Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Covid-19 ve teknoloji Dün, dünden bir önceki gün, yarın ve yarından sonraki gün ve günlerdeki olanlar ve olacaklar gibi tıpkısının aynısı olan bir sabah daha bir işe gitme eylemi için uyandım telefona kurulmuş bir alarm ile tabi ki! Yoksa uyanmak öyle kolay değil bu büyük şehirde. Üstünüzden tır geçmiş gibi uyanırsınız. Uyanırsınız dediğim öyle kolay bir işlem değildir. Milyarlarca sinir hücresinden oluşan beynimizden İstanbul’un karmaşık bir otoyol ağı gibi sinir sistemi beynimizi vücudumuzun her bir noktasına bağlantı yapmamızı sağlar. İletişim hızını şöyle örnekleyebiliriz. Elinizi sıcak bir çorbadan (ne çorbası olduğuna takılmayın ) ne kadar hızlı çektiğinizi düşünmeniz yeterli olacaktır. ( Bu arada düşünmek bazen suç teşkil eder bilginiz olsun ) kurmuş olduğunuz telefon alarmı çaldığı zaman bahsettiğimiz hızla beynimiz gözlerimizin önündeki garaj kapısını andıran göz kapaklarımıza komut gönderir açıl açıl açıl. Birkaç tekrardan sonra garaj kapıları ağır ağır açılır. Bitti mi bitmedi yanında birde 10 kavanoz bal dermişim. Gözlerden sonra ( bu arada göz renginin bir anlamı yoktur bu olaylar esnasında, renkli gözlerin yaptığı etki bir başka konudur) sıra doğrulma anına gelmiştir bu evrelerin gerçekleşmesi ağır olacağından alarm 10 dakika daha erken olarak kurulmuştur o yüzden içinizden manyak kalk işe geç kalacaksın diye geçirmenize gerek yok rahat olun ve okumaya devam edin. Zor bela kollarımızdan aldığımız destek ile oturur pozisyonuna geliriz işte bu evrede şu cümleler geçer zihnimizden ‘ of ne zaman sabah oldu veya ulan daha yeni yattım ne ara saat geldi ‘ gibi ve vb. cümlelerden sonra sağa ya da sola doğru bacaklarımızı yataktan aşağı sarkıtırız ve terlikler ile göz göze gelirisiniz. Kapıda bekleyen özel şoför gibi sizi wc kapısına bırakmak için bekler. Az kaldı az. Farklı değil ama yeni bir güne başlamaya az kaldı. Wc kapısına vardıktan sonrası hepimizin bildiği ve yaşadığı şeyler. İçimizdeki kötülüklerden kurtulma falan işte Özele girmeyelim. Evin kapısının kapandığını belirten sesten sonra başlar insanların yarışı. Arı kovanından çıkmış arılar gibi her yöne doğru dağılırlar. ( arılar demişken bal için polen toplayanlar dişi arılardır bir diğer adları işçi arılardır. Erkek arılar sadece üreme aşamasında vardırlar ah ulan erkekler ) Herkesin hikâyesi bulunduğu sınıfa göredir, hikâyeler çok farklılık göstermez. Herkes hikâyesine doğru yol alır. Durağa yürüyenlerin telaşı yürüyüşlerinden belli olur bir taraftan hızlı adım atmanın bir taraftan da soğuktan korunmanın çareleri aranır. Durakta bekleyenlerin telaşı da yerlerinde duramamalarından kısa mesafelerde volta atmalarından, saate bakmalarından, uzaktan gelen otobüsün bekledikleri otobüsün olmadığını görebildikleri anda yüzlerindeki ifade ‘’of buda değil ‘’demesinden belli olur. Toplu taşımada insanlar soğuk bir yüz ifadesi ile karşılar birbirlerini yalnız olmadıklarını bilmekte biraz artı katar. Sadece ben değilim der herkes böyle. Biri sorsa ‘saat kaç’ diye Sabahın Körü denilen saatte aynı yerdeki insanların hikâyeleri birbirlerine benzerdir. Aynı sınıfın dertleri de aynıdır ya da çok yakındır. Yaşamak tabi