Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yazmaya Küstürülmüş Bir Yazar: Selçuk Baran
Momos Kitap Okuma Grubu'nda bu ay Selçuk Baran'dan Bozkır Çiçekleri'ni okuduk. Edebiyatımız için bir dönüm noktası olabilecekken edebiyat tekelimiz yüzünden küstürülmüş bir yazar var bence karşımızda. Bu değerli yazarın hayatı, eğitimi, edebiyat anlayışını kısaca derledik Momos'ca. Diğer ayın kitabına ve toplantı bilgilerine buradan da ulaşabilirsiniz: #159891373 Selçuk Baran, 7 Mart 1933 yılında Ankara’da doğdu. Babası, Vezirzade Hüseyin Talat Bey, Annesi Banazlızade ailesinin kızı Halide Hanım’dır. Baba Hüseyin Talat Bey 1930 ile 1934 yılları arasında Ankara’da Ziraat Müdürlüğüne bağlı zirai mücadele müfettişi olarak çalışmıştır. Hüseyin Talat Bey Ankara Ziraat Müdürlüğü görevini 1950 yılına kadar yerine getirmiştir. 30.06.1950 tarihinde kendi isteği dışında emekliliğe sevk edilen Hüseyin Talat Bey, kızı Selçuk Baran üzerinde derin izler bırakmıştır. Selçuk Baran babasının üzerindeki bu etkisini daha sonraki yıllarda şöyle anlatmıştır: “Büyük adamların ardından heykelleri dikilir. Küçük adamlarsa geride ya bir taş parçası ya da toprak bir tümsek bırakırlar. Ama büyüğünün de küçüğünün de kendi biricik hayatına verdiği değer aynıdır. Babam -bence- büyük adamdı. Yalnız kendisini sevenlerce önemsenen bir büyük adam… Aslında babamın, herkesin hayran olduğu o bilgece gülümseyişinin sırrını çözemezsen, yaşamın bir anlamı olmaz. İsterim ki, o bilgece gülümseyiş, bizler yaşlandıkça benim ve kardeşimin yüzüne de sinsin… Daha sonra da çocuklarımızın… Ben kendimi hep anneme hayran bilirdim. Baskın kişi annemdi hayatımda. Hep onun dediği olurdu ama annem sık sık ‘Babanız böyle ister.’ diyerek babamın üstünlüğünü vurgulamak isterdi. Kısacası annem baskın kişiliğini, isteklerinin başa çıkılmazlığını örtmeyi bilirdi. Şimdi altmış beş yaşımda fark ediyorum ki, başat olan (hiç değilse benim hayatımda oynadığı rol bakımından) babammış.” 1950 yılında Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle Tarım Bakanı Müsteşarı’yla anlaşamayan Hüseyin Talat Bey, istemediği halde emekli edilir. Ancak Ankara’nın meşhur valisi Nevzat Tandoğan kendisini vilayete alarak Ziraat Mücadele Müdürü olarak çalışmasını sağlamıştır. Babası Hüseyin Talat Bey’in bu şekilde emekli edilişi Selçuk Baran’ı ve Hüseyin Talat Bey’i oldukça sarsmış ve bu durum Selçuk Baran’ın Demokrat Parti’den nefret etmesine neden olmuştur. Hüseyin Talat Bey, iş hayatının bu şekilde sonlanması ve yaşadığı düş kırıklıklarının da etkisiyle 1960 yılında felç geçirmiş ve hayatının son 8 yılını yatağa bağımlı geçirmek zorunda kalmıştır. 6 Şubat 1968 yılında da vefat etmiştir. Selçuk Baran çok başarılı bir öğrencilik hayatı geçirmiştir. Öğrenim hayatının son 2 yılı hariç hep Ankara’dadır. Baran, ilkokulu 1944’te Atatürk Erkek İlkokulu’nda; ortaokulu 1947’de7 Ankara V. Ortaokulda; liseyi 1950’de Ankara Kız Lisesinde tamamlar. Ardından 1950-1951eğitim-öğretim yılında Ankara Hukuk Fakültesine kaydını yaptırır. Selçuk Baran, yüksek lisans için gittiği Almanya’dan 1956’da tatil dönüşü sırasında, gemiyle İtalya üzerinden