Gönderi

Daha çok Küllük’te toplanırdık o sıralar ya da o sıralardan önce. Şairler, yazarlar, çizerler, dostlar, falanlar filanlar... Çoğumuzun açlıktan bağırsakları kurumuş, karşımızdaki lokantadan yayılan döner kokularını içimize çeke çeke, çekişir dururduk. Oraya, karşı lokantaya, sık sık kalburüstü yazarlar, sanatçılar gelirdi: Yahya Kemal’ler, Ahmet Hamdi Tanpınar’lar, Arif Dino’lar, Orhan Veli’ler, Abidin Dino’lar, Asaf Halet Çelebi’ler. Aramızdan onları tanıyanlar, tanımayanlara gösterirdi. Onlar orada mis gibi döner yerdi, biz beride birbirimizi yerdik. Ahmet Hamdi Tanpınar şeref vermişti bir gün masamıza. Nasıl olmuştu bu? Herhalde içimizden onu tanıyan biri buyur etmiş olacaktı. Herhalde o da kırmamış onu, gelmişti. Ya da kendini dinletecek birilerini bulduğu için gelmişti. Bizi saygıyla ayağa kalkmış görünce bacak bacak üstüne atarak ve kürdanla dişlerini karıştıra karıştıra, dünyaya metelik vermeyen bir edayla, bize şiir üstüne vaaz vermişti. Ne demişti Ahmet Hamdi Tanpınar o gün? Hiçbir şey kalmamış aklımda. Ben ne düşünmüşümdür acaba o gün? Bakmış bakmışımdır onun yüzüne, şöyle düşünmüşümdür, bilmem doğru, bilmem yanlış: “İnsanı şiirden soğutur bu adam, insanı verem eder!” Dünyada savaş vardı o zaman. İstanbul’da sıkıyönetim, açlık ve yoksulluk.
·
56 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.