batıya hayranlık duyan kişiler olmakla birlikte, radikal Batıcı olup, dini de savunan müslüman bir âlim veya akım İslâm âleminde görülmemiştir. Yani genelde Batıcı olanlar dinle bağını koparmış ve onu geri kalmanın asli unsuru görerek, Batı karşısında dini değersiz görme çabası içine girmişlerdir. Bunların çağdaş İslami düşünce içinde değerlendirilmesinin sebebi söz konusu akımın müslüman topraklarında çıkması dolayısıyladır. Bu akımın temsilcileri arasında şunlar zikredilebilir: Doktor Abdullah Cevdet, Baha Tevfik, Kılıçzade Hakkı, Beşir Fuad, Salih Zeki, Ahmed Rıza, Prens Sabahaddin, Celal Nuri, Şibli Şümeyyil, Farah Antun. İslâm dünyasında ortaya çıkan üçüncü eğilim, Batı'ya mukabelede en yaygın şekilde kendini gösteren, kendi içinde birçok farklılık gösteren, müslümanların kriz hâlinde olmalarının dinden değil, geleneksel din anlayışından olduğunu düşünen Islahçılıktır. Bu akım İslâm düşüncesinin ana damarını oluşturur. Bu akımın İslâm ülkelerinin birçoğunda taraftarı vardır. Bunlardan bazıları şöyledir: Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Tunuslu Hayreddin Paşa, Said Halim Paşa, Seyyid Ahmed Han, Şibli Numani, Muhammed İkbal, Fazlur Rahman, Muhammed Tabatabai, Murtaza Mutahhari, Ali Şeriati, Gaspıralı İsmail Bey, Musa Carullah Bigiyef, Rızaeddin bin Fahreddin, Ahmed Emin, Hasan Hanefi, Mahmud Muhammed Taha, Malik bin Nebi, Cabiri. Bu akımdakiler yeniyi övmüş, eskiyi genelde kötü görmüşlerdir. Selefi Akılcılık ve/veya Neo-Selefilik İslâm düşüncesindeki ıslah projesini en güçlü şekilde ortaya koyan Mısır merkezli neo-selefi akımdır. Yazara göre selefiliğin yeniden canlanması şöyle olmuştur (s. 19): "İslam düşünce tarihindeki ilk mümessilleri Evzâî (ö. 157/ 774), Süfyan es-Sevrî (ö. 161/777), Leys b. Sa'd (ö. 175/791), İmam Şâfiî (ö. 204/820), İshâk b. Râheveyh (ö. 238/853) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) gibi Ehl-i Hadîs (Ashâb-ı Hadîs) ulemasından oluşan ve hicri III-IV. asırlardan itibaren Hanbeli âlimlerce temsil edilen, daha sonraki dönemlerde aynı hat üzerinde varlığını sürdüren Selefilik, İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ile meşhur öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751/1350) tarafından sistematik bir yapıya kavuşturulmuştur. Bildik anlamda bir mezhep olmaktan ziyade, İslam'ın erken dönemlerinde bilhassa akaid alanında benimsenen metodolojik yaklaşıma paralel bir anlayış tarzına karşılık gelen Selefilik, XIX. yüzyıldaki ıslah-tecdit söylemleriyle yeniden canlanmıştır. "İslam dünyasının Batı karşısında mağlup duruma düşmesinin sebepleri ve bu kötü durumdan çıkış yolları aranırken birçok müslüman ilim ve fikir adamı, mevcut durumu dinin aslî hüviyetini tarihî tecrübe içerisinde kaybetmesinin ve aynı zamanda temel dinî metinlerin (nass) yanlış yorumlanmasının mukadder bir sonucu olarak değerlendirmiştir. Buna göre ilk asırlardan sonra dine çeşitli hurafe ve bid'atler sokulmuş, ulema arasında taklit zihniyeti yaygınlaşmış, nassların ve diğer aslî kaynakların yerine fakihler, kelamcılar ve müfessirlere ait şahsi görüş ve kanaatler önem kazanmış, tasavvuf ve tarikatlar halkı miskinleştirip tembelleştirmiş ve bütün bu sorunlar İslam dünyasının gerilemesi ve ehl-i küfür karşısında mağlup/mahcup duruma düşmesi gibi bir sonuca müncer olmuştur. Bu kötü durumu iyiye tahvil etmek ve tarihin akışını yeniden müslümanların lehine çevirmek için hem saf İslam'a, yani Kur'an ve Sünnet ile Selef-i Sâlihînin yoluna dönmek, hem de dinî düşünceyi ıslah etmek kaçınılmazdır." Görüldüğü üzere Batı karşısında mağlubiyetin sebebi olarak şunlar ön plana çıkartılmıştır: Dinin asli hüviyetinin bozulması, nassın yanlış yorumlanması, taklit zihniyeti ve tasavvuf. Mustafa Öztürk'e göre Vehhabilik ile Neo-Selefilik birbirinden ayrı akımlardır. Neo-Selefilik yukarıda bahsedildiği kadarıyla bir tecdit projesi olup, dini düşünceye karışan yanlışlıkları temizlemeyi amaç edinir. Ancak Vehhabilik, tekfir, dışlamacılık, dini metinleri literal okuma, müdahalecilik, ölçüsüz bir şekilde cinayet işleme potansiyeli, kabir tahripçiliği ve modern icatlara tepkileri ile selefilikten ziyade modern Haricilik görünümündedir. Neo-Selefi