Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

72 syf.
10/10 puan verdi
Merhaba Sevgili 1000K Kullanıcıları, Başta belirtmek isterim ki bu bir kitaba inceleme yazısı değildir. Bu kitaba inceleme yazmak beni aşar. Zaten daha önceden inceleme yapmış olduğum bir yazarın farklı bir kitabına inceleme yazmak gibi bir âdetim yok. Eğer göz atmak isterseniz diye bakınız; #99736032 Çünkü söylemek istediklerim farklı cümlelerle aynı anlamların etrafında dans etmenin ötesine geçmeyecek. Bu yazımdaki amacım Tezer Özlü’ye içimi dökmek. İster konuşmak deyin, ister mektup… Ama asla bir inceleme değil. 1000K nitekim benim bir arşivim. Bu yüzden bu yazı burada kalacak. Bir de, yer yer kitabın içinden cümleler kullanabilirim. Yani spoi içerebilen bir yazı olabilir bu. Uyarımı da yaptığıma göre yazının özüne dönebilirim. Sevgili Tezer Özlü, Günlerdir yazamamanın vermiş olduğu huzursuzlukla kıvranıyorum. Ah diyorum, konuşmanın zor bir eylem olduğunu sanırdım. Oysa konuşmak ne kolaymış… Yazmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Çok denedim.. Başladım, iki cümlenin ötesine gidemedim. İnsan aslında konuşurken daha rahatmış. Düşünmeden veya düşünerek öylece konuşuyoruz işte. Soyutluğu da somutluğu da içinde. Ama yazmak.. Yazmak öyle değil. Somutluğu sadece kelimelerden oluşuyor. Soyutluğu ise okuyanın anladığı ölçüde. Şimdi neden sende bunu önemsedim değil mi? Sonuçta hiç okumayacaksın, bilmeyeceksin. Bilmiyorum. Sanırım Ferit Edgü’ye ve Leyla Erbil’e yazdığın mektuplardan olsa gerek. Art arda eserlerini okudum. Hoş ister romanların olsun, ister mektupların… Hiç fark etmiyor; yazılarındaki seni anlamak, o yazıların derinliğini görmek için.. Sanırım bu yüzden önemsiyorum. Çünkü sen, buna değersin. Demişsin ya; “Zaten yazan (yazan demek biraz saçma) insanın benim için en ilginç verileri mektupları. İnsan mektuplarını kendi iç dünyasına en yakın olarak yazabiliyor.” Bu yüzden mektupları okumayı pek sevmem. İnsanların mahremine izinsiz girmiş hissi beni çok huzursuz eder. Ama Leyla Erbil’e mektupların basımı hakkında bir yazı yazmışsın. İnanır mısın? O cümleleri okuyunca içim rahatladı. “Yazı yazmak için, bütün dünya ile ilgiyi koparmak gerek.” demişsin. Bütün dünya ile ilgimi koparamadım ama yine de aldım seni karşıma, arkada müzik bize eşlik ediyor. Konuşur gibi yazıyorum. O kadar çok şey var ki söylemek istediğim… Ah, bir de az kalsın unutuyordum. Bu kaçıncı başlayış bu yazıya bilmiyorum. Yazmak için çok denedim. Daha kitabını bitirmeden bile. Bitirince ise gözyaşlarımın taşmasıyla yazarım dedim, yine olmadı. Şimdi sanırım üçüncü kez bilgisayarın başındayım. Aralıklı olarak iki kere elektrikler gitti. Her defasında da kafamdaki düşünceler kaybolup gitti. Bazen evrenin bize mesajlar verdiğini düşünüyorum. Sanırım henüz hazır olmadığımla ilgili bir mesajtı. Yazmak için hazır olmak gerek değil mi? Yoksa dostuna söylediğin gibi “En sevgili arkadaşıma üç aydır mektup yazamadım. Bunun baş nedeni bir "iç monolog" olarak sürekli seninle konuşmam. Bu denli çok konuşunca da oturup bir türlü yazamıyorum.” bir şey mi diye düşündüm. Çünkü ben de böyleyim ve mektuplarını okurken de seninle çok konuştum… Bazı geceler oturdum sadece sana ağladım. Çünkü o kadar ben’sin ki.. Kelimelerinin derinliği o kadar yoğun bir şekilde kalbime işliyor ki… Biliyor musun? Birçok insan seni sevmiyor. Sana karşı hala çok önyargılı olanlar var. Bence bunun sebebi seni tanımadıklarından kaynaklı. İnsanlar sadece okuyor. Sadece okumanın onlara ne faydası var bilmiyorum. Şahsen sadece “okuma” eylemini gerçekleştirdiğim hiçbir şeyin bana bir faydasını görmedim. Okumanın yanında araştırmak da