Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şiir ve Felsefe-Zeka
Zeka tefelsüfe mâildi... Muttasıl düşünür. Okur, okur ve hatmettiği resâ'ilden Birer hûlâsa-i hikmet yapardı; sonra gelen Gelen geçen ne kadar âşinası varsa tutup Mütâ'alâtını söyler: Filân nasıl düşünür, Nasıl yazar, nasıl icmâl ü içtihad eyler, Bütün bu şeyleri tekrâr ederdi... Gâh unutup Gurûr-u hikmeti, şâirlenirdi; ben ekser Onun bu hâlini tercih eder de beklerdim Ki bir neşîde sünûh eylesin hâyâlinden. O gün şi'rini elbet gelir okurdu bana: "Bu şi'ri fikrime kimdir bilir misin mülhim?" "Hakikat... Âh hakikat! Onun zılâlinden "Vücûda gelmişe benzer hayât, rûh, zekâ. "Ne der güzelliği ta'rif ederken Eflatun: "Güzel, hakîkatin enmûzec-i letâfetidir... "Bu söz bu işte hakîkatların hakîkatidir. "Hakîkat, âh hakîkat; onunladır meşhun; "Bütün şu âlem-i câmid; o bir nefes gibidir "Ki her vücûd-u cemâdiye bir hayât verir; "O bence rûh-u şû'ün-âferîn-i hilkattir. "Oku, önündeki manzûme bir hakîkatdir; "Hayâle benzetiyorsun, ya anlamazsın ki... "Bu bir hakîkat-i mül'im, bir hakîkat-i mübkî! "Şi'r demem, ne için yazdığım neşîdelere? "Ya şi'ri bir tutuyorlar, hayâl-i bâtıl ile; "Benim hakîkata hasrettiğim büyük esere "Geçende -şi'r- diyorlardı birtakım cehele..." Yolunda bir de harâretli nutk edip îrâd "Şi'r" değil diye bühtân ederdi ber-mu'tâd... Hâyal i his ile mâlî güzîde bir gazele... Evet bu dâr-ı hakâyıkta her eser mutlak Şikâr-ı nâhûn-i tenkîd olur; zekânın da Günün birinde bütün sânihâtı yoklanacak, Ve hep o felsefe hulyâları miyânında Hayâtının kalacaktır yegâne mâ-hasali Hayâl u his ile mâli bir güzîde gazeli..!
Sayfa 15 - Akçağ
·
5 görüntüleme
blueman okurunun profil resmi
Tefelsüf: (ﺗﻔﻠﺴﻒ) i. (Ar. felsefe’den tefelsuf) Filozoflaşma, filozof gibi sözler söyleme ~Zeka tefelsüfe mâildi: Zeka filozoflaşmaya, filozof gibi hareket etmeye maildi, eğilimliydi. Neşide: (ﻧﺸﻴﺪﻩ) i. (Ar. neşіde) 1. Şiir, manzûme. 2. Mûsikî parçası, nağme, ezgi. Sünûh: (ﺳﻨﻮﺡ) i. (Ar. sunūḥ) Akla, hatıra gelme, içe doğma. ѻ Sünuh etmek (eylemek): Akla, hatıra gelmek, içe doğmak Mülhim: (ﻣﻠﻬﻢ) sıf. ve i. (Ar. ilhām “kalbine telkin etmek”ten mulhim) İlham eden (kimse veya şey): Enmuzeç: (ﺍﻧﻤﻮﺫﺝ) i. (Fars. numūde “görülmüş, gösterilmiş”in Arapçalaşmış şekli enmūzec) 1. Örnek, numûne, misal. 2. Bir cinsin ana vasıflarını kendinde topladığı için örnek kabul edilen şey veya kimse [XIX. yüzyılda tip karşılığı olarak kullanılmıştır] ~Enmuzec-i latife: En güzel örnek, temsil. Meşhûn: (ﻣﺸﺤﻮﻥ) sıf. (Ar. şaḥn “doldurmak”tan meşḥūn) Dolu, dopdolu, memlû, mâlâmal. Câmid: (ﺟﺎﻣﺪ) sıf. (Ar. cumūd “donmak”tan cāmid) 1. Cansız Şu'un: (ﺷﺌﻮﻥ) i. (Ar. şe’n “iş, durum”un çoğul şeklişu’ūn) İşler, olan şeyler, olaylar, hâdiseler Aferin: (ﺁﻓﺮﻳﻦ) sıf. (Fars. āferіden “yaratmak”tan āferіn)Sonuna geldiği kelimelere “yaratan, yaratıcı” anlamı katarak Farsça usûlüyle birleşik sıfatlar yapar *rûh-u şû'ün-âferîn-i hilkattir: Şeylere yaratılışın özünü bahşeden (?) Mül'im: (ﻣﻮﺌﻟﻢ) sıf. (Ar. іlām “elem vermek”ten mu’lim) Üzen, üzücü, elem ve keder verici) Mübkî:(ﻣﺒﻜﻰ) sıf. (Ar. ibkā’ “ağlatmak”tan mubkі) Ağlatan, ağlatıcı) Bühtân: (ﺑﻬﺘﺎﻥ) i. (Ar. buhtān) Bir kimseyi yapmadığı bir şeyi yapmış olmakla itham etme, iftirâ:. Ber-mutad: (ﺑﺮﻣﻌﺘﺎﺩ) zf. (Fars. ber- “üzere” ve Ar. mu‘tād“alışılmış” ile ber-mu‘tād) Âdet olduğu üzere, alışıldığı gibi, her zamanki gibi mâlî: (ﻣﺎﻟﻰ) sıf. (Fars. mālі “çok, bol”) Dolu, memlû. Nahun: (ﻧﺎﺧﻦ) i. (Fars. nāḫun) Tırnak ~Şikâr-ı Nâhun-ı Tenkid: Tenkidin pençelerinin avı olma. Sânihât: ﺳﺎﻧﺤﺎﺕ) i. (Ar. sāniḥa’nın çoğul eki -āt almış şeklisāniḥāt) Birden zihne doğan şeyler:) Meyan: (ﻣﻴﺎﻥ) i. (Fars. miyān) 1. Ara, orta, vasat. ~Felsefe hûlyâları miyânında: Felsefe hayallerinin, hulyalarının ortasında, arasında. Ma-hasal: (ﻣﺎﺣﺼﻞ) i. (Ar. mā “şey” ve ḥaṣale > ḥaṣal “hâsıl oldu” ile mā-ḥaṣal) 1. Hâsıl olan, meydana gelen, elde edilen şey, sonuç, netîce.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.