Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kızların Suskunluğu
Kızların Suskunluğu
Kızların Suskunluğu- Pat Barker Çok övülmüş bir kitaba farklı bir bakış açısıyla yorum yapacağım. Kaç kere bırakıp yeniden başladım araya kaç başka kitap aldım derken nihayet bitti. Kitaba karşı fikrim yüzde elli/yüzde elli olduğundan bir türlü yarım bırakamadım da… Kitabın konusu Truva Savaşı, baş karakter Akhilleus fakat kurgunun savı, mitolojik bir destan olarak bilinen bu büyük savaşın görünmeyen yüzünü; intikam peşindeki erkeklerin değil onların gölgesinde kalan köle kadınların duygularını aktarmak. Akhilleus’u bir Kasap olarak adlandırarak her anlamda kölesi olan 19 yaşındaki Truvalı Briseis’in gözünden yaşanan acılar, yakınlarını, özgürlüğünü namusunu hatta süreçte adeta sesini kaybeden kadınlar anlatılıyor. Bu anlamda mitolojiye ve erkek zaferleri olarak tarihe geçen savaş denen şeye, feminist bir bakış açısı getirmiş. Kitaba yönelik övgüler de hep bu meselenin altını çiziyor. Buraya kadar aynı fikirdeyim hele üçüncü bin yılın şafağında çok başka bir insanlık düzeyinde olmamız gereken şu günlerde yine saçma bir savaşın komşusuyken… Tarihin yine mazlumların isimlerini yazmayacağına eminiz. Ayrıca Kızların Suskunluğu kitabından çok çok daha başarılı Ben Kirke’deki kadın gözünden anlatı, Madelline Miller’ın diğer kitabı Akhilleus’un Şarkısında tersine dönüyordu. İlk kitabıyla çelişir şekilde bu kez Akhilleus’u adeta bir ermiş, bir sanatçı, bir sevgi pıtırcığı olarak tasvir etmesini de savaş kaidelerine ters bulmuştum. Savaş savaştır ve savaşçılar katildir. Kızların Suskunluğunda ise Akhilleus mide bulandırıcı derecede cani bir katil olarak anlatılmış. Yani destandan tiksinirsin o derece kan, ter, irin, çamur ve insani dışkılar mevcut… 🙄 Fakat! Kitabın anlatım şekli resmen karışık sebze çorbası! Birinci kişi ağzından başlayıp hakim bakışla devam edip tekrar birinci ağıza tekrar hakim bakışa dönüyor ha dönüyor. Ortalardan sonra artık beynim sulandı, aynı yeri şimdi kim anlatıyor diye üstünden geçmek zorunda kaldım, bu şaka gibi bir acemilik. Truva hikayesini sevmesem asla tahammül etmez, kitabı atardım, o derece. Keşke editörün biri çıkıp bu böyle olmaz deseymiş yazara. Neyse… Hakkını yemeyim benzetmeleri ve cümle yapıları güzeldi. 3200 yıllık Truva Savaşını günümüzün hümanist ve feminist bakış açılarıyla alternatif bir kurgu şeklinde ele almak ise yine günümüzde herhalde ancak İngiliz yazarlara has bir ticari zeka örneğidir. Ben Kirke ile parlayan bir ‘alternatif mitoloji’ furyası var ve anlaşılan baya ekmeği yenecek bu türün. İyi de bahsi geçen coğrafyanın bir sakini olarak şunu sorarım, neyin alternatifi? -Benim bildiğim mitoloji zaten gerçek tarihin alternatifi. Yani gerçekte zaten Truva Savaşının yaşanıp yaşanmadığı bile şüpheli, yaşandıysa zaten muhtemelen aşk hikayesi değil ekonomik, Su Tanrıçasından doğma Akhilleus diye biri gerçek değil, Truva’da yaşayan, savaşan, ölen, köle alınan insanların isimleri gerçek değil… Yani alternatifin alternatifi, suyunun suyu. Öyleyse bu neyin duyarı? Hassas İngiliz kalbi üç bin önce Truva’da geçen vahşete çok mu kırılmış, yersen!.. Batılı tarihin ilk yazılı kaynağı olarak kabul edilen Homeros şiirleri, öyle büyüksün ki içinden onlarca kitap, şiir, dizi, film çıktı. Bunca eleştiriden sonra Pat Barker’ı değil, Homeros’u tebrik ederim.
··
304 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.