Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

163 syf.
·
Puan vermedi
·
9 günde okudu
Ara sıra aklıma eskiden okumuş olduğum bir kitabın tadı gelir. Misal, lisede zorunlu okuma ödevi olarak verilmiş olan, “zorunlu” olan her şeye karşı doğal tepki olarak gelişen itici güç sebebiyle istemeye istemeye elime aldığım fakat okudukça dilini ve anlatımını çok sevdiğim Tarık Buğra’nın “Osmancık” romanı... Son zamanlarda kaç seferdir aklıma gelip gelip duruyor bu kitap. Sanki şimdi okusam o ilk okuduğumdaki aldığım tadın on katını alacakmışım gibi bir hisse kapılıyorum. Geçmişin özlemini kitaplar üzerinden dindirmeye çalışmak gibi bir şey olsa gerek bu. Yararı olur mu bilmem ama zararı olacağını da pek sanmam. *** Turgut Özakman’ı lise zamanında -belki çoğumuz gibi- ben de “Şu Çılgın Türkler” kitabı vesilesiyle tanıdım ilkin. Geçen yılki pandemi kapanmaları sırasında online tiyatro etkinliklerine bakarken denk geldiğim “Bir Şehnaz Oyun” isimli oyunla da kendisinin aslında iyi bir oyun yazarı olduğunu öğrendim. Romantika kitabını ise, benim ayıbım muhakkak, daha önce hiç duymamıştım. Üniversitede sık sık uğradığım, yıllar içinde kendisiyle sohbetimizin de arttığı Öykücü Kitabevi’nin sahibi Hüseyin Abi önerdi geçtiğimiz aylarda Romantika’yı. Ve o önerir önermez de yukarıda anlattığım özleme kapıldım. Şu Çılgın Türkler’i keyifle okuduğumu anımsadım. Geçmişime dokunan bir yazarı bir başka kitabı üzerinden tekrar okumak fena olmaz diye düşünüp alıverdim kitabı. *** Özakman’ın ikinci romanı Romantika. 2000 yılında basılmış ilk olarak. Esasen, kitabı okuyunca çok daha eski olduğunu, 80’lerde yazılmış olabileceğini düşündürdü bana. Zira kullanılan dil, seçilen kelimeler, birtakım cümle kalıpları 2000’lerden daha öncesinin dilini anımsatıyordu. Bu ilginç (ama tuhaf şekilde hoşuma da giden) söz öbeklerinden biri şaşırtıcı bir sahneyi tarif ederken “olamaz bir sahne bu” denmesi örneğin. Günümüzde “bu nasıl bir sahne böyle”, “sahneye bak yahu, vay canına” şeklinde söylenebilecek cümleyi yazar kitapta bu şekilde kullanmış. Bir başkası: “fırsat olmadı” demek yerine “fırsat düşmedi” denmesi. Bu iki kullanım akıcı okuma sırasında beni bir kısacık duralatsa da oldukça hoşuma giden ufak aykırılıksılar olarak yer ettiler belleğimde. Kitabın genelinden bahsedecek olursak, hikâyeleme tekniğini biraz bayağı buldum diyebilirim. Başlarda daha belirgin bir bayağılıktı bu, sonlara doğru az toparlansa da gene de bütünüyle kurtulamadım bu düşüncemden. Bayağı kelimesini tamamem olumsuz anlamda kullanmıyorum aslında, zaten haddime de değil. Bir çiğlik var desem daha doğru tarif etmiş olurum belki, bir hamlık. Şu Çılgın Türkler’den hatırladığım dil bir başka dildi gibi geliyor bana. Belki de Özakman’ın roman yazarlığının henüz ikinci ürünü olması sebebiyle sahiden de bir acemilik vardır üzerinde, bilemiyorum. Veyahut benim beklentim daha ciddi cümlelerle dolu bir roman mı okumaktı, bu da mümkün. Fakat nihayete bakıldığında, yazarla bu kitabında tam bir buluşma ve belki kavuşma gerçekleştiremediğimiz çok açık. *** Kitaptaki “Kürk Mantolu Madonna” esintisinden bahsetmeden geçmek olmaz elbette. 