ki! Ama yaşamanın da en asgarisini anca. Bu yüzdendir belki de verilen paranın adının asgari ücret olması. Asgari yaşamın içinde sadece çalışmak vardır. Çok sosyal olma lüksünüz yoktur. Bu çalışmanın getirisi yine bu asgari yaşama adanır. Kısır döngü bu şekilde devam eder. Geriye baktığınız zaman sağdan alıp sola verdiğinizi görürsünüz. Elde kalan sıfır. Siz değil başkaları kazanır. size şükretmeyi öğretirler siz şükrettikçe patronlarda döner koltuklarında oturmaya devam eder. Size daha iyisini örnek olarak göstermezler hep daha kötüsünü gösterirler anlatırlar. Bak Pakistan’da şöyle olmuş böyle olmuş, bak Afganistan ne halde. desene bak Almanya’ya bak İsviçre’ye! İnsanların yumuşak karınlarını zaaflarını bilirler sihirli sözcükleri vardır onların sıkıştıklarında kullanmaya başlarlar ve öfkeyle ayağa kalkanları sakinleştirip önlerine bakmaları ve çalışmaya devam etmelerini sağlarlar. Ülkemizde bir başörtüsü sorunu üzerinden kaç seçim kazanıldığını düşünün. Sorun değil aslında iyi bir araç oldu. Başörtüsünün ekmeğini yiyip bitirdikten sonra yeni sihirli kelimeler ile devam ediyorlar. Kurgulanan sistem sizin çok kazanmanızı istemez kazanırsanız muhtaç olmazsınız. Muhtaç olmayanı çemberin içinde tutamazlar istediklerini yaptıramazlar. Buda sistemin kurucularının işine gelmez. Ne öldürürler ne de güldürürler. Arada sihirli kelimeler ile bir parmak bal çalarlar ağzınıza. Belli bir zaman idare edilir. Olumsuzlukları başka şeylere yüklerler başarıları kendilerine pay ederler. Size hep asgari bir yaşam sunarlar. Bencil bir yaşam sürerler sürekli fazlasını isterler. Sıra vatandaşa geldiği zaman devlet bunun altından kalkamaz derler. Devlet üstüne çökerler asıl devletin kalkmasına engel kendileridir. Büyük şehirde Saat uygulamasının uygulanamamasından dolayı sabahın körü dediğimiz karanlıkta evlerinden çıkanlara sunulan asgari hayat koşuşturmacasında fark edemediğimiz yorgunluk akşam eve vardığımızda vücudumuzu terk etmeye başlar ‘’ yorulmuşum ya ‘’ deriz. Bugünde bitti bu haftada bitti bu ayda bitti bu senede bitti kısacası ömür bitti, elde var sıfır. Neyse. Evin kapısını arkamızda bırakarak toplu taşıma için durağa doğru yürürken gece daha mesaisini doldurmamış olduğundan sokak lambalarının ağaçları aydınlatmasıyla oluşan güzel görüntüleri seyrederiz. Sabahın köründe bir soğuk yel eser ve kendimize gelmemizi sağlar fakat bu kalp ritim bozukluğuna sebebiyet vermez. Çünkü başladığımız gün içinde yapacaklarımız karşılaşacaklarımız büyük oranda bellidir. Küçük değişiklikler olabilir mesela bir önceki gün trafik lambasındaki kırmızıdan dolayı beklemiş olmamız belki bugün yeşil denk gelecek olması ve direk geçmemiz. Bu kadar basit ve faydasız değişiklik için beynimiz uyarılmaz. Bu yüzden alarm kurulur. Sabah sizi heyecanlandıracak yeni bir şeyin olacağını bilseniz uyanmak için bir dış etkene gerek duymaz olurdunuz. Gecenin köründe nereye gidiyorum! Karanlıkta uyan karanlıkta yola çık! Karanlıkta eve dön. Ulan bizde insanız. İşe gitmek için kullandığım toplu taşıma seçeneklerimden biri olan Marmaray ile yolculuk yaparken sürekli karşı karşıya kaldığım bir olaydan bahsederek istiyorum. Benim kitap okumak için en ideal zamanım işe gidiş