Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

296 syf.
9/10 puan verdi
insanın Zaman ile Mücadelesi
“Geçmişin son kullanma tarihi olur mu?” “Eğer birinin hafızasında değilsek aslında var mıyız?” gibi daha birçok soruyla bizi düşündürtüyor roman. Zaman nedir? Bu soru belki de insanlık tarihinin açıklanması ve tanımlanması en zor sorudur. İnsan zamanı tanımlayabilmek, anlayabilmek, zaman karşısında yaşamını kolaylaştırabilmek için saat, takvim, gün, ay, mevsim gibi birçok şey oluşturmuştur. Peki tüm bunlara rağmen zamanı anlayabiliyor muyuz? En azından tüm insanlar için geçerli bir zaman kavramı oluyor mu bu? Söz gelimi hafızasının son on yılını kaybeden bir insan zamanın hangi evresini yaşamaktadır? Onun hafızası on yıl sonrasını yaşarken, bedeni tanımlanan şimdiki zamanda mıdır? İnsanlık tarihinde birçok sanatçı zaman kavramına değinmiştir. Einstein bunu ne kadarını açıklayabilmiştir. İnsanoğlunun uzay zaman ilişkisini ne ölçüde anlayabiliyoruz. Christoper Nolan’ın Intersteller (Yıldızlararası) filmini hatırlayalım. Orada uzaya çıkan insanlar yıllar sonra geri geldiklerinde kendi çocuklarının yaşlandığını görürler. Fakat kendileri hala gençtirler. Ya da film de zamanla ilgili geçen diyalogları düşünün? Salvador Dali’nin Belleğin Azmi tablosunu düşünelim, tabloda zamanı işleyişini. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü düşünelim. Bunun gibi daha birçok örnekle uzatabiliriz. Yani insan yaşadığı zamanda mıdır, yoksa geçmişinde kalmış bir anda ya da anlarda mıdır? Son örnek olarak After Life dizisini anımsayalım. Kahramanımız karsını kaybettiğinden dolayı sürekli geçmişteki anlarda kalmak istiyor. Bilgisayarında kaydettiği videoları izliyor her gün. Zihni sürekli geçmişte kalmış anlardadır. O zaman Toni’nin zamanı hangisidir? Gozpodinov çok sevdiğim bir yazar. Özellikle 2017 yılında ülkemizde yayımlanan Hüznün Fiziği romanındaki şu cümle ile hafızama kazındı. “Bir sineği öldürmekle bir fili öldürmek eşit ölçüde cinayet değil midir?” gün gibi hatırlıyorum kitapta bu cümleye rastladığım zamanı. Evet öyledir, demiştim. Aynı ölçüdedir. Fil daha büyük olduğu için, ölümü çok ses getirir ama sinek kimsenin umurunda olmaz. Fakat nihayetinde ikisinde de bir suç var, ikisinde de bir can alınıyor ve ikisi de eşit ölçüde cinayettir. İşte olaylara farklı bakan bir yazar. İnanılmaz sevinmiştim. Tabii şimdi Zaman Sığınağı’nı okuyunca karşıma bu sefer şu cümle çıktı: “Birkaç sineğin ölümü bir köpek, maymun veya ineğinkine göre çok daha kabul edilebilir, sizce de öyle değil mi? İnsanlar büyüklükten korkunç etkilenir.” Başka diyecek bir şey yoktu. Gülümsedim. Tabii Georgi Gospodinov’un tüm kitaplarında sinekleri görebilirisiniz. Onun için sinek özel bir canlı. Sonra Doğal Roman çıktı. Hüznün Fiziği’nin tadını vermese de yine de Gospodinov’un olaylara farklı bakışını sevmiştim. Tabii hayatımıza böyle yazarlar girince bir sonraki kitaplarını heyecanla bekleriz. Nihayet bu yıl Zaman Sığınağı ile Türk okurlarıyla buluştu. Kitabın adından da anlaşılacağı üzere, roman zamanla ilgilidir. Peki zaman sığınağı nasıl olur? Roman kahramanımız yazarın kendisidir. Gospodinov romanlarında kendisi kahraman olmayı sever. Aslında roman boyunca yazarın yaşadığı ikilemi yaşar okur da, Gaustin gerçekte kimdir? Yazar daha kitabın başında Gaustin’i uydurduğunu söyler. Ancak roman süresince, zaman gibi her şey birbirine karışır. Romanın bir yerinde bu karışıklığı şu şekilde vurgular: “Yazdığım sürece, kim olduğumu biliyorum, ama durduğumda artık o kadar emin olamıyorum.” Gospodinov romanında Thomas Mann’in Büyülü Dağ romanından ne kadar etkilendiğini görüyoruz. Büyülü Dağ da kahraman bir kliniğe birkaç günlüğüne gider ama bu gidiş sadece bununla kalmaz. Zaman uzar. Zaman Sığınağı’nda da kahramanı Avrupa da bir yolculuğa çıkar. Gaustin’i bulur ve onun fikriyle Demans ve Alzheimer hastaları için geçmiş klinikleri açarlar. Hafızasını kaybeden insanlar bu kliniklerde zamanı anlayacaklardır. Kliniği inşa etme fikirleri gerçekten çok güzel. Klinikte dönemlere ait odalar