Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

520 syf.
10/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Martin Eden.. Martin Eden...
Sıradan bir günde bir insanın hayatını kurtararak kendi hayatını baştan sona değiştiren adamın romanı... Evet Martin eden okurları ve okumak için karar veren kitap dostlarım. Sizler de benim gibi okumakta erteleyenlerdenseniz bir an önce alıp okuyun demeyeceğim. Bu kitabın okunmaya değer bir yanının olmamasından değil. Tam aksine okunmaya değer yüzlerce yanı olduğu için... 1K'ya eklediğim 393. kitap ve şimdiye kadar okuduğum kitaplar bu kitap için bir hazırlıkmış meğer. Elimden asla düşmeyecek ara ara açıp karıştırdığım bir kitap olarak uzun yıllar yanımda olacağından eminim. Öyleyse şimdi genel hatlarıyla sizlere kitabı tanıtayım. Lümpen tabakada yaşamını sürdüren denizcilikle yaşamını sürdürmeye çalışan Martin Eden, sokakta yapılan bir kavgada bir adamın hayatını kurtarır ve yemeğe davet edilir. Alışık olmadığı bir hayata tozlu bir pencereden bir bakıştır bu onun için. Evin genç kızı Ruth'a aşık olur ve kitap ona layık olabilme çabalarıyla başlar... Buradan sonra okuyacaklarınız SPOİLER içermektedir. Aslında Ruth sadece bir semboldü. Medeniliğin, eğitimin, görgünün ve maddiyatın sembolü. Martin'in hayatında bunlar yoktu. Hepi topu karın tokluğuna geçirilen seferlerde eline geçen gazeteler ve şanslıysa birkaç kitap. Martin aşık olduğu genç kıza ulaşmak umuduyla bilgi için, eğitim için, kitaplar için uykusuz, aç ve beş parasız kalıyordu. Yıllar geçmişti ve artık Martin görgüsüz, kaba ve eğitimsiz bir denizci değildi. Ama hala beş parasızdı. Sürekli dergiler için penceresi tozlu, bir yatak ve bir masanın zor sığdığı kiralık odasında yazmaya devam ediyordu. Günlerce bir lokma yemeden elbiselerini rehin vererek posta pulu alıp yazılarını göndermeye devam ediyordu. Bu süreçte kimse Martin'e inanmamış onu sevdiğini söyleyen Ruth dahi onun yazılarına burun kıvırıyor sürekli bir iş bulması için onu ikna etmeye çalışıyordu. Martin Eden zamanla burjuvazinin kendini entelektüel zanneden, işlerini konuşmaktan kaçınan -çünkü burjuvacılar işlerini severek değil para için yaparlar- bataklık yaratıklarının gerçek yüzünü görmüştü. Onlardan çok okuyup kendini onlardan çok yetiştirmişti. Yine de cepleri boş olduğundun hiçbir düşüncesi dinlenmiyordu. Çoğu zaman düşünceleri için sosyalist, anarşist olduğu söyleniyordu. Martin eden kendilerini cumhuriyetçi olarak tanıtan bu eşitlikçi insanların en büyük eşitsizlikleri yaptığının farkındaydı. Kendisi bireyciydi ve bir gün kölelerin arasından şahlanarak çıkan bir atın üstündeki o adamı bekliyordu. Zamanla gazetelerde Martin'in yalan yanlış haberleri yer aldı. Herkes Martin'e vatan haini gözüyle bakıyordu. Kimse onu anlamak ve dinlemek istemiyordu. Rehin vererek aldığı üç beş kuruş, veresiye yazdırdığı bakkal bile artık onun uzak durmasını istiyordu. Ve her şeyden önemlisi hiçbir zaman Martin Eden'i damat olarak istemeyen Ruth'un ailesi sonunda istediği koza ulaşmıştı. Kızları Ruth artık Martin Edenle hiçbir zaman birlikte olmamaları gerektiğini, Martin'in her zaman o lümpen kısıma ait olacağını düşünerek Martin Eden'e bir ayrılık mektubu gönderdi. Martin Eden artık yıkılmıştı. Aç, uykusuz ve içindeki son enerjisiyle son eserini kaleme aldı ve bir yayıncıya gönderdi. Aklından Ruth'u çıkaramıyordu. Martin'e sadece bir seviyorum cevabı almak yetecekti. Çünkü Martin için en kutsal şey aşktı. Ruth'un bir şekilde karşısına çıktı ve ona sevip