Türkiye’ye gelirken opera ve şan sanatçısı Ayhan Baran’la tanışmıştır. Bu tanışma kısa sürede ciddi bir ilişkiye dönüşmüş ve 1 yıl sonra “3 Nisan 1957’de evlenmişlerdir.” (Alanyalı, 2007: 5) Bu evlilikten Ayda ve Işıl adlı iki kız çocukları olmuştur. Ayhan Baran, o yıllarda hem ülkemizde hem de yurt dışında konserler veren tanınmış bir sanatçıdır. İlk çocukları Ayda doğduğundan (1958) Selçuk Baran çocuğunun bakımı üstlenmiş, Ayhan Baran konserlere tek başına gitmiştir. Bu arada “aile içi birtakım sıkıntılar, huzursuzluklar baş göstermiş -buna özellikle Ayhan Baran’ın başka kadınlarla beraber olması sebep olmuştur- bu da hassas bir ruha sahip olan Selçuk Baran’ın bunalım yaşamasına neden olmuştur.” 1959 yılında, Ayhan Baran’ın “lenf kanseri” olduğu anlaşılır. Tedavi için Almanya’ya gidilir. Bu hastalık eşler arasındaki buzların çözülmesine vesile olur. Selçuk ve Ayhan Baran, çocukları evlendikten sonra, Ayhan Baran’ın İstanbul Operasında çalışmak istemesi sebebiyle 1984’te İstanbul’a taşınmışlardır. Aradan yaklaşık 3 yıl geçtikten sonra, “yine Ayhan Baran’ın başka bir kadınla ilişkisi yüzünden boşanmışlardır.” Artık Selçuk Baran tek başına kalmış ve ömrünün sonuna kadar yalnız yaşamıştır. Ancak “Baran” soyadı edebi çevrelerce tanındığı için yazılarını yine aynı soyadla yazmıştır. Selçuk Baran gerek arkadaş ortamlarında gerekse eşi Ayhan Baran’la katıldığı kokteyllerde içki içmeyi sevmektedir. Ancak bu alkol sevgisi, özellikle de bunalım dönemlerinde, aile sıkıntılarının yaşandığı günlerde Selçuk Baran’ın aşırıya kaçmasına sebep olmuş ve belli bir dönem alkol tedavisi görmesine yol açmıştır. İlk alkol tedavisini İstanbul’da 1989-90 yılları arasında Anatem’de görmüş ama bu tedavi fazla başarılı olmamıştır. Daha sonra Ankara’ya döndüğünde 1993’te “anonim alkolikler” adlı bir grupla tedaviye başlamış ve bu tedavi belli bir süre işe yaramıştır. Ancak Selçuk Baran bir süre sonra yeniden içkiye başlamıştır. Bu, onun yaşamını yavaş yavaş tüketecek ve onu tedavisi olmayan bir sona götürecektir. Kendisi de bunun farkındadır ama bir türlü bu durumdan kendisini kurtaramamaktadır. Yine arkadaşı Ülkü Uluırmak’a yazdığı bir mektupta bu konu hakkında şunları söylemektedir: “Söyleyeceğim bir şey daha var: Daha önceleri rahatsız değildim, alkol hem hiçbir şeyimi engellemiyordu, normal hayatımı yaşar gibiydim. Ama son üç yıldır onun beni nasıl tükettiğinin; yaşama sevincimi, enerjimi, tüm motivasyonlarımı, hareket yeteneğimi elimden aldığının iki üç aydır farkındayım.” Yaşama sevinci ve enerjisi tükenen Selçuk Baran alkol yüzünden birkaç kere mide kanaması geçirmiş ve uzun süre hastanede yatmıştır. Son olarak 3 Kasım gecesi de mide kanaması geçirmiş yapılan tüm müdahalelere rağmen aşırı kan kaybettiği için Selçuk Baran kurtarılamamış ve 4 Kasım 1999 sabahı hayata gözlerini yummuştur. Mezarı, Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığında Veziroğlu Aile Kabristanında, annesiyle babasının yanındadır. Selçuk Baran yazmaya günlük tutarak başlamış bir yazardır. On beş yaşından beri günlük tuttuğu söylenmektedir. Bir söyleşide Selçuk Baran, “Sizi yazı yazmaya iten özel bir neden var mı?” sorusuna şöyle cevap verir: “On beş yaşımdan bu yana yazmayı düşünüyordum. Yirmi iki yaşımda iki öykü yazdım. Bu iki öykü hayatı ve insanları hiç tanımadığımı, düşünce ve duygu dünyamın hiçbir yere oturtulmayacağı kadar karmaşık ve belirsiz olduğunu gösterdi. Yeterli bir yaşam deneyimi geçirmeden yazı yazmamaya karar verdim. O zaman kendime kırk yaş diye bir başlangıç yaşı koymuştum. 