Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

206 syf.
5/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Bunaldım.
Feminizm alt metniyle mi yazıldı bilmiyorum lakin eğer o niyetle yazıldıysa feminizm düşmanlarının ekmeğine yağ sürebilecek ve feminizmin yanlış anlaşılmasına yol açabilecek söylemler içeren kitap. Genel olarak sevdim diyebilirim ama çok rahatsız olduğum ve sinirlerimin zıpladığı yerler oldu, aşağıda onlardan bahsetmeden önce sevdiğim yönlerini belirterek başlayayım. Kadının toplumdaki ve bilhassa iş hayatındaki konumuna çok güzel değinmiş. Erkek meslektaşların bir birim ilerlediğinde senin o kıymeti ve saygıyı görebilmek için on birim ilerlemen gerektiği gerçeği, iş hayatında “evli misiniz/çocuk düşünüyor musunuz” sorularından başlayıp gebeliğin öğrenildiğinde patronunun yaşadığı anlamsız hayal kırıklığı ve gebesin diye adeta eksik birey olarak görülmen, yasal haklarını bile çoğunlukla lütfedip vermiş gibi davranan bir dolu işveren, erkek meslektaşların kâğıt-kürek işleriyle doğru düzgün uğraşmazken “kadın işi bu ya kadın çalışanlarımız hallediversin” zırvalığında bir mantalite; ve bunun gibi kendini sırf kadın olduğun için kanıtlaman gereken onlarca alan… Toplumda, özel hayatında, iş hayatında… Ahlâk kavramının söz konusu erkekler olduğunda ani bir manevrayla yaşadığı o kırılganlık… Evet bunları güzel işlemiş hakkını vermek lazım. Altı çizili cümleler de fazlasıyla mevcuttu. Gelelim rahatsız olduğum ve beni kitaptan iten noktalara: * Kadının histerikliği: Beni çok yoran detaylardan biri. Gerekli gereksiz çok fazla şeye ağlıyor ve tepkileri çoğunlukla abartılı. Doğum psikolojisi ile ilgili kısımları tenzih ediyorum elbette ama genel olarak gerçekten incir çekirdeğini doldurmayacak sebepler için ağlaması okurken bile yordu. Normalde bu beni rahatsız etmezdi fakat muhtemelen başka bir hemcinsi bu kadar hassas bir yapıda olsa “ıyy sen güçlü kadın değilsin” diyebilecek bir enerji aldım kendisinden ne yazık ki, beni bunca yorması belki bundan kaynaklıdır, alt satırda değineceğim. * Sıradan kadın ve güçlü kadın algısı: Kendisinin bir “güçlü kadın” , “özgür kadın” algısı var ve her kadının yaşam koşulları, yetişme şartları, hayattaki şansı ve karşısına çıkan erkekler birbirine denkmiş gibi bir tutumu var. Bunları da geçtim dünya görüşü diye bir şey var insandan insana değişen ve senin güçlü kadın algına uymaması o kadını sıradan yapmıyor. Mesela kendisinin evliliğe, bebek yapmaya karşı olan soğukluğu hissetmeyen, evlenip çocuk yapmak ve uzun bir evlilik yaşamak isteyen kadınlar için kınama seviyesinde bir önyargısı var. Bu önyargıyı hayatımızda rastladığımız ve kendini özgürlükçü olarak nitelendiren bazı insanlarda da görmek mümkün. Sizin, evliliği özgürlüğü kısıtlayan bir şey olarak nitelendirmeniz, bebek yapmak istememeniz nasıl ki sizin özgürlüğünüzse evlenmek isteyen, bebek yapmayı arzulayan insanların da kendi özgürlükleri değil mi, hür düşünceleri değil mi? Bir insan nasıl ki evlilik dışı çocuk yapmayı uygun buluyorsa bir başkası kendi hayatı için uygun bulmayabilir ve bunu evlilik içinde yaşamak isteyebilir. Özgürlük aslında iki karşıt tarafın da birbirine diretmemesidir. Ben güçlü kadınım, bu böyleyse böyledir deyip formülize ederek kalan hepiniz sıradansınız diye kınamak özgürlük değil, altı boş ukalalık oluyor