Gönderi

·
Not rated
Roger Garaudy'den
¶¶Bizi hem kendi gerçek varlığımıza, hem de Allah'a yaklaştıran bu nefisten arınma ve aşk şeklindeki ikili hareket, Attar in (ö. 1230) tasavvufi bir destan ve Allah'a ulaşmanın güzergahı niteliğindeki Mantıkut Tayr kitabında en yüce ve en güzel ifadelerinden birine kavuşur. Bu destan, şu bizim Aramatyalı Yusuf'un Hz. İsa'nın dam layan kanıyla doldurduğu rivayet edilen büyülü kâse (Kutsal Kâse) arayışını andırır. Bu Kutsal Kâse efsanesiyle ilgili kahramanlık, şiir ve serüvenlerimizin kaynağı da zaten aslında o Fars efsanesidir. Kutsal Kâse'nin Pers destan çevresindeki adı Cemşid'in Kadehidir. Bu efsanevi kralın kadehinde bütün dünyanın aydınlığı toplanmıştı, o yüzden de bu kadehin içine bakınca dünyanın ve insanlığın tüm tarihinin geçmişi, şimdisi ve geleceği seyredilebilirdi. Kahraman süvarilerin görevi (tıpkı Kutsal Kase arayışındaki şövalyelerinki gibi), bu esrarengiz Kadehi bulup ele geçirmektir, fakat bunu sadece savaşçı kahramanlıklarıyla değil, aynı zamanda imanları ve dürüstlükleriyle de başarmaları gerekir. Nitekim Rûzbihân-ı Şîrazî (1128-1209) bunu şu ifadeleriyle hatırlatacaktır: Cemşid'in Kadehi'ni bulayım diye Dünyayı baştan başa kat ettim. Bir gün dahi dinlenmedim. Bir gece olsun uyumadım. Ne zaman ki şeyhimden Cemşid'in Kadehi Aslında nedir, ne değildir öğrendim ve de Onun cihanın özünün özü olduğunu bildim, O zaman dedim ki o kadeh: Bizzat benim. Kalbim yıllarca Cemşid'in Kadehi'ni Hep dışarılarda arayıp durmuş. Meğer başka yerlerde aradığını Hep kendi içinde taşıyormuş. İnsanın kendi nefsini terkederek Allah'a doğru yaptığı bu manevi yolculuk, Attâr tarafından sembolik bir hikâyeyle eni ne boyuna açıklanıp anlatılır: Bilinenleri olduğu kadar bilinmeyenleri de dâhil, dünyanın bütün kuşları, kralları Simurg'u, Allah'ın remzi olan o masalsı kuşu aramaya gitmek için toplanır. Arzu, muhabbet, bilgi, kanaatkârlık, tevhid, hayret makamı ve fenâ (nefsin öldürülmesi) vadilerinden oluşan yedi vadiyi binlerce çile, acı ve feragatle geçtikten sonra bu kutsal yolculuklarının sonuna varırlar. Her biri kısmî bir tutkuyla bir şeye gönül verdiği için birçoğu daha yola çıkmadan vazgeçmek ister. Çünkü bülbül güle, tavus yeryüzünün güzelliklerine, ördek suya, şahin kendisini besleyen kralın eline, balıkçılsa kendisine yetip de artan sahile ve okyanusa tutkundur. Bu kuşlardan her biri geçersiz mazeretini ileri sürer. Bu mazeret şirke, yani Allah'a ortak koşmaya götüren bir mazerettir. Çünkü şirk, bütün olmayıp da kısmî olana, sanki bütün o imiş gibi tapınmaktır. Kılavuz kuş (Kur'ân kıssasında olduğu gibi daha önce Saba kraliçesini Hz. Süleyman'a götürmüş olan) hüthüt diğer kuşlara şu eski sırları tekrar hatırlatır: Aşk, acı çekmeyi ve kalbin sızlamasını gerektirir; aşk, zor şeylere taliptir; sizler kendinizde bu aşkı duyduğunuz için bu seyahate çıkma arzusuna kapıldınız. Simurg düşüncesi, içinizden durup dinlenmeyi söküp aldı. Onun biricik aşkı, sizin gibi yüz binlerce kuşun kalbini doldurdu da, gökyüzü sizin bunca