35 yaşımda yazmaya başladım. İnsanı yazı yazmaya iten şey pek çok yazara sorulmuş soru. Pek çok yazar da buna yanıt verememiş. Ben galiba kendi hayatımda ve insan denen varlığın hayatında, toplumsal yaşantıda gördüğüm ve beni çok rahatsız eden birtakım çatlaklar, hatta uçurumlar üzerine kendimce, karınca kararınca, bir köprü atabilmek için yazdım. Önce işe çatlaklardan başladım, uçurumlara sıra gelmedi.” Selçuk Baran bu düşüncelerini günlüklerinde daha ayrıntılı bir biçimde açıklamaktadır. Baran yazma gerekçesi olarak günlüklerine şunları yazmıştır: “Zaman ne korkunç bir hızla geçiyor. Akşamları ancak 9’dan sonrası benim. Onu bile elimden aldıkları oluyor. Evimle, çocuklarımla uğraşmayı seviyorum. Ama yazamadığım zaman yaşadığımı pek fark edemiyorum. (12 Ocak 1966)” “Söyleyecek sözüm olmalı. Onu söylemeliyim. Sonra bu da yetmemeli, haykıracak sözüm olmalı. Haykırmalıyım ve söyleyecek sözüm başkaları için olmalı. Kendim için söyleyebileceklerimi ancak çok sonra başkalarına duyurabilirim. (11 Mayıs 1966)” “Yazmam gerek. Dergiler için ya da kitap olarak basılsın, başkaları okusun diye değil. Yaşamın bana haklı ya da haksız öyle gelen saçmalığından, giderek başkalarının yaşamında bulduğum ve bunalımını duyduğum anlamsızlıktan kurtulmam için yazmam gerek. (3 Temmuz 1966)” “Yalnız başıma olabilmeliyim. Birazcık olsun. Günde bir saat kalemimle baş başa kalabilsem, kendimi iyi ederim gibime geliyor. (28 Haziran 1960)” “Ancak yazdığım zamanlar rahat ediyorum, yazmak bir ersatz (ikame) oluyor benim için. Yaşamanın değil, ölümün yerine geçen bir ersatz. Yaşamayı seviyorum. Ölmeye gücüm ve imkânım yok. Hayatı seviyorum tabii. Ona saygımı yitirmedim. Ama hayat benim dışımda ulu ve suskun bir nehir gibi akıyor. Onu seyretmekten bıktım galiba yazarken kendi hayatımı kısa bir süre için yok etmiş oluyorum. Başka insanlar o ulu nehrin içine giriyor çıkıyor, çağıltısını dinliyor. O zaman huzur duyuyorum. Yazmak benim için tek ve biricik imkândır. Yine de umutsuzum bu konuda. İyimser bir umutsuzluk duyuyorum. Kendimi yüzme bilmeyen, gene de boğulmamak için son gayretiyle çabalayan bir insana benzetiyorum. Yahya Kemal’in şu dizesi geliyor aklıma: ‘Müşkül odur ki yaşarken ölür kişi.’ yaşarken ölmemek için çırpınıyorum. Selçuk Baran, Gülseli İnal’la yaptığı söyleşide 22 yaşında iki öykü yazdığını fakat bunları yetersiz bulduğu için 40 yaşına kadar yazı yazmamaya söz verdiğini söylüyor. Selçuk Baran bunların yetersizliğini düşündüğü için belli bir süre yazı yazmamış ve birikim elde etmek için hem okumuş hem de hayatı ve toplumsal değişimleri gözlemlemiştir. 