gerekli, paylaşmak da, farklı açılardan görüşlerle tartışmak da gerekli… İşte ben seni böyle böyle tanıdım. Diyorsun ki “Ünlü ve aktüel olmak da istemiyorum. Ama gene küçük bir kitap yaparsam, okuyana bir şey versin, içini dalgalandırsın, onu huzursuz etsin istiyorum.” İşte onlara verdiğin bu huzursuzluktan dolayı seni sevmiyorlar, daha doğrusu seni anlamıyorlar bence. Oysa ben, bana verdiğin bu huzursuzlukta huzur buldum. Bir insan bu kadar çok şey yaşayıp da onun etkilerini yazıya bu denli derin dökebilir mi? Tepkilerindeki o kinayeyi seviyorum. Bizler güçlü insanlar değiliz Tezer Özlü. Bunlar bizi güçlü kılmaz. Bizler mecburiyetten güçlü kalmış insanlarız. Bu yüzden sana asla “Sen, çok güçlüsün.” demeyeceğim. Yine de insanlar öyle bilsin, bırak. Bir de, seni anlayıp seven o kesimin içinde yer almak beni ayrıca mutlu ediyor. Kendimi çok değerli hissediyorum bu konuda. İnsanlar demişken, “Gerçekte insanın durumu yürekler acısı. Bilinçsiz yaşayan, bilinçsiz yiten bir insan desem, sert mi söylemiş olurum?” demişsin ya, hayır Tezer. Az bile söylemiş olursun. Üzülerek söylüyorum ki insanlar senin bıraktığından çok daha kötüler. Değişim önce kendinizden başlar dediler, herkes önce kendini değiştirdi. Sonra da kendilerinin yarattıkları bu dünyayı sevmediler. Düşün bak, kendimizin değiştirdiği dünyayı bile kirletmek de üstümüze yok. Kimse sevgi, saygı, düşünmek, empati nedir bilmiyor. Sevgi, aşk, saygı, sadakat… En çok yiten duygular bunlar. İnsanlar hayatlarında hiç güzel söze denk gelmemiş gibi, hiç güzel bir müzik dinlememiş gibi, hiç bir şiir okumamış gibi öylesine amaçlar uğruna yaşıyorlar. Herkes çıkarını düşünüyor. Kendisine yapılmasını istemedikleri şeyleri gaddarca bir başkasına kolayca yapabiliyorlar. Bu, hiç umurlarında olmuyor. Üstüne bir de bununla övünüyorlar. Pek az gerçek insan var şu hayatta -kalbi güzel kalmış insanlardan olan- biliyor musun, onlar bile yalancı çıkıyor. Yani anlayacağın herkes oyunculukta kendini müthiş geliştirmiş. Herkes martavallar okuyor ve bir başkalarını kandırıyorlar. İnsanlar hem çok sevdiğim hem hiç sevmediğim varlıklar. Yine de önemli olan yaşamak, onlarla paylaştığın bir dünyayı.. Bunu başarabildiğime inanıyorum. Yoksa nasıl olur da bu satırları yazabilirdim değil mi? Böyle söyledim. Çünkü bence şuan en büyük başarımız hayatta kalmak. Her şeye rağmen. Dediğin gibi: “Ama her şeyden önemli olan, yaşayabilmek... Biz kimse ile yaşayamıyorsak da, kendimizle yaşayan, kendi içimizde gece gündüz mücadele eden insanlarız. Ben de her zaman yaşamın kendisini yazı dünyasından daha önemli bulduğum için, bakmaya, algılamaya, insanlarla konuşmaya devam ediyorum...” Demişsin ya hani; “Aslında memnunluk ya da rahatsızlıklarımızın tümü kendi içimizden kaynaklanmıyor mu?” ve sonrasında da “Çünkü en büyük acılar düşünceler.” İçimizi bir türlü rahat bırakmıyoruz. Aslında hepimizin savaşı kendisiyle. Ama yüzleşmekten korktuğumuzdan hep başkalarını suçlayıp canlar acıtıyoruz. Ah”lar alıyor, vah’lar ediyoruz. Zehir bir insan için ne demektir bilir misin Tezer? İnsan için fazla olan her şeydir zehir. Her şeyin ama her şeyin fazlasını istiyoruz. Elde ettikçe daha da fazlasını.. Sonra da hayat kontrolümüzden çıkıyor işte. Kontrol edemediğimiz şeyler üzerinde endişelenmek de işin cabası. Hayatın akışına kendimizi bir türlü bırakamıyoruz. Nerede olursak, ne konumda olursak olalım bulunduğumuz yerden asla memnun değiliz. İşte bu yüzden her şeyi çok fazla düşünüyoruz. İyi de olsa güzel de olsa.. Bizler acıyı seven insanlar haline geldik. Mutsuzluğu seviyoruz. Güzel duygular bir yere kadar bize eşlik ediyor. Düşün en mutlu insan bile alkol