ve eve dönüş için kullandığım toplu taşıma araçlarıdır. Otobüs, vapur, Marmaray. Marmaray’da ‘iğne atsan yere düşmez’ denilecek şekilde itiş kakış itiş yolculuk yaptığım sırada kitap okumaya çalışıyorum İlgili kimseler için ayrıntı vermek istiyorum kitap hakkında. JOSE SARAMAGO ya ait – KÖRLÜK adında bir eser. Okumuş olanlar ile konuştuğum kişilerden bazısı covit 19 un tüm dünyadaki insanlar üzerinde yaratmış olduğu olumsuzluk halinde iken bu eseri okunmaması gerektiğini belirttiler. Ben bunun tam aksini düşünüyorum. Çünkü eserde anlatılan şeyler bizim şuan yaşadıklarımızdan daha zor bir durum. Düşünsenize bir anda gözlerinizin görmediğini, eserde körlük te covit 19 gibi bulaşıcı bir şekilde yayılıyor. Tek korunma yöntemi körlüğe yakalanmış olanlara bakmamak. Bu bahsedilen körlükte yetişkin, çocuk ayrımı yok. Ve kör olanlar zombi filmlerindeki gibi sokaklarda amaçsızca dolaşıyorlar. Kitabı okuyanlar beni anlayacaktır. Okumayanlara tavsiye ederim. Tabi ki bütün duyu organlarımız vazgeçilmezdir. Hiç birinden vazgeçemeyiz. Şuan empati yapabilirsiniz gözlerini kapatmanız yeterli olacaktır. Karanlık istediğimiz zamanlar olabilir ama, istediğimiz zamanlar. Bazen durakta bazen kaldırımda bazen de trafik ışıklarında beklerken görürüz onları. Ellerinde ki çubuğu kullanarak adımlarından önde ilerleterek adımlarının nasıl ne yöne atacağını kestirmeye çalışırlar. Acıyarak bakarız ve hemen yardım etme ihtiyacı duyarız. Bir yandan da yardım teklif edipte rencide etmekten korkarız. Yardımımız dokunmayınca da içimiz rahat etmez bir an önce kendimize gelmeye çalışarak hayatımıza devam ederiz. Benim her seferinde aklımdan geçen cümle kısacası şudur. Onların şu soruyu kendi kendilerine sorduğunu düşünürüm ‘’ neden ben, neden bir kere gelinen dünyada ben böyle yaşamak zorunda kalıyorum neden ben diğer insanlar gibi özgürce yürüyemiyorum, izleyemiyorum, kendimi bile tanımıyorum, annemin babamın yüzünü bilmiyorum. Kime benziyorum? Anneme mi babama mı daha çok benziyorum. Dokunarak ne kadar anlayabilirim ne kadar canlandırabilirim ki. Kendi mutluluğumu ve sizin mutluluğunuzu göremiyorum neden? ‘’ klasik cevap olarak sınav dünyası işte demeyin. Sınav ise herkes aynı şartlarda sınava girmeli. Benim bu kitabı okuduktan sonra aklımdan ilk geçen cümle şudur ‘covit-19 da neymiş’ ya körlük olsaydı ne yapardık ‘. Bize uzun zamandır eziyet eden hayatımızı büyük ölçüde değiştiren bu virüs ile yaşamaya ve yakalanmamaya çalışırken okunması gereken bir eser. Birde körlüğün diğer bir anlamına göz atalım. Sadece kendini düşünen insanlarda kördür. Dünyayı kendi etrafında döndüğünü sanır. Egosuna yenilir hep ben hep ben der. Bu insanlar bir şekilde hak etmeden bir yerlere gelirler birilerinin hakkını yiyerek. Bu yere gelene kadar olan söylemlerini unuturlar amaçlarına ulaştıkları için. Toplu taşımada öyle insanlardan uzak durma imkânı olmuyor tabi. Kitap okuyarak geçicide olsa bütün olumsuzlukları unutmak ve kaçmak için kitaba yoğunlaşmak istesem de yanı başımdaki insanları ister istemez dinlemek zorunda kalıyorum. Hem de bilmediğim bir dil kullanan insanları. Bu birkaç kere üst üste geldiği zaman kendimi yabancı ya da mülteci gibi hissetmemi sağlıyor. kendi