1968 yılında ilk öyküsü Yeditepe dergisinde yayımlanmış, böylece Selçuk Baran yazı dünyasına adımını atmıştır. Çocuğun Biri adını taşıyan bu öykü Selçuk Baran’ın yayımlanan ilk öyküsüdür; ancak Selçuk Baran bundan önce 1966 yılında Odadaki adlı öyküyü yazmış ama yayımlamamıştır. Bu öykü 1972 yılında yayımlanan Haziran adlı ilk öykü kitabının birinci öyküsü olarak kitaba girmiştir. Selçuk Baran, 1972 yılında o zamana kadar öykülerinden seçtiklerini toplamış ve Haziran adıyla kendi çabasıyla bastırmıştır. 21 hikâyeden oluşan bu kitap 1973 yılında Türk Dil Kurumu Edebiyat ve Bilim Ödülleri hikâye dalında birincilik almış, böylece Selçuk Baran edebiyat çevrelerinde daha da tanınır hale gelmiştir. Bu eser 1974’te 2. baskısını yapmıştır. İlk romanını aynı yıl (1974) Bir Solgun Adam adıyla yayımlamıştır. Bu eser Milliyet Yayınları 1974 Roman Yarışması’nda mansiyon ödülüne layık görülmüş ve 1 yıl sonra aynı yayınevi tarafından basılmıştır. Selçuk Baran bu romanını aynı yıl kaybettiği annesi Halide Veziroğlu’na ithaf etmiştir. Bozkır Çiçekleri adlı roman 1977’de yazılmış, 1979 yılı Milliyet Roman Yarışması’na katılmış ve çok tartışmalı geçen değerlendirme sonucunda mansiyon ödülüne layık görülmüştür. Ancak eser beklenen ilgiyi görmemiş ve yazıldıktan 10 yıl sonra yayımlanabilmiştir. Bu konuda Selim İleri’nin, bu kitabın ön söz kısmında yaptığı değerlendirmeler şu şekildedir: “1979 yılı Milliyet Roman Ödülü’ne katılan yapıtlar arasında bu roman da vardı. Selçuk Baran, ‘S.VE.’ rumuzunu kullanmış. Orhan Pamuk’la Mehmet Eroğlu’nun geniş perspektifli yapıtları seçici kurul üyelerinin gönlünü çekecek; o kadar sevimli, o kadar duyarlı, derinliğini okundukça bir giz gibi size fısıldayan ‘Bozkır Çiçekleri’ de ancak üçüncülüğe değer görülecekti. Ama öyle de olmadı. Uzadıkça uzayan tartışmalar sonunda Eroğlu’yla Pamuk birinciliği paylaştılar; ‘Bozkır Çiçekleri’ de yorgun tartışmacıların handiyse kurbanı oldu. Selçuk Baran’a mansiyon verildi. Az sonra okumaya başlayacağınız bu yapıta mansiyon vermek, kuşkusuz haksızlıktır ve söz konusu haksızlığın huzursuzluğunu yıllardır yaşamaktayım… O günden sonra birçok yayınevine ‘Bozkır Çiçekleri’nden söz açtım. İlgilenilmedi; dinlemediler bile. Selçuk Baran’la çok uzak bir tanışıklığımız olduğu için yapıtı bir daha okuyamıyor ve ‘Bozkır Çiçekleri’ni özlüyordum. Neyse ki Refik Ulu, okumak inceliğini gösterdi; beğendi, ‘Bozkır Çiçekleri’ şimdi gün ışığına çıkıyor.” Selçuk Baran 1994’te yazmamaya karar verdiğini söylemektedir. Bunun sebebini de “başarısız bir yazar olduğumu kabullendiğimden”, “Türk okuyucusuna bir türlü ulaşamamam, bu yüzden de okunamamam.” diye açıklar. Enis Batur bu konuda şunları yazmıştır: “Ölümünden birkaç ay önce, Tanzimat’tan Günümüze Yazarlar Ansiklopedisi ekibi tarafından kendisine gönderilen bilgi formunun, eklemek istediğiniz başka bilgiler bölümüne can alıcı bir bilgi eklemiş Selçuk Baran: ‘Başarısız bir yazar olduğumu kabullendiğimden, 1994’te yazmamaya karar erdim. O günden beri herhangi biri olarak hayattan keyif alıyorum.’ Selçuk Baran edebiyattan kopmasını bir mektubunda şöyle dile getiriyor: “Gene de kendimi çok ayıplamıyorum. Nasıl bir kırgınlık yaşamışım ki, bu kadar uzağına düşmüşüm edebiyatın. Kendimin yazması bir yana, tüm edebiyatı nasılsa reddetmişim. Orhan Veli, Cemal Süreya, Turgut Uyar, (Edip’i okumaya henüz cesaretim yok) Enstitüdeki odamda yanımda duruyor. Ara sıra okuyorum. Hepsi bu işte.” Arkadaşı İnci Aral da şunları söylemektedir: "Yazarlığı üzerinde yeterince durulmadı, değerlendirilip hak ettiği yere konulmadı, birçokları gibi. Edebiyat ortamında sesini duyurabilmek için inatçı, yırtıcı, biraz kavgacı-gürültücü olmak gerekiyordu. Ayrıca onun yazdığı yıllarda her şey daha zordu. Bir yere bir politik görüş ya da kliğe ait olmak işi kolaylaştırıyordu. Edebiyatın köşe başlarını tutmuş olanlara yakın durmak, kapıları arsızca zorlamak ise yüce gönüllü kişiliğine uygun değildi. …Yazma tutkusunu kesin olarak yendiğini, okunacak bunca kitap varken acı çekmenin gereksiz olduğunu söylüyordu. Edebiyattan söz etmek istemiyordu uzun boylu. İki yıl önce yazdığı son romanı kimse basmamıştı, küskündü.” Selçuk Baran’ın daha çok yabancı yazarlardan etkilendiğini görüyoruz. Onu en çok etkileyen yabancı yazar Kafka’dır. Kendisiyle yapılan bir söyleşide “Şimdiye kadar etkilendiğiniz yazarlar oldu mu?” sorusuna “Kafka ve Rilke” diye cevap verir: “Sevdiğim her kitap beni etkiliyor, ama galiba beni en çok etkileyen Kafka oldu. Kafka’yı okuduğum zaman benim için yazı yazmak büyük önem taşıdı. Bu büyüklüğün sebebi şuydu: Kafka gerçekleri çok özgün bir biçimde veriyordu. Kafka’yı okuyana kadar, ‘Bunca iyi yazar varken ben kim oluyorum da yazı yazıyorum.’ derdim. Kafka’yı okuduktan sonra, gerçeği çok belli şekilde ortaya koymak önemliydi. Rilke’den de etkilendim. Rilke bana ayrıntıları öğretti. Küçük bir ayrıntının büyük bir gerçek kadar önemli olduğunu anlattı.” Andre Gide’in Dünya Nimetleri için “Evet, gene kutsal kitabıma, Dünya Nimetleri’ne döndüm. Büyük dost Gide gene beninle. Yaşlarımız daha da yaklaştı birbirine.” diyecek kadar Gide’den etkilenmiştir. Kendisiyle yapılan bir söyleşide “Sanatın işlevi açısından söyleyecekleriniz” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “1960’dan bu yana sanatın ve sanatçının işlevi hakkında çok söz edildi. Sanatçıya peygamber gözüyle bakıldı. Elinde sihirli değnek tutan, toplumlardaki hemen her şeyi hemen kavrayan biri olarak bakıldı. Bunun nedeni o zamana kadar doyurucu bilimsel araştırmalar yapılmamış olmasından ötürüydü. Şimdi Türkiye’nin her yerinde çok çeşitli ve değerli araştırmalar yapılıyor. İlkçağda nasıl her şey felsefe içinde değerlendiriliyorsa 60-70 arasında da bilim ve sanat iç içeydi. Şimdi bilimsel araştırmaların böyle yoğun yapılması sanatın toplumsal bildirilerin dışında bir anlamı olduğunu gösterdi kanısındayım. Sanat sanat içindir ve sanat toplum içindir tartışmaları gereksiz tartışmalardı. Sanatın işlevi konusun E. Fischer söyle der: ‘Hayat hiçbir dönemde insanın istediği gibi değildi. Hayat insan karşısında hep yetersizdir. İşte sanat bu yetersizlikten doğmuştur." Kendisine yöneltilen “Roman sanatına ilişkin düşünceleriniz nedir? Ve bu düşünce bağlamında günümüz Türk romanını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna şu şekilde cevap vermiştir: “Ben kendimde roman sanatı üzerinde