aldığında kederlenerek içer. Olmayan acısına içer. Bizim ırkımız böyle Tezer. Hadi itiraf edelim, yine de seviyoruz bu hayatı değil mi? Lakin anlamaya çalışmayı bırakalı çok oldu. Sırf o acı veren düşüncelere dalmamak için… Kimi mi kandırıyorum? Kendimi. İnsanlar bunu çok güzel beceriyor. Ben de öğreniyorum işte. “,burada hep yalnızım. Yalnız olunca insan acı düşüncelere saplanıyor. Ama iyi olacağıma inancım büyük.” demişsin. Sonrasında zaten gözyaşlarımı tutamadım. İnsan hem hep yalnızdır, hem değildir. Çünkü aslında hep kendimizleyiz. Ve kendimiz, en büyük mücadelemiz.. İşte acı düşünceler. Umarım o inancının karşılığını gittiğin yerde görüyor ve şuan iyisindir. Benim kendim için öyle bir inancım olmasa da huzurlu olmayı diliyorum. Sen bilmezsin ama hem düşünce olarak hem de duygu olarak bana çok hitap ediyorsun. Senin yazılarınla o kadar çok şey öğrendim ki kendime dair, hayata dair… Hepsi için ayrı ayrı minnettarım sana. Bir de şuan bunu yazmanın verdiği mutluluk da farklı tabii. Çok müteşekkirim sana. Daha neler neler yazacaktım sana, gelmiyor devamı… Kusuruma bakma. Zaten ne yazarsak yazalım eksik kalacak. Kitabını bitirdikten sonra açıkçası dostluğunuza hayran kaldım. “Söylemeye gerek yok, onunla bir¬çok konuda düşüncelerimiz ayrılıyordu ama bunlar hiçbir biçimde dostluğumuzu engellemedi.” “Yaşamımda birlikte olmaktan hiç bir an sıkılmadığım ender insanlardan biri sensin, bir ikincisi var mı bilmiyorum. Sıkılmak bir yana, tam aksine içim direnç ve yaşam sevinciyle dolmuştur, beni hep coşturmuşundur.” Ve daha nice söylediklerin.. Hepsinde de aklıma geldi, kalbimde derinden hissettirdin bana.. Uzun süredir görmedim onu. Şimdilik yazmakla yetindim. “İnsanın sevgi özleminin doyurulması o denli başka bir duygu ki... Seni çok özlüyorum. Bakalım ne zaman görüşeceğiz.” diyorsun… Özlem duygusu benim için çok daha farklı ve özel bir duygu. Özlem, hep ağır kalan taraf olacak terazide. Bu asla değişmez. Bakalım bu duygu ne zaman doyurulacak ve bizler özlediklerimizle ne zaman görüşeceğiz. Ya da görüşecek miyiz?.. Şu inancım olmasa, yaşar mıydım bilmiyorum. Nedense hayatın bu kısır döngüsünün bir yerde kırılacağına inanıyorum. Haydi bir şarkı da bırakayım; youtube.com/watch?v=hMYNPr2... “Çocuklar inanın inanın çocuklar Güzel günler göreceğiz güneşli günler Motorları maviliklere süreceğiz Güzel günler göreceğiz güneşli günler” Yazımı burada sonlandırıyorum artık. Ara sıra seninle konuştuğumu bil. Öpüyorum o güzel kalbinden. Unutma, elbet bir gün seninle de karşılaşacağız Tezer Özlü.. İyi ki bir Tezer Özlü geçti bu dünyadan. Not: Kitapta sadece Tezer Özlü’nün yaşamından kesitler okuyoruz. Bir insanın bir başka insana her şeyi –yani her konuda- bu denli rahat, kendi kalarak, apaçık, ne der ne demez diye düşünmeden anlatabilmesi o kadar güzel bir şey ki.. Mektuplar, buram buram samimiyet kokuyor. Kitabın çoğu yerinde kendimi ağlarken buldum. İçinde bazı mektupların fotoğrafı, gittiği yerlerden kesitler… Arka kapak sayfasında yazdığı gibi ben farklı bir boyuta taşınmış oldum. Aslında bizim, bizi anlayan, bizi olduğumuz gibi kabul eden ve yargılamadan dinleyen insana ihtiyacımız var en çok. Herkesin istediği bu. Ama yine de yapamadığı da bu. Anlamak ve anlaşılmak gerçekten zor. Lakin bu kitapta anlamak, anlaşılmak, dostluk kavramının ne denli değerli bir şey olduğunu bir kez daha görmüş oluyorsunuz. Herkese keyifli okumalar diliyorum..
Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar
Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e MektuplarTezer Özlü · Yapı Kredi Yayınları · 20222,131 okunma
··
998 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.