Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

224 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Kader - Rastlantı - Olasılık ve İhtimaller...
1911 yılında İsviçre'nin Zürih şehrinde doğan, çağdaş İsviçre Edebiyatı'nın temsilcilerinden olan ve savaş sonrası edebiyatının Alman dilindeki en önemli yazarları arasında sayılan Max Frisch'in 1957 yılında yayımlanan en önemli eserlerinden biri olan Homo Faber'de zamane insanının durumu sorgulanmış ve romanda temel olarak iki dünya görüşü, iki ana karakterde temsil edilmiştir. Biri romanın anlatıcısı olan mühendis Walter Faber ya da Hanna'nın onu adlandırdığı gibi "Homo Faber", (Latince bir sözcük olan Homo Faber, en basit haliyle "teknik insan" anlamına gelmekte) diğeriyse sanat tarihçisi ve Walter Faber'in eski sevgilisi Hanna Landsberg ya da Walter'ın onu adlandırdığı gibi "Sanat Perisi". Romanın ana kahramanı olan Walter Faber, ellili yaşlarında ve Unesco için çalışan bekar bir mühendistir. Geri kalmış ülkelere teknik yardım götürmenin erdemine inanan ve işine son derece bağlı disiplinli bir teknik adamdır. Herşeyin mantık dahilinde bir açıklaması olduğuna inanan, istatistik, olasılık ve verilerin güvenilirliğini savunan, rastlantıya, kadere ya da yazgıya inanmayan Faber’in, New York’tan Caracas’a yapacağı iş seyahatinin daha başında çıkan teknik aksaklıklar, Faber gibi teknik bir adam için hazmedilemez bir durum olsa da, Faber’in dışsal bir yolculuk olarak başladığı bu seyahat aslında Faber’i zihinsel ve ruhsal olarak değiştirip, içsel bir yolculuğa dönüşecektir. Yolculuğun başlarında yanında oturan yol arkadaşı Herbert ile (ki daha sonra bir "rastlantı" sonucu onun eski ve yakın arkadaşı olan Joachim’in erkek kardeşi olduğunu öğrenir) olan isteksiz sohbetleri sebebiyle kendi iç dünyasına yönelir. İçsel monologları aracılığıyla aklın ve tekniğin üstünlüğüne inanan, makineye insandan daha çok güvenen, insanın aklı ve mantığıyla her şeyi planlayıp kurgulayabileceğine dolayısıyla da yaşamda rastlantıların ve yazgının yeri olmadığına inanan Faber, tam anlamıyla aydınlanma düşüncesinin ürünü olan modern ve teknik adamın 20. yüzyıldaki karşılığıdır. Gördüğünün doğruluğuna sorgusuz inanan, görmediği bir şeyin varlığına asla güvenmeyen bir teknik adamdır ve bu özelliğiyle de övünmektedir. Ancak yolculuk boyunca bitmeyen teknik aksaklıklar, Caracas olarak belirlediği rotasını defalarca değiştirmesine, farklı yönlere farklı şekillerde yaptığı yolculukların ve yepyeni karşılaşmaların ise Faber’i hiç ummadığı bir değişim sürecine sokmasına sebep olacaktır. Bu yolculuklar esnasında yine bir "rastlantı" sonucu gençlik aşkı Hannah ile yakın arkadaşı Joachim'in evlendiğini öğrenen Faber, okuyucuyu flashbacklerle gençlik yıllarına da götürecektir. Yolculuğunu tamamlayıp New York'a dönen Faber, bir başka iş seyahati yapacağı Paris'e gemiyle gitmeye karar verir ve gemide kendisine gençlik aşkı Hanna'yı hatırlatan yirmili yaşlarındaki Sabeth (Elisabeth) ile tanışır ve kıza yakınlık duymaya başlar. Sabeth, Faber’in aksine istatistiklere inanmayan, sezgileri ve duygusal heyecanıyla hareket eden biridir. Ancak kızın kendine has hareketlerinde, düşünüş ve konuşma biçiminde ve sezgisel algılayışında Faber’e tanıdık gelen bir şeyler vardır. Sabeth’le olduğu sürece eski sevgilisi Hanna’yı anımsar Faber. Hanna’nın sıradan bir kadından çok ötede, sezgiselliği, bireysel bağımsızlığını öne çıkaran tutumu, küçük şeylerden duyduğu büyük heyecanı, istatistiklere olan inançsızlığı, yazgıya ve kadere olan inancı Faber’in kafasında döner durur. Tüm bu düşünceler eşliğinde geçen 5 günlük gemi yolculuğundan sonra Paris'te de buluşan çift birbirlerine aşık olur ve birlikte İtalya'yı dolaşmaya karar verirler. İtalya yolculuğu esnasında yine "rastlantı" sonucu Sabeth’in, Hannah'ın kızı olduğunu öğrenen Faber, daha sonra rotayı Sabeth’in annesi Hannah'ın yaşadığı Yunanistan'a çevirir. Bir iş seyahati sebebiyle başladığı yolculuk, Faber’i, Amerika’dan çok uzak bir coğrafyada, küçük bir köy olarak nitelendirdiği Atina’da, tamamen "rastlantı" sonucu eski sevgilisi Hanna’yla karşı karşıya getirmiş ve gerçeklerle yüzleşmesine olanak sağlamıştır. Bütün bu olanlardan şaşkın olan Faber, yaşamının koca bir yanılgıdan ibaret olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır ve Faber’in dünya algısında büyük bir kırılma olur. Kesinliğini ve netliğini yitirip gider her şey. Gördüğünü sandığı kesinliklerin yalnızca bir yanılsamadan ibaret olduğu gerçeğiyle acılı ve sancılı bir yüzleşmedir bu aslında. Bu anlamda, aklın ve tekniğin girdabına kapılmış, modern insanın kendi özüne yabancılaşmasının trajik bir öyküsü olan Homo Faber, bir bakıma insanın bir makinenin çok daha ötesinde bir şey olduğu ve aksi yöndeki bir algının ölümcül bir yanılgıdan ibaret olduğu gerçeğine de bir övgü niteliğindedir. Teknik ile doğa, bilim ile sanat, akıl ile duygu, kader ile rastlantının karşılaştırıldığı eser, okuyucuyu "Hayattaki her şeyi konrol altına almak mümkün müdür?", "Gelecekle ilgili bütün olacak olayları istatistik, teknik ve matematik yardımıyla hesaplayıp bu "olasılıklar bütünü" yanında kendimizi güvende hissedebilir miyiz?", "Bütün bu hesaplamaların yanında, kader denen bir güç tarafından, hayatımız beklemediğimiz bir hale gelme riskinden kendini koruyabilir mi?" sorularıyla başbaşa bırakıyor. Kitapla kalın...
Homo Faber
Homo FaberMax Frisch · Can Yayınları · 2019346 okunma
·
630 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.