40. sayfalar civarında Şirin babasının günlüğünü buluyor ve okumaya başlıyor, kitabın omurgası da bu günlükte anlatılan aşk hikâyesi üzerine şekilleniyor. Bu tıpkı Kürk Mantolu Madonna’da anlatıcının Raif Efendi’nin günlüğünü okumaya başladığı ânı hatırlatıyor. Kitabın 131. sayfasında Kürk Mantolu Madonna’ya açık bir referans bile var esasen: “Bu şiir..” dedi, “..kürk manto giymiş çıplak bir kadına benziyor.” Bu cümleyi okuyunca Özakman’ın hikâye kurgusunda Sabahattin Âli’den esinlenmiş olduğuna ben kendi adıma ikna oldum, bu da bir okur olarak bana kâfi geldi; üstüne fazladan edebiyat dedektifliği yapma gereği duymadım. Yanılıyorsam da güzel bir yanılgı olarak kalsın benimle bu düşüncem. *** Kitabın sonu: mutlu son. En şaşırtıcı yanı da bu oldu nazarımda. Çünkü sahiden daha ilk sayfadan inandırmıştı beni mutlaka bir olumsuzluk yaşanacağına, hikâyenin sonunun mutsuz olacağına. Beklentim gerçekleşmeyince yazarın kitabı yazarkenki yaşına bakma gereği duydum. 1930 doğumlu Özakman, kitap 2000 yılında basılmış. 70 yaşında yazmış yâni yazar bu kitabı! Genç olsaydı “toplumun algılarına ters bir şey yapmak istiyor, yazarlığının delifişek zamanında, algıları yıkma, değişim yaratma hevesinde” diye düşünecek, sonun bu şekilde yazılmış olmasını da buna bağlayacaktım. Fakat ben yaş mefhumu üzerinden düşünürken yazar esasen zamanın ruhu üzerinden bir aykırılıkta bulunmak istemiş. Bunu da kitabın en son sayfasına, Şirin’in Sanem’e yazdığı mektubun içerisine gizlemiş. 99 depremini, ekonomik krizi, felaketlerle dolu birkaç yılı peş peşe yaşamış, umutsuz ve mutsuz insanlarla dolu bir topluma şöyle seslenmiş Özakman kitabın son satırlarında: "Bu bir film olsaydı, öyle sanıyorum ki hayal tacirleri, tam mutlu olacakları sırada, ikisinden birini, hiçten ya da boktan bir sebeple öldürür, izleyicileri sarsarlardı. Galiba mutlu biten bir konuyu çağımız insanına yakıştıramıyorlar. Böyle bir sonu, alelade, yavan görüyor; çarpıcı, düşündürücü, dramatik ve de sanatsal bulmuyorlar. Belki de bin bir sebeple mutsuz yaşayan insanları, bu yolla teselli etmeye çalışıyor ve demek istiyorlar ki: 'Üzülmeyin, yalnız değilsiniz, işte bunlar da mutsuz oldular. Gerçekçi olun, mutlu olmak umuduna kapılmayın. Hayat böyle.' Gelgelelim bizimkiler, hayal tacirlerine, drama kurallarına, çarpıcı son anlayışına ve hayata inat, sessizce ve gizlice, ölesiye mutlu yaşamayı sürdürüyorlar. Galiba, acılarla dolu çağımızda asıl çarpıcı son bu. Ne dersin?" *** Ben, "evet" derim elbette ve düşünür dururum biraz boynu bükük, biraz da delice: Sahi biz ne zaman erişeceğiz o "acılarla dolu olmayan" çağa da artık şaşırmaz olacağız mutlu sonlara?
Romantika
RomantikaTurgut Özakman · Bilgi Yayınevi · 20214,781 okunma
273 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.