kanatlanışınızla karardı. Kuşların yolu uzun ve çetindir. Bu yol onların her birinin nefsini öldürmesini ister. Benlik sevdası, aşkin yolunu kesen en büyük engeldir. Nefsinin bağlarından kurtuluş ise, dirilişin ve ebedi hayatın sırrıdır. Ölümden korkuyorum! diyorlardı kuşlar. -Kalbi Allah'la birleşip bütünleşmiş kimse için ölüm diye bir şey olur mu? diye cevap veriyordu hüthüt ve ekliyordu: -Benim kalbim O'nunla bir oldu, o yüzden benim için artık ne zaman var, ne de ölüm. Çünkü ölüm, zamandan kopuştur, zaman ise bizim geçici şeylere bağlılığımızdan doğar. Aşk vadisini aşarlar: ... Bu vadide aşk ateşle temsil edilir, bu ateşin dumanı ise akıldır. Yola çıkan bütün kuşlardan - o kadar çoktular ki kanatlarından gökyüzü bile görünmüyordu-sadece otuzu, tüyleri dökülmüş, bedenleri çıplak, kalpleri kırık, vücutları ve ruhları yanık, tozlaşıp kömürleşmiş bir hâlde yedinci vadiye ulaşır¹¹¹. Onlar bu uğurda her şeylerini verdikleri için, orada onlara her bir şeyleri iade edildi: Burada bir anda yüz cihan tutuşup yandı. Yandı da binlerce güneş, binlerce ay ve binlerce yıldız gördüler. Son geçidi geçmelerine yol vermeyen kaba kapıcıya, "ruhlarımız ateşten kavrulup yandı" dediler. O da onlara, "Madem ateşle bütünleşemiyorsunuz, öyleyse imkânsız bir şey için hayatınızı zayi etmeyin!" dedi. Kuşlarsa, "Pervane, ateşi yuvası görüp beğenmişken ondan kendisini nasıl kurtarabilir ki?" dediler. Bu en son fedakârlıklarından sonra, kralları Simurg'un yüzünü görmeleri için huzura kabul edildiler: Kraldan büyük sırrı kendilerine açıklamasını, varlıkların çokluğu ve birliğinin sırrının çözümünü kendilerine vermesini istediler. Derken bu otuz kuş kendi yüzlerinin yansımasında Simurg'un, kralın yüzünü ve aradıkları Allah'ı seyre daldılar. O, onların hepsinden başkası değildi, onların hepsi de sadece O'ndan ibaretti. Çünkü Allah nefislerinden, benliklerinden ve her bir şeyden vazgeçmekle bambaşka hâle gelen onların hepsinden başka hiçbir yerde değildir. Simurg onlara seslendi: Güneşi andıran şu bizim makamımız bir aynadır. Gelen orada bütünüyle kendini görür... Ne kadar derinlemesine değişmiş olursanız olun, kendinizi önceden olduğunuz gibi görürsünüz... Korkunç yolun vadilerini aşarken de, nefsinizden soyunup arınıp kemale ermek için mücadele eder ve istirap çekerken de, sadece hep benim fiilimle hareket ettiniz. Öyleyse kendinizi bende yeniden bulmanız için, şanla, şerefle ve büyük bir hazla kendinizi bende yok edin!" Artık onlar ve Simurg sadece tek bir varlık oluşturuyorlardı. Attâr hikâyesini şöyle bağlar: Sonunda kuşlar Simurg'ta ebediyen yok oldular; gölge güneşte kayboldu, işte hepsi bu. Bu kuşların dilini anlayan kimse madenleri altına çeviren taşı bulmuştur! Biz burada çoklukta Birlik ve Birlik'te çokluk ve ebedî ha yatta dirilmek üzere nefsin, benliğin yok edilmesi ile ilgili İslâm'in çok önemli mesajının doruk noktasına ulaşırız.¶¶
Mantıkut Tayr
Mantıkut TayrFeridüddin Attar · Semerkand Yayınları · 20164,859 okunma
·
316 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.