kendime arkadaş memlekette Türk kalmadı mı? Diye serzenişte bulunuyorum. Bu esnada ineceğim durağa yaklaştığım sırada okuduğum kitabın arasına ayraç koyup kapıya doğru yanaştım, ineceğim durağa yaklaşırken gayri ihtiyari bir şekilde sağa sola bakarken, insanların yüzündeki maskeler gözlerimin retina kısmında meydana geldi, yaklaşık iki sene geçmesine rağmen alışamamıştık belki de alışmak istemediğimiz için. Kendi kendime içimden bir bu eksikti dedim, hiç derdimiz yoktu birde virüs başımıza bela oldu, adını covid -19 koydular, yeni doğdu ya isim koyduk hemen! Herkesin ağzında bir senaryo! herkes çok biliyor ya, kimisi gizli güçlerin işi dedi, kimisi bilerek yapıldı insan sayısı azalsın üretim az tüketim çok diye, kimisi falanca ülkenin ekonomisi durdurmak için dedi, kimisi çip takılacak dedi, alakası olan olmayan bilen bilmeyen herkes bir şeyler söyledi. İki sene geçti daha ne olduğu anlayan yok, nerden çıktığı meçhul, ilk başlarda uzak doğuluların kedi köpek yemesine bağladılar. İyide zaten yiyorlardı yeni başlamadılar. Tüm bilim adamları her gün bu virüsün artmasına ve insanların ölümüne neden olduğu için çareler aramaya başladılar. Sadece fakirler ölseydi bu kadar telaş olacağı yoktu kader, alın yazısı, sınav der geçilirdi. Fakat zenginlerde ölmeye başlayınca olay daha ciddi bir hal aldı. Bütün ülkeler aşı bulma yarışına girdi belki dertleri sadece insanlıktı belki de maddiyattı, bence insanlıktır diyelim  Zor bela iki çeşit aşı çıktı hayda bu seferde yine bizim çok bilen vatandaşlarımızdan bazıları yine konuşmaya başladı, vay efendim bu kısa sürede olacak iş değil vay efendim ben olmam vay efendim bize çip takacaklar her an takip edileceğiz tarzında çok polisiye film izlemenin verdiği fikirler havada uçuştu, bazı ülkelerde toplu gösteriler mitingler yapıldı kısacası çarşı karıştı. Ben dahil kimse ilk başlarda güvenmedi aşıya şu da bir gerçek ki bir aşının test süreci için yeterli bir zaman yoktu vakalar ve ölüm sayıları günden güne artmaya başladı, herkeste bir telaş genci yaşlısı. Bu yaşananlar tabi ki insanlar üzerinde büyük etkiler göstermeye başladı. Sinirler gerildi. Maskenizi takar mısınız cümlesi bile insanlarda bardağı taşırmasına yeter oldu. Hastaneler de herkes canın derdine düştü. Sağlık çalışanları durumu kontrol altına almakta zorluk çektiler. Onları da anlamak lazım ama konu can olunca kimsenin kimseyi düşünecek hali kalmadı. Kimi marketten aldıklarını kapı önünde bıraktı gerektiği zaman gerektiği kadarını içeri aldı, kimi aldıklarının yıkanabilecek olanları eve sokar sokmaz hemen yıkadı, kimi dışarda giymiş olduğu elbiseleri eve sokmadı, kimi ellerini normal zamandakinden beş kat daha fazla yıkadı banyo yaptı ancak öyle temiz olacağını düşündü. Herkesin davranışlarında değişiklikler oldu. Kapanma süreçleri kimi için tatil kimi içinde eziyete dönüştü. Daha önce hiç bu kadar uzun süre birlikte kısıtlı bir alanda zaman geçirmemiş çiftlerin kimi evliliklerini bitirdiler. Kimi evliliklerde ise nüfus artışı meydana geldi, Kimileri içinde bu bulunmaz nimet gibi oldu bedava tatil. Selamlaşmamız bile değişti. Bizim insanımız sıcaktır. Samimiyete göre sarılır, öpüşür, tokalaşır. Artık temas yapılmaması