maalesef. * Hemcinslerine olan önyargısı: Aslında kadınların toplumda, iş hayatında, özel hayatında ne gibi zorluklar çektiğini güzel bir şekilde yansıtmış bu yönleriyle sevdim ama mesela doğuma giderken çektiği ilk sancıyı ishal sancısına benzetip ‘kadınların tek birleştiği nokta da doğum sancıları konusundaki cümle aleme söyledikleri yalanlarıymış, öyle çok da büyük bir sancı değilmiş’ minvalinde şeyler düşünmesi… Kitapta kadınları çoğunlukla anlar gibi konuşurken şu en basit cümleyle bile -belki sitem amaçlıdır gerçi, hisleri çok gelgitli olduğu için çözemiyorum- kendisinin de neredeyse kadın kadının kurdudur demesine beş kala olduğu iş yerindeki kadın arkadaşlarının kendi başarılarına sevinmemesiyle arasında uçurum fark var mı? Sanmam. Keza genç sevgilisiyle yemek yerken yan masadaki kadına “yaa sen mutsuz mutsuz kocanla otur, bak dünya yakışıklısı genç adamlar bile beni beğeniyor” şeklinde iç dünyasındaki garip garip düşünceleri... O derece emin yani uzun evlilik sürdürenlerin mutsuz olduğundan, birbirlerine sevgilerinin bittiğinden. Bir onun kafasındakiler doğru, evlilik zehirli bir şeydir onu sürdüren de hayatını heba etmiştir vesaire vesaire… Onun kafasındaki “doğru” çemberinin dışında yaşayan herkesi zavallı gibi nitelendiriyor. Halbuki senin zehirli olarak gördüğün evlilik, başka bir kadın için mühim bir kurum olabilir ve bu o kadını ezikleştirmediği gibi seni de yüceltmez. Herkesin hayatı kendine. Bir de aldatıldığını düşündüğü kadınla kendisini kıyaslayıp ben ondan daha güzelim diye düşünmesi ve öteki kadının bedenini kendi zihninde çamura bulamaları var tabi. Bu-nal-dım. * Bir erkek karısını ancak kadın izin verirse döver: Birebir bu cümlenin geçtiği satırlar var. Öh yani. Aklıma aile başı 8-9 çocuk doğurulan, aile planlamasının a'sının olmadığı yerlerde “e o kadınlar da korunsaymış yav” diyerek erkeklere toz kondurmayıp, evlilik içi tecavüzden bile bihaber yine kadınlara yüklenen tipler geldi okurken. Hiçbir farkı yok. Hatta bu kadından da böyle bir söylem beklerim. Öyle bir düşüncede ki, tüm kadınlar kendisininkiyle aynı koşullarda sanıyor. Hatta cümleyi şöyle devam ettiriyor “nasıl izin veriyor bu kadınlar dövülmelerine, nasıl aşağılayabiliyorlar kendilerini, ekonomik olarak bağımlı olmayanlar bile, nasıl oturuyorlar dayak yiye yiye.” Hmm... Belki senin kocan gibi iyi bir adamla karşılaşmamıştır o dayak yiyen kadın yani belki başına bela olmasından korktuğu bir adamla karşılaşmıştır, belki para kazanmasına rağmen arkasında durabilecek tek bir kimsesi olmadığı için dışlanmaktan endişeleniyordur, aksini hiç görmemiştir çünkü, belki tüm bunların yardımla ve adaletle halledilebileceğine bir inancı yoktur, belki psikolojisi buna elvermiyordur çünkü çok küçükten kodlanmıştır bu ona, hatta belki kamu sektöründe o dayak yediği kocasıyla çalışıyordur bu sebepten boşanmaya, çekip gitmeye korkuyordur veya özel sektörde işçidir aldığı azıcık ücretle çocuklarına bakamamaktan korkuyordur, senin gibi çok para kazanan, kafası atınca patronuna höt deyip Paris’e gidebilen bir kadın değildir? Kadınları, dayak yedikleri adamın yanında zevk ve sefa ile bayıla bayıla kalmaya devam ediyorlarmış gibi lanse eden bu düşünceyi çokça sığ ve şımarık buluyorum. Genellikle dünyadan bihaber, kendi şaşalı hayatlarından feminizm taslayan kadınların söylemleri bu