çizgi de maalesef Muhammed Abduh ve Reşid Rıza'nın ortaya koyduğu çizgiden saparak radikalleşmeye başlamıştır. İhvanı Müslimin, Cemaati İslami gibi kurumlar selefiliği bir ideoloji hâline getirmiştir. Bugünkü selefiler radikal, lafızcı, şekilci, tarihi tecrübeye bidat diyen, tahammülsüz ve toleranssız bir hâle gelmişlerdir. Mustafa Öztürk'e göre Türkiye'de selefiliğin yaygınlaşmamasının bazı sebepleri şunlardır: Selefiliğin Vehhabilik ile ilişkilendirilmesi, tasavvuf kültürünün Türk İslâm kültüründe vazgeçilmez bir yere sahip olması ve Osmanlı geleneğinde medrese ile tekkenin beraber yürümesi. İslamcılık ve Türkiye İslamcılığı "İslamcılık, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ittihâd-ı İslâm fikri etrafında şekillenen ve ilk olarak Namık Kemal (ö. 1888), Ali Suavi (ö. 1878), Ziya Paşa (ö. 1880) gibi isimlerin temsil ettiği Yeni Osmanlılar arasında gündeme gelen, II. Abdülhamid devrinde Osmanlı Devleti'nin bekasını teminde önemli fonksiyon icra edebilecek faydacı bir politika unsuru olarak görülen, II. Meşrutiyet'ten son ise daha çok ıslah/tecdit çizgisinde sürdürülen bir düşünce hareketidir. Mısır ve Hint alt kıtasındaki ıslah hareketlerinin katkılarını muhtevi bir fikrî geleneğe de sahip olan ve II. Meşrutiyet'ten sonraki basın ve fikir hürriyeti atmosferinde Sırât-ı Müstakim-Sebilürreşâd, Beyânülhak, İslâm Mecmuası, Volkan gibi çeşitli gazete ve dergilerin sütunlarında meramını ifade imkânı bulan İslamcılık, doğuş evresinde ilkin İslam'ın genel prensiplerini ve evrensel mesajını XIX. yüzyılın yeni modellerine göre yorumlama eğilimi olarak kendini göstermiştir." (s. 23-24) İslamcılar ilk olarak demokrasi yerine meşveret, parlamento yerine şûrâ, seçmenler yerine ehli hal vel akd gibi kavramları kullanarak Batı'nın siyasal ve sosyal alanda ortaya çıkardığı kavram ve kurumları kabul, red veya değiştirme yoluna gittiler. "Her ne kadar modern anlamda ideolojik bir hareket hüviyeti kazanmamış ve doktriner bütünlük arz eden bir tanımı yapılmamış olsa da İslamcı fikriyatın genel çerçevesi inanç, ibadet, ahlak, felsefe, idare, siyaset, iktisat, hukuk, eğitim alanlarında İslam dinini bütün bir hayat nizamı olarak yeniden hâkim kılarak müslümanları medenîleştirme, İslam âlemini geri kalmışlıktan, Batı hâkimiyetinden, müstebit idarecilerle keyfî yönetimlerden kurtarma, dinî düşünceyi taklit, hurafe ve bid'atlerden arındırma gibi dinî, siyasî, ilmî çözüm arayışları şeklinde değerlendirilebilir. Buna göre İslamcılığın belli başlı görüş ve iddiaları şöyle özetlenebilir: (1) İslam, modern ihtiyaçları karşılayacak, modern gelişmeler karşısında insanın dünyaya bakışını tayin edecek, değişmeleri açıklayacak ve hayatın her alanına hâkim kılınabilecek evrensel bir muhtevaya sahiptir. İslam, bu geniş siyasî-içtimai muhtevasını kutsal bir kaynaktan sağlamakla birlikte aklen de temellendirilebilir bir dindir. (2) İslam, tüm modern gelişmelere açık bir dindir. Çağın getirdiği yeniliklere kolayca intibak edebilir. Terakkiye mani olmayıp bizzat terakkiyi emreder. (3) Batı birçok yönden üstün konumdadır. Müslümanlar Batı'yı üstün kılan modern bilim, teknik ve medeni usûlleri alarak kendi toplumlarını kalkındırmak zorundadır. (4) İslam, tüm müslümanlar için Batılı milletler gibi bir milliyet prensibi getirmektedir. Müslümanlar bu prensip etrafında birleşerek siyasî bir topluluk oluşturabilir." (s. 25) "İslamcılar fikir hayatındaki geriliğin çaresini Kur'an ve sünnetten oluşan iki temel kaynak ile selefi akideye yönelmekte görmüşlerdir." (s. 26) Onlar modern zamanın gereklerine uygun geliştirilen görüşleri dini metinlerle desteklemiş, din-bilim, akıl-nakil çatışmasının yok olduğunu göstermek için determinist izahlar yapmış ve kendi izahlarına uymayan görüşleri reddetme eğiliminde olmuşlardır. İncelemenin devamı var; ancak 1000Kitap devamını galiba uzun olduğu için koymama izin vermiyor. İncelemenin devamını okumak için yorumdaki linke tıklayınız:
Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur'ancılık
Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur'ancılıkMustafa Öztürk · Ankara Okulu Yayınları · 201331 okunma
·
618 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.