gerekiyordu. Hatta araya 1.5 metre mesafe kuralı geldi. Kimisinin bu alışkanlıktan vazgeçmesi kolay olmadı. Karşılaştığımız kişi karşısında ne yapacağımızı şaşırdık sarılamayız öpmek yok tokalaşma yok. Yeni bir selamlaşma icat oldu iki tarafta yumruk yaptı, yumruklar tokuşturuldu. Burada da temas oldu fakat bir alışkanlığın terkedilmesi hiçte kolay olmuyordu. Aşı çıktıktan sonra sağlık bakanlığı herkesin aşı olması gerektiğini belirtti fakat herkeste bir soru işareti oluştu. Kimsenin keyfine kalmadı tabi devlet insanları aşı olmaya mecbur kılmaya başladı en basit şeklide toplu taşıma kullanamamak, alışveriş merkezlerine girememek vb. Alışveriş merkezine girememek bizi çok etkiledi kısıtlama kalkınca kapı önlerinde sıralar oluştu! Aşı bulunana kadar zaten herkese kısmı kapanma süreci çok yıprattı, kısmı ya da komple kapatma da denendi yine sonuç değişmedi belki bir nebze işe yaramıştır ama yeterli olmadı, bu yetersizlikte insanları bari aşı olalım demeye itti. İten asıl nedense bence de ölüm vakaların artması idi, ilk başlarda yaşlılara özelliklede yaşlı ve kronik rahatsızlığı olanlara musallat oldu. Fakat gün geçtikçe bu zulüm yaşlı genç çocuk tanımaz oldu, insanların büyük bir kısmı bu sefer aşıdan kaçmanın çare olmadığını düşünerek aşı olmaya başladık. Kimse canını yolda bulmadı sonuçta. Bir kısım ülkeler insanlar halen daha aşıya karşı direnç gösteriyor. Her gün sayılar yayınlanır oldu, bugün bilmem kaç vaka tespit edildi, bilmem kaç kişi hayatını kaybetti, sokağa çıkma yasağı saatleri konuşulur oldu tam bir matematik havası. Herkes birbirine soruyor, Şu saatte yasak var şu saatte yok hafta sonu yasak hafta için şu saate kadar diye diye iki senemiz heba oldu ve olmaya devam ediyor. Üçüncü aşı da çıktı, randevu aldım fakat aşı olamadan covit-19 belası beni de buldu, kaç kaç nereye kadar, eninde sonunda bizi de bulacaktı buldu, sadece bir baş ağrısı nedeniyle test oldum sonuç bir gün geçmeden çıktı, çıkmaz olaydı  Hoş geldin covid -19 nerelerdeydin görüşemedik iki senedir kapıda kaldın geç içeri geç, seni hınzır zıkkım seni Bende olan baş ağrısı geçti çok az eklem ağrıları denen şey oldu ama günlük yaşantımı etkilemedi ve karantina süresi başladı 14 gün diye fakat şans mı diyelim bilemedim 7 güne indi karantina günü. Karantina süreside geçti ve negatif olduğuma dair bir şey istenmedi sadece hayat eve sığar uygulaması ‘risksizdir’ dedi. Bende normal yaşantıma devam ettim, normal dediysem maskeli yani. Zaten suratı beş karış insanlardık, zaten senelerdir birde kanser illeti ile yaşar olduk. Ölüm sebeplerinden sıralama yapılsa ilk sırayı kimseye bırakmaz. İnsanların yüzlerinde yaprakları dökülen ya da dalları kurumuş bir ağaç gibi mutsuz yaşanıyordu şimdi birde ne olacak bu işin sonu diye kara kara düşünen insanlar olduk. Tamam, illaki bizi üzen şeyler olacaktır sonuçta dünyaya yüzde yüz mutlu olacaksınız diye anlaşma metni imzalamadık. Asıl üzücü olan basit (diyeceğim ama değilmiş ) bir virüsün bütün dünyada ki insanların hayatlarına bu kadar etki etmesi, hani dünyada en akıllı ve düşünebilen varlıklarız ya! (Kendimizi fazla önemsiyoruz diğer canlılardan bir farkımız yok. Aslında var insanların birbirlerine ve doğaya ve