tasarlarlar. Altmışlar, yetmişler, doksanlar gibi odalarda insanlar geçmiş anılarına giderler. Romanın bu kısımlarında yazar bu hastaların hikayelerine de yer veriyor. Bazı hastalar geçmişlerinde daha önce hatırlayamadıklarını hatırlarlar. Ve tabii ikinci dünya savaşının insanlığa yaptığı kötülükleri de okuyoruz. Daha sonra bu odaları sığınağa çevirirler. Bir nevi zamanı burada tutma, zamanı ve anıyı burada yaşama olanağını edinirler. Zamanla bu fikir bütün Avrupa’ya yayılır. Avrupa’nın birçok yerinde Geçmiş Klinikleri, Zaman Sığınakları kurulur. Gaustin’in insan ve zamanla ilgili çok çarpıcı ve etkileyici notlarını okuyoruz romanın ilerleyen kısımlarında. Roman kahramanın elinde bulan bu notlar zaman zaman son derece etkileyici olabiliyorlar. “Sürekli geçmişi üretiyoruz. Bizler geçmiş fabrikalarıyız. Canlı geçmiş makineleri, başka neyiz ki? Zaman yiyoruz ve geçmiş üretiyoruz. Ölüm bile çözüm değil. İnsanın kendisi gider ama geçmişi kalır. Sonra tüm bu şahsi geçmiş nereye gider? Onu satın alan, toplayan, atan biri var mı? Yoksa rüzgârın sokakta savurduğu eski bir gazete gibi yuvarlanıp durur mu?” Gaustin’den ayrılıp ülkesi Bulgaristan’a döner roman kahramanı. Fakat zaman, çelişki, klinik, kendi, Gaustin hepsi birbirine girmiş gibi gelir. Gozpodinov’un iç çatışmalarını yansıtmayı sevdiğini biliyoruz. Şu alıntı bile tüm bunları açıklayabiliyor: “Yarısında terk edilmiş kanayan bir romanı tamamlamaya çalışıyordum” Zamanla kanamış bir romandır bu. Tabii romanda çok güzel göndermeler de var. Özellikle Anna Karenina’nın giriş cümlesine yaptığı nazire çok hoşuma gitti. “Tüm mutlu ülkeler birbirine benzer, her mutsuz ülke, yazıldığı gibi, kendince mutsuzdur.” romanda ne yok ki. Ülkesine dönünce roman iç çatışmalar ve bununla beraber Avrupa ve ülkelerin tarihine değiniyor. Kurulan kliniklerin etkilerini. Ve bizim sorgulamamız için başka birçok örnek ve muhteşem bakış açıları. “Mutluluk tarih kitaplarına girmez (oraya savaşlar, bozgunlar, ihanetler ve herhangi bir arşidükün kanlı katliamı girer), vakayinamelere ve yıl kayıtlarına da girmez. Mutluluk sadece abece kitapları ve yabancı dil konuşma kılavuzları, üstelik yeni başlayanlarınki içindir. Sadece orada herkes mutludur, güneş parlıyor, çiçekler mis gibi kokuyor…” Gerçekten de öyle değil mi? Neden tarih sadece savaşlardan oluşuyor? Belki de mutlulukla ilgili tarih yazılsaydı bu kadar çok savaş olmazdı. Mesela şu ülke şu şekilde mutluluğu, huzuru ve refahı elde etti ve şu şekilde yitirdi. Bunun gibi bir tarihi neden düşünmemiş insanlar. Doğası gereği ölüme yatkın olduğundan mı? Bilemiyorum. “Biz dünyanın kıyametiyiz. Bu anlamda kendi kendimizin de kıyametiyiz. Bu nasıl bir ironi?” diyor yazar. Evet, gerçekten de bu ne korkunç bir ironi. Romanın sonlarına doğru ki kendisi sonları hiç sevmez. Ama bir yerde sayfalar tükenmek zorundadır. Bir yerde başlanan bitişe ermek zorundadır. Ama Gospodinov kendi duygularıyla kitapta şöyle ifade eder: “Sonları hiç sevmemişimdir, hiçbir kitabın, hiçbir filmin sonunu hatırlamam, acaba böyle bir tanı var mıdır –sonları hatırlayamama bozukluğu?...Sadece başlangıçları hatırlıyorum.” Toplumla, insanlıkla, bireysel iç çekişmelerle ve tabi zamanla ilgili muhteşem bir roman. Gerçekten Georgi Gospodinov olaylara ve insanlara çok farklı bakabilen bir yazar. Bundan ötürü kalemini çok seviyorum. Umuyorum ki sonraki kitabı çok fazla gecikmez. Son olarak da şu alıntıyı bırakıyorum bu incelemenin sonuna: “Bir toplum ne kadar çok unutursa, birileri o kadar çok yedek bellek üretir, satır ve boşalan nişleri onunla doldurur. Hafif bellek endüstrisi. Hafif malzemelerden üretilmiş geçmiş, 3D yazıcılardan çıkmış gibi pilastik bellek. İhtiyaç ve talebe göre bellek. Legoların yeni hali -boş kısma tam uyacak farklı geçmiş modelleri sunuluyor. Tarif ettiğimiz şeyin bir tanı mı yoksa ekonomik mekanizma mı olduğu hâlâ belirsizliğini korumakta.”
Zaman Sığınağı
Zaman SığınağıGeorgi Gospodinov · Metis Yayıncılık · 0456 okunma
··
1 artı 1'leme
·
3.870 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.