Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

768 syf.
·
Puan vermedi
·
17 günde okudu
Kitabın üçüncü bölümü fakat benim en çok sevdiğim bölümden incelememi başlatmak istedim. İlk iki bölüm özgürlük ve ölüm ile ilgili, üçüncü bölüm ise yalıtım. Kendim de halihazırda Erikson'un yakınlığa karşı yalıtılmışlık evresinde bulunan bir birey olduğum için hayli etkilendiğim cümlelerle karşılaştım. Öncelikle varoluşsal yalıtım insanın kendisi ve başka biri arasındaki kapatılamayan uçurumdan bahseder ve bu terim dünyadan ayrılma şeklinde de özetlenir ama bu tabirlerin hepsi varoluşsal yalıtımı tanımlamak için yetersizdir İrvin Yalom'a göre. Çünkü bireyler sık sık başkalarından ve kendi parçalarından dahi soyutlanırlar. Yazar bu varoluşsal yalıtım farkındalığını daha iyi tanımlayabilmek için Thomas Wolfe'un henüz bebeklik çağlarında olan karakterinden bir alıntı ile bizleri selamlar: ''anlaşılmaz bir yalnızlık ve üzüntü içini kapladı: hayatını ağaçlar arasındaki dar koridordan görüyordu ve hep üzgün olanın kendisi olacağını biliyordu. küçük kafatasının yuvarlaklığına kapatılmış ve çarpmakta olan en gizli kalbinin içine hapsedilmiş hayatı hep yalnız geçitlerden geçmeliydi. insanların birbirlerine sonsuza dek yabancı kalacaklarını, kimsenin kimseyi gerçekten tanıyamayacağını, annemizin karanlık rahmine hapsolarak hayata onun yüzünü görmeden geldiğimizi, onun koluna bir yabancı olarak verildiğimizi ve kaçılamaz varoluş hapishanesinde sıkışıp kaldığımızı, hangi kol bizi tutarsa tutsun, hangi dudaklar bizi öperse öpsün, hangi kalp bizi ısıtırsa ısıtsın asla kaçamayacağımızı biliyordu'' Başkalarının gözünde var olmak başlığının altında insanların var olduklarını hissedebilmek için, başkaları tarafından görülmeye ihtiyaç duyduğu söylenir. hatta kimi insanlar yalnızken var olmadığını bile düşünür. bazı insanlar öldükten çok çok sonra bile uzun süreler hatırlanmak için intihar etmeyi düşünürler, yani eğer intihar ederek yaşamlarını sona erdirirlerse onlara göre insanların hayatlarında iz bırakabilirler. İrvin Yalom bu tarz ölümleri "sihirli bir hareket olarak intihar" başlığı altında inceler ve tanımını şu şekilde yapar: "bu tarz insanların intihar görüşünde ölüm fikri yoktur; tam tersine intihara ölümü def etmek için sarılırlar. kişi şunu düşünür; eğer başkasının bilincinde varolursam yaşamaya devam ederim." Gel gelelim yazarımızın sevgi konusunda birçok klinisyenden terapistten alıntı yaparak kendi sevgi anlayışını aktardığı bölüme. Bu bölümde İrvin Yalom aylardır okumak istediğim ama kitaplarının pahalılığından kaynaklı bir süre ertelediğim Erich Fromm'a bolca yer vermiş. Fromm'a göre "sevgi bir başa çıkma tarzı, varoluş problemine bir yanıttır. olgun sevgi ise insanın bütünlüğünü ve bireyselliğini koruma koşuluyla birleşme, sevgide iki varlığın bir haline gelmesi ama iki olarak kalması şeklinde tanımlanabilir. Fromm sevilmeyi insanın küçük, çaresiz ya da iyi kalarak sevilmeyle ödüllendirildiği bir bağımlılık durumuyla eş tutar. oysa sevmek etkin ve güçlü bir durumdur. çocuksu sevgi; "seviyorum çünkü seviliyorum" derken, olgun sevgi; "seviliyorum çünkü seviyorum" ilkesini takip eder. olgunlaşmamış sevgi ise şöyle der: "seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var." sevginin edilgin değil, etken bir süreç olduğunu söyler. şöyle ki; psikolojik danışmaya gelen hastalar yalnızlıktan, sevilmemekten ve sevimsiz olmaktan yakınırlar fakat üretken bir süreç şu konu üzerinde çalışmayı gerektirir: kişinin kendi sevme yetersizlikleri. olgun sevgi içerisinde bir yandan ilgi, duyarlılık, saygı ve bilgi unsurlarını da barındırır. sevmek hayatla ve diğerinin gelişimiyle etkin bir biçimde ilgilenmek anlamına gelir. insan diğerinin gereksinimlerine (fiziksel ya da ruhsal) karşı duyarlı olmalıdır. Fromm, diğeri hakkındaki tam bilginin ancak öz kaygının ötesine geçildiği ve diğer insanın kendi bağlamında görüldüğü takdirde olası olabileceğine inanmaktadır. Bir klinisyen için sevgiyi, sevenin nesnesiyle ilişkisinden çok, kişinin dünyaya yöneliminde olan karakteristik bir durum olduğunu düşünmek gereklidir. Kitabın son bölümü olan anlamsızlık bölümü hayatın anlamını arayan insanlardan bahseder. Bu noktadaki temel soru ise şudur: "ne için?" Bu sorunun herhangi bir cevabı yoktur ama insanlar sormayı sürdürürler. İnsanların anlam arayışı iki yönde olur. biri hayata anlam katma çabası diğeri ise kozmik alanda bir dayanak bulma ihtiyacıdır. Kozmik anlamda insanların hayatlarına anlam katması genellikle dinsel inanışlarla olur. Hegel ise bu konuda şöyle der: "Dünya (insan) olmaksızın tanrı, tanrı değildir." tabii bu noktada herhangi bir tanrıya inanmayan insanların kişisel anlam arayışları da ortaya çıkar. İnsanın hayatına anlam katma çabalarından biri de özgeciliktir. yani insanlar kendilerini düşünmekten vazgeçerler. kendilerine göre içlerinde büyük anlamlar barındırdıklarını düşündükleri amaçlara hizmet edebilirler. Bunlar dünya barışı, afrika'da su kuyusu açtırma gibi yollarla hayatına anlam katabileceklerini düşünen insanlardır. Kitapta bu özgecil düşüncenin karşıtı olan nihilist bir düşünceyle Maddi'nin sözlerine yer verilmiştir: "sevginin özgecil değil bencil olduğunu, hayırseverliğin suçluluğu telafi etmenin bir yolu olduğunu, çocukların masum değil kötü olduklarını, liderlerin geniş bir hayal gücüyle esinlenen kişiler yerine kendini beğenmiş ve güç delisi insanlar olduklarını ve çalışmanın üretken değil içimizdeki canavarı gizleyen uygarlığın ince kaplamasını olduğunu belirtmekte hiç geç kalmazlar." İrvin Yalom hayata karşı kayıtsız olan ve hayatın anlamsız olduğunu düşünen hastalar ile karşılaşan terapistlere öneriler sunmuştur ve son bölümünü de bu şekilde noktalamıştır.
Varoluşçu Psikoterapi
Varoluşçu PsikoterapiIrvin D. Yalom · Kabalcı Yayınevi · 1999854 okunma
·
259 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.