hayvanlara yaptıklarını görünce en vahşi canlının insan olduğunu düşünüyorum. Tek bir örnek çok şey anlatacaktır. İnsan neden bir köpeğin boynuna bir ip bağlayıp arabasının arkasında sürükler.) bunun hakkını neden veremiyoruz, insanlığı bugünlere getiren bizi diğer canlılardan ayıran özelliklerimiz var ya güya, Düşünebiliyoruz aklımızda var ya! Şuan bile diyoruz ki telefon konusunda ne kadar da ilerledik diye mesela dünyanın herhangi bir ülkesindeki biriyle görüntülü konuşmak, elektrikli araba vb. bundan seneler önce hayaldi. Demek ki bazı konularda ilerledik bazı konularda yeterli ilerleyemedik bunu çok net anlamış bulunmaktayız, tamam aşı bulundu ama yeterli olmadı aşı olan paçayı kurtaramadı belki ya da illaki faydası oldu, çünkü kimisi ağır kimisi çok hafif geçirdi bu kişiden kişiye değişti tabi ki. Herkesin bağışıklık sistemi benzerlik ya da farklılık gösterir. Kiminin kronik bir rahatsızlığı varsa işin rengi değişiyor. Sonuç olarak insanlık covid-19 virüsü karşında bence başarısız oldu, bu sorunun giderilememesi acaba neden kaynaklanıyor! Virüsün başarısı mı yoksa insanlığın başarısızlığımı neden bir çözüm bulamıyoruz. Dünyada hiçte azımsanmayacak kadar bilim adamı vardır sanırım, ama sonuç ortada artık evden çıkarken evin anahtarı cüzdan telefon derken birde maskeyi ekledik olmazsa olmazımıza, sanırım bu konuda sınıfta kaldık, mağlubiyetimiz devam ediyor, son olarak ortaya çıkan Türk aşısı şu ana kadar sonuca ne kadar etkili olacak belli değil. Hadi diyelim bir şekilde bu covit-19 ‘u mağlup ettik peki bir sonraki virüste ne yapacağız? Her virüs vb. bir şeyde insanlık bu yaşananları tekrar yaşayacaksa vay halimize. Şimdi bu durumda yaşamaya çalışınca diyorum ne kadar rahatmışız yaşadığımız anın kıymetini bilmeden yaşamışız şimdi o yaşama tekrar kavuşmak için nelerimizi vermezdik! Keşke bazı şeylerin kıymetini eksikliğini görmeden anlasak. Kalabalık bir ortam görünce futbol müsabakası, sinema, tiyatro vb. diyorum vay be böyle miydik yan yana durabiliyormuşuz. Şunu yazmak bile tuhaf bir şey ‘ yan yana durabiliyormuşuz’ İnsan düşünmeden edemiyor acaba sona doğru yaklaşıyor muyuz, bireysel olarak değil dünya olarak, sonuçta her şeyin bir sonu olduğunu kabul ediyorsak dünyanın ve yaşamında sonu olacağını da kabul ediyor olmalıyız. Günümüzdeki erişilen bilim ve teknolojideki ilerlemeye bakıldığın da her bir sorun için bir şeyler bulunabileceğini düşünüyoruz. Aslında birçok soruna da çözüm bulunmuş bulunmaktadır. Mesela, daha önce insanların ölümüne yol açan hastalıklar teknolojinin ilerlemesiyle artık ölüme yol açmıyor. Peki, bir yandan insan hayatını kurtaran ve kolaylaştıran teknolojinin zararı var mıdır? Teknoloji Yaratırken yok ediyor mu? Teknoloji dediğimiz zaman hepimizin aklına genelde mobil cihazlar geliyor ancak aslında elektrik ve uçak da birer teknoloji ürünü. Bugün hayatımızın vazgeçilmezi olan teknoloji ürünleri en büyük yardımcımız ama bize sağladıkları yarar ile verdikleri zararı hiç düşündünüz mü? Teknoloji, o kadar masum olmayabilir. Teknolojinin zararları bir hayli fazladır. Bundan dolayı teknolojinin zararları tartışma konusu da olmuştur. Teknolojinin zararları özellikle nörolojik olarak ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalara göre teknolojinin en büyük zararları arasında kanser hastalığı gelmektedir. Teknoloji kanser hastalığına neden olmaktadır. Özellikle telefonlarda yüksek olan sar değerleri kişide kanser hastalığına sebebiyet vermektedir. Teknolojinin zararları arasında görme problemleri gelmektedir. Aşırı derecede teknolojik aletler ile haşır neşir olan kişilerde bir takım görme problemleri nüksedebilir. Teknolojinin zararlarının yanında boyun ağrısı da vardır. Boyun ağrısı özellikle teknolojik aletler ile aşırı derecede meşgul olan kişilerde görülür. Örneğin sürekli olarak bilgisayar başında durmak aynı boyun pozisyonunda kalmak boyun ağrısına neden olmaktadır. Kişide teknolojinin önemli zararları arasında sosyal becerilerde zorlanma görülmektedir. Örneğin çok fazla oyun oynayan bir çocukta sosyal becerilerinde bozulmalar yaşayabilir. Bu kişiler yeni bir kişi ile tanışırken içe kapanık olabilirler. Tamamen sanal dünyaya kendilerini adadıklarından dolayı gerçek hayatta gündelik işlerini yapmakta zorlanabilirler. Yukarıda okuduğunuz gibi Yaşamı kolaylaştırmak için yaratılan şeyler aslında başka şeylerin sonu oluyor, kaş yaparken göz çıkarmak gibi. Teknoloji için gerçekten methiyeler düzmeli miyiz? Belki de insanlığa verdiği zarar, sağladığı yarardan çok daha büyüktür. Güzel kokmak için parfüm yaratıldı güzel kokmamızı sağlıyor fakat kloroflorokarbon gazı, atmosfere parfümler ve deodorantlar sayesinde yayılır ve ozon ile tepkimeye girer. Ozon tabakasındaki ozon maddesiyle reaksiyona giren bu kimyasal madde, zamanla ozon tabakasının da aşınmasına sebep olur. Bir başka örnek daha vermemiz gerekirse güneş enerji panellerinden bahsedebiliriz. Evlerin çatılarında gitgide artan milyonlarca güneş paneli var. Bizim için en cazip yanı sistem kurulduktan sonra artık sıcak suya para verilmemesi. Kimi ısınma için kullanıyor kimi evde elini yıkarken bile sıcak su kullanabiliyor. Bir şey daha yaratıldı! Peki, bu insan hayatını kolaylaştıracak buluş, yaratarak yok edecek mi? Maalesef edecek. Güneş panellerinin cam ve alüminyum malzemesi çevre için büyük bir sorun yaratmamasına karşın, güneş hücrelerinden oluşan paneller çeşitli ağır metaller, katkı maddeleri (yarı iletkenler) genellikle insan sağlığına ve doğaya zararlı olabilecek kimyasal maddeler içeriyorlar. Kanser yapabilen ve oldukça zehirli olan bu maddelerin başlıcaları: arsenit, kurşun, bakır, galyum, kadmiyum tellürid, kadmiyum sülfid, polyvinül florür, selenyum, kristal silikon‘daki silikon tetraklorür. Çok basit bir örnek daha vermek istiyorum. Hepimizin birebir yaşamış olduğu bir örnek. Çalıştığınız yerde mola ya da dinlenme zamanı dediğimiz anları nasıl geçiriyorsunuz? Hep birlikte sohbet ederek mi yoksa herkes elindeki akıllı telefon ile mi meşgul oluyor. Bu verilen örneklerde de görüldüğü gibi yaratmak insan hayatını kolaylaştırıyor fakat bir yandan da yok ediyor. Yani YARATARAK YOK EDİYORUZ. Evrendeki sözde en mükemmel canlı olan insanoğlu şuan covid 19 denen bir virüse karşı yenik düşmüştür. En kısa sürede çözüm bulunması dileğiyle, yaratarak ama yok etmeden. BİLGİN AKŞİMŞEK 12.03.2022
1.512 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.