sevmediğini sordu. Ruth'un cevabı sevmiyorum oldu... Martin inandığı ve güvendiği her şeyle sınanıyordu. Tek bir tutunacak dalı kalmamıştı. Derken evine gelen bir posta kitabının yayınlanacağını söylüyordu. Martin eskiden olsa havalara uçardı ama şimdi ne paranın ne de şöhretin bir anlamı kalmamıştı. Kısa sürede tüm edebiyat dünyası ve medya Martin'i konuşur olmuştu. Seneler önce reddedilen, Martin'in aç ve eski kıyafetlerle kirasını ödeyemediği odada yazdığı eski yazıları kapış kapış satılıyordu. Herkes Martin'i yemeklere davet ediyor ne derse gözlerinin içine bakıp onaylıyordu. Kısa bir zaman sonra Ruth Martin'in karşısına çıktı ve çok sevdiğini söylüyordu. Ama Martin artık hiçbir şey hissetmiyordu çünkü hep kendisi olmuştu ve hiç değişmemişti. Onu bu duruma getiren eski düşünceleri ve reddedilen yazılarıydı. Ortaya yeni bir fikir atmamıştı. Yeni yazılar yazmıyordu. Değişen neydi? Açlığında beş parasızken kimse onu yemeklere davet etmiyordu, oysa şimdi tonlarca parası vardı neden herkes yemeğe davet ediyordu? O zaman ihtiyacı vardı şimdi değil. Martin düşüncelerin, yazılanların, eğitimlerin ve davranışların paranın yanında bir hiç olduğunu anlamıştı. Kimse onu o olduğu için yanında istemiyordu. Eski denizci çetesi, arkadaşları ve Lizzie Connolly hariç. Lizzie Martin'e küçük bir kızken aşık olmuştu ve onun için kendini hep saklamıştı. Ama artık Martin'in hiçbir şeye inancı yoktu. Aşka bile... "Aslında Ruth'u hiç sevmediğini o an anladı." Çünkü gerçekten sevseydi Martin'in Ruth'a söylediği gibi: "Beni seviyorsan, beni reddedecek kadar az sevdiğin güne göre, nasıl oluyor da şu anda beni daha çok seviyorsun?" Aynı durum Martin için de geçerliydi... Martin burjuva kısmından daha medeni, daha eğitimli daha bireyciydi. Artık üst tabaka kendisiydi. Aşk ulaşıldığında biten bir şey değildi. Yani Ruth sadece gerçekleşmesi gereken bir amaçta bir araçtı. Gerçek aşk belki Lizzie olabilirdi. Ama Martin artık yaşayamayacak kadar düşünce hastasıydı. Çünkü Lizzie'de geçmişti, eski olduğu yerden ibaretti. Eskisi gibi olmak, eski sosyal çevresine dönmeye çalışmak nafileydi artık kendini oraya da ait hissedemiyordu. Hayatta herkesin önünde eğildiği para Martin için bir hiçti ve bu gerçek ona ağır geliyordu. Hayatta kendini belli bir yere ne kadar uğraşsa da koyamıyordu. Belki o gün sokakta o adamın hayatını kurtarmasaydı şimdi kendisi yaşıyor olacaktı. Yine burjuvazi kazanmıştı. Kendini feda eden lümpen kısımdan denizci Martin Eden'di. Çok sevdiği deniz yolculuğunda tek başına yaşayacağı ıssız şatosuna ilerlerken eline Swinburne'nin kitabını aldı. Bu kitap o ilk gün akşam yemeğinde masada gördüğü ve tüm bunların yaşanmasını sağlayan tohumdu. Proserpina'nın Bahçesi adlı on iki kıtalık şiirin on birinci kıtasını açtı: Bunca şevkle tutunmaktan hayata, Serbest kalmış korkudan, ümitten, Kaçar ve şükrederiz tanrılara; Bir lütuf geldiyse hangisinden. Bir canlı sonsuza dek ömür sürmez Ölü adam hiçbir zaman dirilmez En yorulmuş nehir bile dinlenmez Denize ulaşmadan salimen... Artık yapması gerekeni biliyordu ve son zamanlardaki en büyük mutluluğunu yaşadı. Swinburne'nin ektiği tohum yeşermişti ve artık yeşermeyi bırakmıştı. Martin Eden son bir kez dünyaya baktı ve o hep savunduğu bireyciliğin aslında bir hiç olduğunu düşünerek dünyanın üstüne atlar gibi iki farklı hayatını denizin sonsuzluğuna bıraktı...
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202390,8bin okunma
·
289 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.