"BENİ SORARSAN
Beni sorarsan,
Kış işte
Kalbin elem günleri geldi
Dünya evlere çekildi, içlere
Sarı yaseminle gül arasında
Dağların mor baharıyla
Sis arasında
Denizle göl arasında
Yanımda kediler, kuşlar
Fikrimden dolaşıyorum
ÇİZECEK GİBİSİN
Neyimsin, neyinim, bir uç vermeden
Yabancı yabancı giriyorsun
Sende görünür olandan
Görünmezin umudunu aldım
Sanki iklimini odama taşıdım
Yanıldım mı, yetişir mi sandım
Bir çekirdekten bir asma
ÖTEKİ ZAMAN
Şeyler yolunda gitmediğinde
Öteki zamana geçiyorsun
Bir yıldız düşüyor dünyaya
Yer sarsılıyor birden
Ölü gözleriyle çocuklar
Ne çok kar ve rüzgâr
Unutulan nergis
Doğmayacak güneşi bekliyor
Dağlarda
Açıncaya kadar
DİNDİM
dinmek ne yok olmak
ne de susmak kaygılı
yeni yolculuklar için azık toplamak
bir limanda ya da bir dağ kahvesinde
giderken Kozaktan Bergamaya
ya da Artvin yolunda Yalnız Kahvede
mola vermek gibi
ekşimezse insan biriktirdiğiyle
şaraba dönüşür de
gün gelir hazır
HİÇ
İki bire borçlu varlığını
Bir hiç'e
ÇİLE
Ucu kaybolursa bir çile nasıl sarılır?
SES-GÖLGE
Elimdeki doğuştan kâse bildim bir şey beklemeye değildi AŞKtı mekâna sığmazdı kâseyi attım AŞKın şavkıdığı dünyayı istedim
bir bile değildim hiç oldum ne utanç kaldı ne korku ne bağ AŞKı istedim. öyle yürekten istedim, yürek eridi
kaygan biçimlere tutuldum biçim kaygım en kırık yanımdı AŞKI sesten olmuş bir gölgeye yükledim.
ten ayrı ve uzak durdu hayat koşum takımları düzgün gündelik talika ten alındı götürüldü, dışardan baktım o kendini yaşadı ben AŞK diye ses-gölgeyle kaldım.
Konuşmasındaki bu cümle çok anlamlı.
Savaşarak, birbirimizi yiyerek, yakıp yıkarak neyi kanıtlamak istiyoruz ki? Bir cezaevine çevrilen yerde mapus da tutukludur, gardiyan da."