konuşmak yetkisi bulmuyorum. Çünkü aslında öykücüyüm. Ama Türkiye’de öykünün her zaman romana fark attığı ileri sürülebilir. Belki yadırganacak bir sav ileri sürüyorum ama Türk toplumunun kitap olarak bildiği Kur’an’ın anlamadığımız bir dilde yazılmış olmasının etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum. Tarih ve olaylar Kur’an’da soyut ve belirsiz bir düzlemde ele alınır. Soyut Doğu düşüncesini yansıtır. Oysa Tevrat ve İncil’de tarih bilinci vardır, o olaylar toplumsal ve düşünsel değişimleri yansıtarak gelişir. Kısacası Tevrat ve İncil, özellikle Tevrat romana gerekli zemini hazırlıyor bence. Roman toplumların geçiş sürecinin ürünü olmuştur. Aristokrasiden, derebeylikten, burjuva toplumuna geçişten sonra doğmuştur roman. Bu geçişi tüm süreçleri ile yaşayan toplumlar romana, yani olaylara, insanı ve çağı etkileyen düşünceye tümel olarak bakma olanağını bulabilmişlerdir. Bu geçişin sancılarını tam anlamıyla çeken toplumlarda gelişmiştir roman…” Baran’ın romanlarında “insanı kendisi olmaktan uzaklaşmaya zorlayan; bireyi sıkıcı ve baskıcı tektipleşmiş varlıklara dönüştürmeye çabalayan sistemin, slogana kaçmayan, insan psikolojisi üzerinden aktarılan bir eleştirisi bulunur.” (Çelik, 2010) Baran bunu roman sanatının dışına çıkmadan, anlatısını bir bildiriye dönüştürmeden yapar. “Sıradan insan teknolojinin belli rahatlıklar sağlarken huzursuz ettiği insandır; uygarlığın doğadan koparıp beton duvarların çevrelediği sağlıksız, çirkin kentlere tıktığı, elinden en küçük özgürlükleri, en küçük tatları alıp reklamlarla beyninin yıkamak, sanayi mallarını tüketmeğe, onları tüketmek için, ölesiye çalışmaya zorladığı insandır. Hiçbir yüzyılın insanı yirminci yüzyılın insanı kadar acı çekmemiştir. Onun kadar ihanete uğramamıştır: idelojilerin uğrunda canını verdiği liderlerin ihanetine.” Baran’ın ikinci romanı olan Bozkır Çiçekleri(1987)’nde hikâyesini anlattıkları kişiler de başkaldıran, huzursuz olan ve acı çeken insanlardır. Seyfi, daha on yedisinde babasını kaybetmiş, kazandığı tıp fakültesini birkaç ay sonra bırakıp istemediği bir memuriyete mahkûm olmuştur. Sonrasında evlenmiş, bu sefer de evliliklerinin beşinci yılında karısı tarafından terk edilmiştir. Aynı romanın kadın kahramanı Nurten ise tam bir “acıların kadını”dır. İlk evliliği bir gün bile sürmeyen tuhaf bir evliliktir. Seyfi’yle de istemeden evlenmiş, daha doğrusu evlenmek zorunda kalmıştır. Bu evliliğe de ancak beş yıl dayanabilmiştir. Üstelik tüm kadınlık arzularını bastırarak. Sonunda aradığı aşkı Müfit’le bulduğunu sanır. Ancak bu da ona acı vermekten geri kalmaz. Sonunda çareyi kaçmakta bulur. Romanın diğer önemli kişisi Müfit ise tam bir “muhalif”tir. Kurulu düzene, hâkim ideolojilere, kendi ailesine, devrindeki öğrenci olaylarına… Kısacası Müfit hayata eleştiren bir bakışla bakan, her şeyi sorgulayan bu yüzden de sinirli, gergin, asi ve huzursuz bir tiptir. &&& Her toplantıda yazarlarla ilgili bilgilere ve edebiyat ile ilgili konulara sıkça değiniyoruz. Bu deneyimi yaşamak için Momos'a katılabilirsin: #159891373
··
2.028 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.