Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Valdo Sen Neden Burada değilsin Dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır. Doğan bebek, havanın ciğerlerine olan saldırısının verdiği acıyla haykırır. Soğuk saldırır bize, sıcak saldırır. Açlığın, hastalığın, korkunun saldırılarını savuşturma yoluyla yaşarız, hayatta kalırız. Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir. Bir gün son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. Savaş bitmişir S.9 Dil, bizim danışmanımızdır. Dile danışan kim ise dilin danıştığı da o kimsedir. S.14 İnsan için önüne çıkan bütün yollar “yürünebilir” yollar ise o insan artık kaybolmuştur. S.16 Yani anlamlı bir sözü şiir olarak bir türlü, düzyazı olarak başka türlü düzenleyemeyiz. Bir söz şiir olduğu için “öyle” değildir, öyle olduğu için “şiir”dir. S.17 Büyükler mükemmel olmadıkları halde sözlerini geçirebiliyorlar. Bunu, ellerinde tuttukları büyük olma imtiyazını çocuklara karşı kullanarak yapabiliyorlar. S.20 İnsan olarak budalalıklarımızın hepsi değilse bile çoğu karşımızdakini budala sanmaktan doğar. S.27 Hiç kimse başka bazi kapıların sımsıkı kapalı tutulduğunu ve o kapıların kapalı tutulması için bir tek kapının özellikle açık tutulduğunu düşünmedi. S.39 Tanzimat, Osmanlı Devleti'ndeki gayr-i müslimlerin haklarını Avrupa devletlerinin teminatına bağlıyor sayılırdı; buna mukabil Müslüman halkın hak ve imtiyazları sınırlandırılıyordu, 1961 Anayasası ise Müslüman halka gayr-i müslimlerin hak ve imtiyazlarını tanıyordu âdeta. S.40 Ben temiz havaya çıkmak istiyorum, onlar bana soğuk algınlığından bahsediyorlar. S.65 Eğer şiir anlatılamayan bir şeyin anlaşılır kılınmasında bir görev üstlenmişse, Kötü Şiirlerden başlayarak yazdıklarım tarih sirasıyla, yani Sevgilime Iftira (hayata iftira demektir bu), Kanla Kirlenmiş Evrak, Karlı Bir Gece Vakti, Propaganda, Tahrik, Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü, Esenlik Bildirisi, Amentü sırası gözetilerek okunursa yaşadığım geçiş sürecinin işaretleri farkedilebilir. Gerçi bu işaretler çok gerilere uzanarak da bulunmaz değil ancak arayışımın en belirgin dönemi bu şiirleri yazdığım günlere denk düşmektedir. S.83 Yaşadıklarımdan çıkardığım sonuç bana bir şeyler yapmanın değil, bazı şeyleri yapmamanın ne kadar önemli olduğunu öğretmişti. S.94 Dünyada sanatla/sanatlı eğleşmek bana şunu öğretti: Titizlik ahlâkın ta kendisidir. Kim ki titizliği benimsemiştir, hangi işi yapıyor olursa olsun üstünkörü yaşamayacaktır. Ayıklık olmadan titizlik de olmaz. Ayık adamın, titiz adamın, ahlâklı adamın hayatında “Orayı karıştırma!” dediği ikinci bir bölge yoktur. (Varsa, ona “titiz” demeyiz, belki “tedbirli”, belki “uyanık” deriz.) Gün gelip de foyası meydana çıkan insanların birden fazla, görene göre değişen hayatlar yaşadıkları anlaşılmıştır. “Birey" olmak, ona nereden bakılırsa bakılsın hayatının aynı göründüğü bir karakter yapısına kavuşmak demektir. Çağdaş kişilerin birey olmayı başarmaları kapitalizmin topluca herkesi icbar ettiği parçalanmışlıktan, çok hayatlılıktan kurtulabilmeleri anlamına gelir. Kentsoylu kisvesine bürünmek birey olmak değildir. Titizlik; Yılanın başı mutlaka, her şart ve ahvalde ezilmeli, yılan o yaşama hakkını bizi sokmamış olmasından almamalıdır. Titizlik: Belâya göstereceğimiz tepkiyi herkes belâya duçar oldu diye değiştirmek veya yumuşatmak kendimizi kendi gözümüzde küçültmemiz demektir. Hava bozduğu için sattığımız malın fiyatını düşürmeme titizliğini göstereceğiz. Titizliğimiz ahlâkımızın nerede yuvalandığını belli eder. S.115 Anlaşıldı ki insanoğlunun özgürlük tutkusu da şiddetlenebilen, şiddetli bir hale giren bir şeymiş.Çağlar boyunca dayatmanın ve özgürlüğün Şiddeti arasında denge kurulamadığı için insanlar birbirleriyle hep didişti. S.117 Bu arada ben ne düşünüyorum? Altmış yılık ömrünün ilk yarısı sona erene kadar sosyalistlerle (komünistlerle?) merhabalaşmış, ikinci yarı süresince de Müslümanlarla (İslâmcılarla?) selâmlaşmış biri olarak ben acaba bir şeyler düşünüyor muyum? Düşünüyorsam, düşündüğümün bir kiymet-i harbiyesi var mi? S.121 Alınıp satılan bir köle statüsünde bulunmaktansa, efendi seçme özgürlüğüne sahip bir uşak mevkiini işgal etmeyi tercihe şayan bulduklarını söylüyorlar. S.123 Yalan ne kadar büyükse o kadar çok insana inanılası geliyor. Yahut da tersi: Bir yalanın cesameti ona inanan insan sayısı büyüdükçe artıyor. S.127 İnsan hayatı kendini tekrar edip duran bir “devr-i dâim” manzarası arz etmediği