şekilde oluyor. * Şekilciliği: Kilo almaktan ölürcesine korkuyor. Bedenini ya hiç sevmiyor ya çok seviyor. Eğer kilolu bir kadın olsa muhtemelen bu kadar özgüvenli olmazdı diye düşünüyorum. Yani o kafasındaki “güçlü kadın” algısı yine bir yerde fos. Keza kendisine yaklaşan bazı erkekleri de aynı şekilciliğiyle çirkin bulduğu fiziksel özelliklerini sıralarken “ben senin neyini beğeneyim” tavrı. Gerçi buna fazla şaşıramıyorum çünkü ona göre bir erkeğin başka bir kadını bu şekilde fiziksel olarak eleştirmesini yanlış bulacağını sanmıyorum. * Tecavüz olayına kendisiyle çelişken tepkisi: Fransa’ya gittiğinde metrodaki Arap’ın bir kadına tecavüzü haberini Bircan’dan duyunca şöyle düşünüyor; “Köyündeki kadının yüzünü bile görememişken, saçını açan kadınlar kötü kadın sayılıyorken, burada, bu Allah'ın treninde, herkesin içinde kolları, bacakları açık, erkeklerle güle oynaya konuşan kadınlarla karşılaşmanın şokunu kaçımız derin derin düşündük acaba? Kaçımız bu adamları suçlamak yerine bu adamları inatla böyle yetiştiren düzeni suçladık?” Halbuki daha yetmiş sayfa önce trafikte diğer arabalardan kendisini sıkıştıran adamlara sinirlenip “Onların ne suçu var ki, bu bir düzen, eğitim, gelenek sorunu gibi klişeleşmiş lafları düşünmek bile istemiyorum. Koskoca insanlar, öğrensinler artık, eğitsinler kendilerini.” diyen de kendisi. Senin başına gelince eğitsinler kendilerini, klişeleşmiş lafları duymak istemiyorsun; başkasının başına gelince yine bir şekilde düzen suçlu, adamı suçlamayalım, o kendini eğitmesin klişelere zeval gelmesin. Bencilliğinde boğuldum kulaç atamıyorum. * Kadın ve erkeği çok keskin sınırlarla ayırması: Tüm kadınlar duygusal, hassas, derin; tüm adamlar çoğunlukla düşüncesiz ve yüzeyseldir algısı… Ozan Tufan’dan “böyle bir şey olabilir mi ya?” bırakmak istiyorum tam da buraya. Evet erkek ve kadın iki ayrı mekanizma, ruhen de fiziken de. Ama bazen o kadar orantısız bir ayrım yapıyor ki kadınları kayırdığını zannederek erkekleri yersiz gömdüğü kısımlar mevcut. Bir de kadınların durduk yere kıskançlık hissetmediğini, eğer hissediyorlarsa o erkeğin mutlaka aldatmış olacağı vurguları var. Septik kadın yok mu? Şüpheci, leblebiden nem kapan, paranoyak erkekler nasıl varsa kadınlar da var. Cinsiyeti yok bunun yani. Kadınların hisleri daha kuvvetli olabilir belki ama bundan böylesine keskin bir yargı çıkarmak yine akıl işi gelmedi bana. Yani kendince kadınların tarafında gibi olsa da yaptığı kadınları kayırmak ya da onları desteklemek de değil tam olarak, kendi histerik dünyası içinde doğruları var ve onun için kadınlar o, erkekler de öteki işte. Kadınları da zaten sıradan ve güçsüz olarak ayırıp “sıradan” kadın olmaktan çatlarcasına ödü koptuğu için kadın olmak da onun gözünde özel bir şey değil, güçlü kadın olacaksınız! Meyve suyunuzu yudumlarken bencillik aromasıyla eriterek hemcinslerinizi özgürlük kisvesi altında ince ince yargılayarak ve erkekleri orantısız kötüleme eşliğinde başlayabilirsiniz. (!)
Aslında Aşk da Yok
Aslında Aşk da YokDuygu Asena · Afa Yayınları · 19891,009 okunma
··
483 görüntüleme
Tuğba okurunun profil resmi
yorumunuzun doğum sancısıyla ilgili kısmı biraz yanıltıcı olmuş. devamında sancıları artıyor ve “hayır yalan söylemiyorlarmış, gerçekten canları çok yanıyormuş” diyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.