takdirde sahiden insan hayatı olur. S.133 Bir zamanlar Divide et impera (böl ve yönet) diyen Latinler aynı zamanda Homo homini lupus (insan insanın kurdudur) da demişlerdi. Acaba onlarda, o zihniyetin temsilcilerinin birinde kendi antik çağlarının sona ermesini beklemeden insan insanın ümididir hükmüne yakın düşmelerini sağlayabilecek kabiliyet var mıydı? S.138 Küfrün zıtlaştığı, uyuşmadığı, karşı durduğu "Şey" sadece imandır. Diğer başka her şeyle küfür uzlaşabilir, başka her şeye intibak edebilir, başka her şeyle yoldaşlık edebilir. İnsan aklı dünyayı ve dünyada geçirilen hayatı olduğundan güzel görmeye de, dünya hayatını her vasıtayla süsleyip güzel göstermeye de gayetle müsaittir. Buna mukabil imanın aykırılık gösterdiği sadece küfür değildir. Ucu küfre varan her şey imana aykırıdır. İman nifakla da uyuşmaz, fitneyle de geçinemez, fücurla da uzlaşmaz, denaetle de anlaşamaz. İnsan aklı ancak dünyayı hor görecek düzeye ulaştığı zaman imana ayak uydurabilir. O halde nedir, çatışmaları insanlık tarihine kaynaklık eden, iman ve küfür? S.146 Hem demokratların ve hem de sosyalistlerin birikmiş sermayenin kamuya bölüştürülmesinden korktuklarını görürüz. Sermaye kamuya bölüştürülürse karar mekanizmalarının “başında” kimse kalmayacak demektir. Bu da yalnız kapitalizme değil, demokrat ve sosyalist hümanizme son verecektir. Çünkü sermaye gücündeki eşitlik herkesin üzerinden dünya sisteminin kurallarına uyma baskısını kaldıracaktır. Demokratlar ve sosyalistler sermaye hareketlerini yönlendirecek bir azınlığın "iş başında” bulunmasındaki işlevselliği kabullenerek siyaset yaparlar. Bu siyaset insanlığın duçar olduğu belânın bir malî mahrumiyet belâsı olduğu görüşünü aşamayacak bir siyasettir. Demek ki demokratlara ve sosyalistlere göre karni tok, sırtı pek insanların yaşadığı toplum belâyı atlatmış olan toplumdur. Eğer dünya sisteminin metropol alanlarında karni tok, sırtı pek insanların “ezici çoğunluğu” teşkil ettiği inkâr edilemez bir gerçekse, neden sermaye sahiplerinin demokrat ve sosyalistlere dudak büktükleri kendiliğinden açıklanmış olur. S.168 Okuyucusunun nabzına göre şerbet veren her yazar bir ikbal avcısıdır. S.170 Her zaman nereye gittiğimiz kim olduğumuzu ifşa eder. S.177 Leibniz modernliğin ilk hızının çarpıcı bir biçimde hissedildiği günlerde şunu sormuştu: "Pourquoi il y a quelque chose plutôt que rien?” Yani, “Hiçbir şey olmayabileceği halde niçin bir şey var?” Pürüzlerinden arındırdığımız takdirde bu sorunun şu şekle girdiği görülür: "Allah kâinatı niçin yarattı?” Yaratmasa da olurdu. Allah’ı bunu yapmaya veya şunu yapmamaya zorlayabilecek bir güç düşünemediğimize göre, Allah kâinatı niçin yarattı? Sorunun cevabını Allah'tan almak isteyenler Kur'an-ı Kerim'den Allah'ın kâinatı kâinat içinde barınan her şeyin Allah'a kulluk etmesi için yarattığını öğreniyorlar. Hiçbir şey olmayabileceği halde bir şeyin var olması kulluk vakıasının vuku bulacak alana kavuşması sebebiyledir. Allah kâinatı kulluğun vuku bulması için yarattı. S.187 Bilhassa modern çağla neyin bilgisi olursa olsun, bilgi meselesinde kimin ne dediğinden çok, kimin ne anladığı etkili oldu. S.194 Bize kim bir süreçten, amaç-araç ayrımından, önceliklerden, fedakârlıklardan bahsediyorsa, o bizi nitelikten, niteliklerden uzaklaştırıyordur. S.196 Mesele bilimlerin tasniti meselesi değil, beserin insanlaşmasına yol açan bir ahlâk meselesidir. Dolayısıyla beşeri dille ifade edilen bütün "is işten geçti!" hükümleri nicelik alanındadır. Nitelik alanında is isten hiçbir zaman geçmez. Bir şeyin modası geçiyor veya o şey yeniden moda oluyorsa anlayın ki o ser hiçbir zaman nitelikli diye adlandırılmayı hak etmemiştir. S.197 Tarihimiz talihimizdir. S.198 Mevlana Celaleddin Rumi'ye kulak verirsek biz insanların yükü ne melekler gibi saf akıl, ne hayvanlar gibi saf şehvettir . Beden dedikleri bir kapta akıl ve şehvet harman edilmiş. Vakianın böyle cereyan ettiğini fark eden kişiye varoluşsal uyanışı başlamış kişi dersek isabetli olur. S.201 Anladım ki bir şey düzelme imkânını kaybettiği için bozuluyor. Bozulan şeyler ileride düzelmelerini sağlayacak özelliklerini korumuş olsalardı zaten hiç bozulmayacaklardı. S.204 Yol dediğin zahmetine yolcunun katlandığı şeydir. S.210 Ele geçirmemiz imkânsız olan şeyin peşini aradığımız o şeyi bulmaya lâyık bir kişi durumuna yükselebilmek için bırakmıyoruz. S.216
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?
·
274 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.